Şimdi, Mikhael Attaleiattes’in, Mikhael Psellos’un, Urfalı Mateos’un ve İslam kaynaklarının anlattıkları ışığında, Malazgirt savaşını biraz daha objektif bir analize tabi tutabiliriz. Ama önce Mikhael Psellos’un 1017-1078 Chronographia adlı eserinden biraz söz etmemiz gerekir. Psellos, Bizans tarihinde 1017-1078 dönemini Chronographia’sında anlatırken, Romen Diyojen ve Malazgirt muharebesi hakkında da kimi bilgiler verir. Mikhael Psellos özellikle Dukas ailesine çok yakın olup, hem X. Konstantinos Dukas’ın (hd 1059-67), hem de oğlu, Romen Diyojen’den sonra Bizans tahtına oturan VII. Mikhael Dukas’ın (hd 1071-78) saltanatı sırasında Bizans devlet yönetiminde en üst düzeyde yer almış biridir. Chronographia adlı eserinde, henüz imparator olan Mikhael Dukas’ın biyografisini yazmıştır. Yazdıklarının bizzat Dukas tarafından okunduğunu anlıyoruz. Psellos yazdıklarında çok açık bir şekilde Dukas ailesinin, Attaleiattes ise Romen Diyojen’in tarafını tutmaktadır.
Michael Psellos’un Dukas ailesinden yana tavır almasının nedenleri açıktır. Zira İmparator X. Konstantinos Dukas’ın Mayıs 1067’de ölmesinin ardında, devletin idaresi fiili olarak Mikhael Psellos ile ölen imparatorun kardeşlerinden biri olan Ioannes Dukas’ın eline geçer. Bir önceki imparator döneminden beri Bizans bürokrasisinde etkin olan Mikhail Psellos, X. Konstantinos’un hayran olduğu zeki ve usta hatiplerdendir. Psellos, ölen imparator ile olan ilişkisinden söz ederken, “İmparator beni ölçüsüz derecede severdi. Aklıma ve dudaklarımdan çıkacak söze bağlıydı. Beni günde birkaç defa görmezse yakınır ve kızgın olurdu… ben onun hayat iksiri idim” diye övünür (Ostrogorsky:316).
Kendisini Romen Diyojen’in selefi İmparator Konstantinos X. Dukas’ın “hayat iksiri” şeklinde tanımlayan Psellos’un ve ölen imparatorun kardeşi Ioannes Dukas’ın şiddetli muhalefetine rağmen İmparatoriçe Eudokia, Kapadokya asilzadelerinden general Romanos Diogenes ile evlenir. Bu resmî evlilik, Psellos ve Ioannes Dukas’ın devlet üzerindeki fiili iktidarına son verir. İmparator olabilmek adına daha önce darbe girişiminde dahi bulunan Romen Diyojen gibi güçlü bir kişiliğin, iktidarını Psellos veya başkalarıyla paylaşmak istemesi de; Psellos Bizans’ta mutlak iktidar peşinde olan Romen Diyojen ile anlaşması da düşünülemez.
Bizans ordusunun yapısı ve büyüklüğü
Attaleiattes, Roma ordusunun yapısı ve komutanları hakkında bilgi verirken, herhangi bir rakam dile getirmez. Ancak orduda paralı “İskit”lerin (Oğuz, Peçenek ve Kumanların)[1] yanı sıra, “Frank” olarak adlandırdığı Almanların da bulunduğunu; bunların liderliğini Rouselios adında şanlı bir komutanın yaptığını kaydeder (Attaleiattes:271). Urfalı Mateos, ordunun taksiminden söz ederken, Tarkan’ın (Ioseph Trachaneiotes) 30,000 askerle Ahlat’a gönderildiğini, 12,000 askerin de Apkhaz (Abhaz?) memleketine sevk edildiğini söyler. Attaleiattes ise Ahlat’a gönderilen ordunun büyüklüğü konusunda bir şey dememekle birlikte, ordunun en deneyimli ve en savaşçı kısmını oluşturduğunu teyid eder.
