Kamuoyunun Balyoz davasına dair günümüzdeki algısını şöyle tarif etmek yanlış olmaz: İddialar külliyen yalan, deliller tümüyle düzmece, dava baştan sona kumpas…
Geçtiğimiz günlerde Serbestiyet’te kaleme aldığım üç bölümlük yazılarda, tarihin davaya dair nihai hükmünün böyle olmayacağına inandığımı söylemiş, gerekçelerimi sıralamıştım.
Sözü tarihe bırakıp beklemeye başlamadan önce, konuya son bir kez daha dönmek ve davası tıpkı Balyoz gibi beraatle neticelenen 1971’deki ‘sol’ cunta girişimine dair yıllar önce yayımladığım bir tanıklığı bir kez daha dikkatinize sunmak istiyorum. Mektup, 1971’de yargılanan asker sanıklardan birinin damadı tarafından kaleme alınmıştı.
Tıpkı Balyoz gibi 1971’deki dava da beraatle sonuçlanmıştı ama, biliyorsunuz, tarihin nihai hükmü çok farklı oldu. Bugün artık herkes biliyor ve kabul ediyor ki, o davadan beraat edenler, 9 Mart 1971’de ‘solcu’ bir asker-sivil darbesi planlamışlardı, fakat o gerçekleşemeyince 12 Mart 1971’de ‘sağcı’ bir askeri müdahaleyle karşı karşıya kalındı.
Balyoz (2010) ve ‘sol’ cunta (1971) davaları a) sanıkların, savunmalarını iddiaların tümüyle ‘düzmece, kumpas’ olduğu üzerine kurmaları ve b) her iki davanın da beraatle sonuçlanması yönlerinden biribirlerine benziyorlardı.
Aşağıda okuyacağınız mektubu kaleme alan sanık yakını, davaları bu yönleriyle karşılaştırıyor ve tıpkı benim gibi tarihin hükmünün farklı olacağına inanıyor.
Mektubun öyküsü
Balyoz davası karara bağlandıktan (Eylül, 2012) hemen sonra Taraf gazetesinde yedi bölümlük bir “Balyoz davası kararları” dizisi yazmış, dizinin son bölümünü ise davada 18 yıl hüküm giyen Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un oğlu ve avukatı Mehmet Selim Yavuz’un değerlendirmelerine ayırmıştım.
Selim Yavuz’un şu cümleleri özellikle dikkat çekiciydi:
“Ben bu 364 tane adamla üç yıldır gece gündüz beraberim. Yüzlerce kez kendi aralarında konuşmalarına şahit oldum. Tüm objektifliğimle dinledim. Kulağımı kabartıp bir açık aradım. Hepsi üç yıldır aynı şeyi söylüyor: ‘Balyoz bir yalandır ve biz bunun kurbanları seçildik.’ Çoğu birbirini tanımayan 364 kişiye üç yıl boyunca aynı yalanı isteseniz de söyletemezsiniz. Beceremezsiniz.”
Selim Yavuz’un makalesini köşemde yayımladığım gün (30 Ekim 2012), zaman zaman yazıştığımız bir okurumdan bir e-posta mesajı aldım.
Müteveffa kayınpederinin 9 Mart 1971 ‘sol’ darbe girişimine katılıp yargılanan ve beraat eden askerlerden biri olduğunu söyleyen okurum, Selim Yavuz’a bir mektup yazmıştı ve benim aracılığımla bunun kendisine iletilmesini rica ediyordu.
Mektubu Selim Yavuz’a ilettim ve okurumun “isimler sizde ve Sn. Yavuz’da saklı kalmak şartıyla” rezervine uyarak meseleyi o noktada kapattım.
Fakat, kararın ardından Balyoz davasının ‘düzmece’ olduğuna dair yürütülen propaganda faaliyetinde sanıkların mutlak masumiyetine inanan ‘aileler’in oynadığı rolü gözleyince, okuruma bir mesaj gönderdim ve izni olursa Selim Yavuz’a hitaben kaleme aldığı mektubu yayımlamak istediğimi söyledim.
Gerek kendisinin gerek kayınpederinin adı bende saklı okurumdan aldığım izinle de aşağıda okuyacağınız mektubu yayımladım.
Bu mektubu, Balyoz davasına dair sonsözüm olarak bir kez daha dikkatinize sunuyorum.
