Tavırlarını ‘iyi, doğru, fedakârca’ vb. sıfatlarla anmaya layık gördüğümüz sıradan olmayan insanlar arasında da, bu tavırlarının kapsayıcılığını ve derinliğini ölçü alan bir hiyerarşi kurmak gerekmez mi?
Mesela ‘iyi, doğru, fedakârca’ davranışları kendi ailesiyle sınırlı olan biri ile, bu hasletlerini mahallesi, ülkesi, toplumu için de harekete geçirebilen biri arasında hiyerarşik bir fark gözetmek gerekmez mi?
Benzer bir hiyerarşiyi, iyilik dolu yüreği sadece kendi ülkesinin insanlarıyla ısınabilen biri ile, yüreğinin sıcaklığı başka ırklardan, uluslardan insanları da kapsayabilen başka biri arasında da kurmak gerekmez mi?
Yanlış anlaşılmamak için daha fazla ilerlemeden hemen bir rezerv koyayım: Bu karşılaştırmaları yaparken, kendi ailesine zulmedip etrafına iyilik saçan ‘el iyileri’ ile, kendi milletinden, kendi ülkesinden nefret edip bütün bir insanlığı kucaklama iddiasında olanlardan söz etmiyorum. (Bülent Ecevit ‘vatansevmez insanseverler’ diyordu böyleleri için, bence de münasiptir).
Bu rezervden sonra şimdi bir adım daha atıp sorabilirim: ‘İyilik, doğruluk, fedakârlık’ hiyerarşisinin üst kısımlarına hangisini yerleştirmeli: Kendi ailesini, toplumunu, ülkesini gerçekten sevip önemseseler de, sevme ve verme kapasiteleri bunlarla sınırlı olanlar mı… yoksa sevme ve verme kapasiteleri bunları aşıp bütün ırklardan, bütün milletlerden insanları da kapsayabilenler mi?
‘Milli çıkar’ mı, milyonlarca insanın acısı mı?
Bu soruyu 1915 Büyük Felaketi’ne dair günümüzdeki yaklaşımlara uyarlayalım: 1915’te ne olduğuna karar verirken, ölçü olarak sadece Türkiye’nin bugünkü ‘milli’ çıkarlarını merkeze alan biri mi ahlak hiyerarşisinin daha üst basamaklarındadır, yoksa 1915’te ölenleri ve onların acılarıyla yıllar içinde hastalanan milyonlarca insanı merkeze alan biri mi?
Bu soru, günümüzün katı reelliği içinde size çok naif gelebilir. Fakat bunca ‘taziye’den, bunca olumlu adımdan sonra hiç değilse 1915’e dair karar verirken kendi devletinin işaret ettiği ‘milli çıkarlar’ yerine milyonlarca insanın acılarını esas almayı tercih edenleri ‘sütü bozuklar’, ‘hainler’ diye damgalamamayı öğrenmek gerekmez miydi?
Ayrıca ‘milli çıkar’ın eskiden olduğu gibi ‘tümüyle inkâr’da olduğu, bunca yaşanandan sonra nasıl öne sürülebilir?
Almanya, bir ülkenin yöneticilerinin utanç içinde bıraktığı bir ulusun geçmişin yükünden kurtulabilmesinin ilk adımını 1970’lerde atmış, dönemin başbakanı Nazilerin kurbanlarının önünde diz çökerek özür dilemişti. Bugün kimse, Almanya’nın böylece kendi milli çıkarlarına aykırı davrandığını öne sürmüyor.
Türkiye’nin bu son soykırım kararına öncekilerden daha büyük bir tepki göstermesinin başlıca nedeni hiç kuşkusuz, daveti yapan ülkenin hem geçmişindeki benzer günahları hem de bizzat 1915 olaylarındaki sorumluluğunu kabul etmesi… Böylece, ‘onlar kendi geçmiş günahlarına baksın’ şeklindeki milli savunma refleksi işlemez hale geliyor, Hrant Dink’in, Alman Parlamentosu’nun 2005’te aldığı, ‘soykırım’ sözcüğü dışında bugünküne çok benzeyen kararıyla ilgili olarak söylediği gibi ‘ezber bozuluyor’du…
Dink, 1915 kararı için ne demişti?
Hrant Dink, 1915 Büyük Felaketi’yle ilgili olarak üçüncü ülke parlamentolarının kararlar almasına kesin olarak karşıydı ve bunun Türklerle Ermenilerin yeniden barışabilmesini geciktirmekten başka bir işe yaramayacağını düşünüyordu.
