Makedonya sınırında mülteciler zeytin dallarıyla eylem yaptı. Çoğu İdomeni sınırındaki mülteci kampına gönderilmiş, 180 Ezidi. Turizm sezonu yaklaşıyor diye Pire’deki mültecileri göndermeye başlamış, Yunan hükümeti.
Sığınacak bir çatı, öz vatan, tutma vatan yahut ölüm yağmayan bir gökyüzü bulamayan insanlar, ellerinde zeytin dallarıyla, yürüyen bir ağaç gibi sınırda eylemdeydi, çoluk çocuk, kadın erkek.
Kadınların çoğu yüklü, elinden tuttukları çocuklar yetmez gibi. Soğukla, hastalıkla, açlıkla , en çok da umutsuzluk/belirsizlikle şaşkın…
Biz bu acıklı senaryonun kötü çekim filmini izliyoruz, ekran kararınca unutuyoruz.
Onlar hep göçmen.Yurtları başkasının vatanı, yahut buz gibi denizin dibi, kar, tipi…
Küçük kızının ‘anne, gurbet ne demek?’ sorusunu yanıtlamaya çalışırken nasıl zorlandığını anlatmıştı bir mülteci.
Çaresiz küçük göçmen çocukların yanıtı zor, ama, bir çocuk saflığı taşıyan sorusuna annesi, ‘işte, olur bazen, başka yerler gerekir, ferahlamak için, ondan çıktık gurbete’ demiş.
‘Ferahlamak ne demek anne?’ diye sormuş küçük kız, bu sefer.
‘Dünyanın daha güzel olması demek. Karnını doyurup, korkmayınca, gülümseyebilmek demek’ demiş, annesi.
‘Dünya artık güzel değilse, biz şarkı söyleyememişiz, ondan mı öyle olmuş?’
‘Eh, biraz öyle. Çocuklar aç kalınca, insanın yurdu elden gidince dünyanın tadı tuzu kalmıyor.’
‘O zaman hep şarkı söylersek, şarkılar bitmez, gitmez, dünya da güzel olur. Tadı tuzu kalmamak ne demek anne?’
‘İçinin kararması demek, kuş ötse onu bile duyamamak demek.’
‘Tuz serpersek olur mu tadı duzu?’
‘Olmaz, tuz da, şeker de ekilse, bazen insanın tadı olmaz, ama, bomba atmazlarsa olur. Keşke bombalar, silahlar hiç olmasa…’
‘Anne, keşke ne demek?’
‘Ben bunu bilemedim, hadi sen söyle…’
‘Olan oldu, geçen geçti, ne yapalım, mı demek?’
Memleketteyken bir komşuları dermiş ki, ‘keşke ağacı yeşermez’.
‘Keşke taş olaydık, ot olaydık da ülkemizde kalaydık,’ derken, keşke hatırlatmasaymı, anne…
‘Keşke, yapraksız olmak mı demek, anne? Sulasak, yeşil olur mu gene?’
Ne desin anne? Kördüğüm olmuş haller için, ne desin?
‘Düğüm olmuşsa, keseriz’ den başka?
‘Kestik, ülkemizden geçtik işte,’ der, ‘var mı ötesi?’
Ülkeden geçmenin ötesi yok!
Küçük kız susmaz, ‘biz öteye mi geçtik peki?’ der, ‘öteki mi olduk?’
‘Vatansız olduk, kızım…’
Vatansızlığın anlamını küçük kız bilmiyor henüz,’ vatansız olmak parasız olmaktan bile mi kötü ?’ demediğine göre…
Aynı sınıftaki iki öğrenciydiler. Birinin annesi dansçı, ülkesindeki şiddetten kaçıp, o ülkeye sığınmış.
İki kız yakın arkadaş. İkisi de annesine sığınmanın ne demek olduğunu soruyor.
Dansçıyı tanımadım, bizimkinin annesi ‘sığınmak, avunmak gibi bir şey, umucu olmak ’ diyor. Önceki yurtta olmayanın bu yurtta olacağını sanmak, ummak, avunmak…
‘Sanınca olmuyor ama, di mi anne?’
Yakınları, danseden anneyi arayıp duruyormuş, döğmek için, dansetmek ayıpmış çünkü. Soru geliyor hemen:
‘Ayıp ne demek anne?’
‘Kaç tane doğru olur? Üç tane doğru olmaz ama, di mi anne?’
Bu küçük kız kendi anlattı, güzelim rüyasını…Beni rüya yorumcusu sandı.
Meğerse kendi ülkesindeymiş, sahi vatanında yani.
Biliyo musun hem, nerdeymiş?Kapıların güm güm vurulduğu, yangınların yakıldığı(!), habire silah atıldığı, insanların çok korktuğu günlerin yanında değiiiil…Pazar yerindeymiş, Pazar yerinde…
Karşısına koskocaman bir kapı çıkmış. İtmiş kapının kanadını, memleket çiçeklerinin açtığı bir bahçeye adım atmış, eşikten. Gurbet hemen bitmiş, girse ki ne görse?Her taraf memleket…
‘Rüyanın tılsımı kaçmaz, di mi anne? Memleket gene rüyama girer, di mi anne? Dedi durdu.
Ben onu hiç unutmadım.
O da memleketini…
Memleketinin çiçeklerini, insanlarını, tadlarını, kokularını, sokaklarını, kapılarını, çığlıklarını unutmadı. Umarım silahların patladığını ve tanık olduklarını unutmuştur. Yalnız o değil, bütün göçmen çocuklar.
Büyükler, siyasetçiler, vicdanlar, akıllar küçük çocukları ve sorularını unutmasa, yanıtlayabilse, onları koruyabilse ne güzel olacak…
Çocukların karşısında sessiz soluksuz, başı yerde olmak, dünyadaki ayıpların en birincisi…