***
Sevgili Mehmet Selim kardeşim,
Ben eşimle nişanlandığımda, kayınpederim (burada, okurumun asker kayınpederinin kimliğine dair bilgiler var A.G.) Madanoğlu Davası’ndan hapishanede yatıyor ve idam talebiyle yargılanıyordu… Bildiğiniz gibi (emekli korgeneral) Madanoğlu ve arkadaşları 9 Mart 1971 tarihinde sol bir ihtilal/darbe girişiminde bulunmakla suçlanıyorlardı…
Madanoğlu dava dosyalarına ve savcılık iddianamelerine bakarsanız, bütün ayrıntıların yanı sıra, kayınpederimin ismini ve misyonunu da görebilirsiniz…
Lafı uzatmayayım, tutuklananların hepsi (asker kökenliler ve siviller), 9-12 ay arası tutuklu kalıp, bazıları işkence görüp, mahkeme sonucunda hepsi beraat ettiler…
Hem mahkeme safhasında, hem de mahkeme sonrasında diğer tutuklular ve aileleri ile yaptığımız her görüşme ve sohbette, hepimiz ve herkes, davanın ve suçlamaların ne kadar uydurma olduğunu, haksız yere suçlandıklarını, tutuklanan her bir kişinin ne kadar suçsuz ve masum olduğunu konuştuk, konuşma ile kalmadık yıllarca yürekten inandık. Hatta tutuklananlar kendi aralarında bile konuşurken, ne kadar masum olduklarını ve ne kadar haksızlığa uğradıklarını gayet samimi bir biçimde konuşuyor ve iddia ediyorlar, biz de dinliyorduk!..
Aradan yıllar ve yıllar geçti (en az 20 yıl)… Kayınvalidemi 1990 yılında kaybettik, yalnız kalan kayınpederim bizim yanımıza yerleşti, ölünceye kadar aynı evde sekiz yıl beraber yaşadık… Bir müddet sonra, eski arkadaşları onu ziyarete evimize gelmeye, sohbet edip dertleşmeye başladılar… 70-80 yaşlarına gelmiş eski arkadaşların sohbetlerinin içeriğinin artık değiştiğini gördüm… Herhalde yaşlarının ilerlemesi ve eski olayların öneminin kalmaması nedeniyle artık 9 Mart 1971 darbesi ile ilgili farklı konuşuyorlar, zaman zaman da şakalaşıyorlardı (yine de, yanımızda konuşmaya başlamadan önce, “damat temiz mi” diye sormayı ihmal etmiyorlardı).
Kısacası, anladım ve öğrendim ki, Madanoğlu Davası’ndaki savcının iddianamesi neredeyse yüzde yüz doğruymuş… “Hasta ve psikolojik bozukluğu var” dedikleri Mahir Kaynak’ın tüm kaset deşifresi doğruymuş, ayrıca iddianamede olmayan daha neler planlanmış neler… Örneğin: İhtilal/ darbe gerçekleşseymiş, sivil kanadı tasfiye edeceklermiş.
Yani biz aile bireyleri de (kayınpederimin eşi, iki kızı, iki damadı) ve diğer tutukluların aileleri yıllarca yanılmışız, bizler de kamuoyu ile birlikte yanıltılmışız… Çünkü yıllarca ne bahsettiler, ne de kabullendiler… Dikkat ederseniz, Sn. İlhan Selçuk ölünceye kadar reddetti, haksız yere tutuklandığını şiddetle savundu!..
Bu sohbetlerden sonra tabii ki kayınpederime, “Ne iştir bu baba” diye sordum… “Oğlum, ihtilal yapıyoruz, çocuk oyuncağı mı bu!.. Biz silah üzerine yemin etmişiz, ne ben ne de arkadaşlarım konuşmayız, yok farz ederiz” diye cevaplamıştı..
Gelelim Madanoğlu Davası’nda, asker ve sivil kökenlilerin tamamının beraat etmesine… Bunu da sordum kayınpederime: “Madem o zamanki mevcut kanunlara göre idamlık bir suç işlediniz, nasıl oldu da bir yıl sonra beraat ettiniz?”
Dedi ki, “Baktık iş boka sarıyor, adım adım idama gidiyoruz, biz asker kökenliler bir gece toplanıp karar aldık ki, yukarıya haber ileteceğiz, ‘biz gelecek celsede konuşacağız’ diyeceğiz.. Yukarıya haberi ilettik, bir hafta sonra ilk celsede hepimiz beraat ettik.”
“Yukarı”yı da sordum, “haber saldığınız yukarısı kimlerdi” dedim… “Kim olacak… Bizimle beraber darbe komitesinin içinde olan Hava ve Kara Kuvvetleri Komutanları Muhsin Batur ile Faruk Gürler’di” dedi, “ayrıca Cumhurbaşkanı’na da ilettik” diye de ilave etti.
Sevgili kardeşim Mehmet Selim Yavuz…
İnanın durum aynen anlattığım gibi… Anlattıklarımın hepsini derinliğine araştırıp inceleyebilirsiniz…
(…)
Sevgi ve saygılarımla…