Yurtdışında verdiği bir konferansın ölümünden birkaç yıl sonra ortaya çıkan bir videosunda, kendisini “Türk devletinin tezlerini incelikli bir biçimde savunmakla” eleştiren bir topluluğa karşı şöyle hitap ediyordu:
“Hasta iki toplum var: Türkler ve Ermeniler… Ermeniler büyük bir travma yaşıyor Türklere yönelik, Türklerse Ermenilere yönelik büyük bir paranoya yaşıyor. İkisi de klinik vakalar… Kim tedavi edecek bizi? Fransız Senatosu’nun kararı mı, Amerikan Senatosu’nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru… Bunun dışında doktor, ilaç, hekim mekim yok. (…) Türklere diyorum ki, ya, Ermeniler niye bu kadar ısrar ediyor bu sorunun üzerinde, diye sorun kendinize… Biraz empati yapın, o zaman bu duruşta belki biraz onur görebilirsiniz… Ermenilere diyorum ki, Türklerin ‘Hayır, bu bir soykırım değildir’ demelerinde de bir onur görmeye çalışın. Nedir o onurlu duruş? ‘Bir Türk olarak ben soykırıma karşıyım, ırkçılığa karşıyım, soykırım Allah’ın belası bir şey, nasıl ya, benim atalarım böyle bir şey yapamaz, çünkü ben yapmam.’ Dolayısıyla burada da bir onurlu duruş vardır.”
Almanya’nın ‘doktorluğunu’ neden kabul etmişti?
Hrant Dink, tavırlarını ‘iyi, doğru, fedakârca’ vb. sıfatlarla anmaya layık gördüğümüz insanlar arasında kolay kolay yanına yaklaşılamayacak bir çıtanın adıydı. Çünkü onun bu tavırlarının kapsayıcılığına ve derinliğine ulaşmak, yukarıdaki paragraftan da anlaşılabileceği gibi çok zordu.
Peki, böyle bir insan, daha önceki bütün parlamento kararlarına karşı çıktığı halde Alman Parlamentosu’nun ‘doktorluğunu’ bir anlamda neden onaylamıştı?
Bu sorunun cevabını, Dink’in 24 Haziran 2005’te Agos’ta kaleme aldığı ‘Alman Usulü’ başlıklı yazıda bulabiliriz. Şöyle yazmıştı:
“Ermeni Sorunu konusunda Alman Parlamentosu’nun oybirliğiyle almış olduğu karar, Fransız Senatosu’nda ya da diğer parlamentolarda kabul edilmiş olanlara benzemiyor.
Bir başkalığı var. Fena halde kafa karıştırıyor.
Ne de olsa Alman usulü.
Öncekiler tamamen Türkiye’ye karşıydı. Hedeflerinde hep Türkiye vardı. Türkiye’yi suçluyor, soykırımı kabul etmeye davet ediyorlardı. Tarihle yüzleşmeyi dayatıyorlardı. Ama Almanlar’ınki öyle mi? ‘Alman usulü’ dedikleri şey tam da bu olsa gerek.
Muhtemelen bencilliklerinden (!), bu kez de hesabı yarı yarıya görmüşler. Tüm sorumluluğu Türkiye’ye yüklememişler. Yarısını da kendilerine ayırmışlar. ‘Biz de suçluyduk’ diyorlar.
Peki Türkiye şimdi bu usul karşısında ne yapacak?
Bu usulü hangi usulle cevaplandıracak?
(…)
Velhasıl bu Almanlar Türklere çok kötü ihanet ettiler. ‘Soykırım’ kelimesini kullanmadılar ama ondan da beter bir duruma düşürdüler. En kötüsü de, ezberini bozdular. Türkiye ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı. ‘Siz soykırım yaptınız’ deselerdi, bundan iyiydi. Nihayet ona verilecek bir cevap, bir alışkanlık vardı.
‘Hayır biz yapmadık, Ermeniler bizi öldürdü, işte toplu mezarlar’ denebilirdi. Ama adamlar şimdi ‘Biz de sorumluyuz’ diyorlar. Ne denilecek şimdi bu soykırımcılara… ‘Hayır siz iyi insanlarsınız, ne olur bir daha düşünün, siz sorumlu olamazsınız’ mı? Sözün kısası: ‘Kanka’nın ihaneti hakikaten bir başkaymış!”
Alman Parlamentosu’nun geçen hafta aldığı yeni kararda, Almanya’nın 1915 olaylarındaki sorumluluğunu neredeyse ortaklık düzeyinde tanımlarken, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın sorumlu olduğu katliamların, 1915 dahil hiçbir katliamla karşılaştırılamayacak ‘biricikliği’ de kabul ediliyor.
Alman Parlamentosu’nun kararının neden başka ülkelerde alınan kararlardan daha can yakıcı olduğunu Hrant Dink 2005 kararından sonra çok güzel anlatmıştı. Bu son karar da aynı nedenlerle öbür ülke kararlarından daha can yakıcı oldu.