Mikhael Psellos, 1017-1078 Chronographia’sında, kendisinin de Romen Diyojen’in seferlerinden birine katıldığını yazmaktadır (Psellos:102). Ancak Psellos da ordunun büyüklüğü hakkında bir açıklamada bulunmaz.[2] “Perslerin ve Kürtlerin kralı” Sultan Alpaslan’ın[3] önceki başarılarının kendi liderliğinden kaynaklandığını, Romen Diyojen’in ise zayıf bir askeri stratejiye sahip olduğunu dile getirir. Psellos’a göre Romen Diyojen “barbarların” (Türk ve Kürtlerin) kampını savaşmadan ele geçirmeyi düşünmüştür. Bu yetmiyormuş gibi, askerlik biliminden (stratejiden) yoksun olduğundan ordusunun bir kısmını dağıtmış ve bir kısmını da başka mevzileri ele geçirmekle görevlendirmiştir. Bütün gücüyle düşmanın karşısına çıkacağına, ordusunun yarısından azıyla savaşa girmiştir. Orduya komanda edeceğine, ne kadar büyük bir cesaret örneği sergilese de bizzat savaşa katılma hatâsını işlemiştir (Psellos:104).
Abu’l Farac kendi Tarih’inde, Roma İmparatoru Romen Diyojen’in 1069 yılında 200,000 atlı ile Suriye’ye girdiğini, Arapların İm ve Artah adındaki iki kalesini alarak Mabbuğ’a kadar indiğini, Mabbuğ’luların büyük bir kısmının ise Romalılardan kaçarak Halep’e gittiklerini yazar. Ancak iki yıl sonra vuku bulan Malazgirt savaşında Romen Diyojen’in ordusunun ne büyüklükte olduğu konusunda herhangi bir rakam vermez (Abu’l Farac:319).
Bu arada küçük bir parantez açarak, Romen Diyojen’in en önemli komutanı olarak ön plana çıkan Ioseph Trachaneiotes’ten söz etmek gerekir. Ortaçağ veya Bizans Yunancasına (Koine’ye) Tarkhaniotes, Trachaniotes veya Tarchanaiotes şeklinde geçen “Tarkan” ünvanı, Roma ordusunda hizmet eden Türkler için kullanılmıştır.[4] Bu ünvanı haiz kişi vergiden muaftır ve elde ettiği ganimetten hükümdara pay vermeye mecbur değildir. Nikeforos Bryennios, “Tarkan” lâkaplı şahsın adını Jozepf Trachaniotes olarak kaydeder; zaten Mikhael Attaleiattes de Tarih’inde Tarkan’dan Ioseph Trachaneiotes şeklinde söz etmektedir. Romen Diyojen’in ordusunda hizmet etmekte olan “Tarkan” bir Oğuz şefi olup, orduda magistros (general) rütbesindedir. Romen Diyojen’in, meşhur Bailleul hanedanına mensup Norman Ursel ile birlikte Ahlat şehrine hücum etmek için görevlendirdiği, işte bu kişidir (Matheos:142, dipnot 79).
Romen Diyojen ihanete mi uğradı?
Psellos, Romen Diyojen’in Malazgirt’teki yenilgisini yanlış askeri stratejisine bağlarken, hem Attaleiattes, hem de Urfalı Mateos, Diyojen’in bir ihanete uğradığını kaydetmektedir. Mikhael Attaleiattes, bu ihanetin bizzat X. Konstantin Dukas’ın (hd.1059-1067) ailesi tarafından tezgâhlandığını öne sürer. Attaleiattes, Romen Diyojen’in imparatorluk sancağını taşıyan askerlere kampa dönmeleri işaretini verdiği an, daha önce de imparatora karşı bir komploya karışmış olan üvey oğlu Mikhael’in, alelacele imparatorun düştüğü haberini yaydığı ve emrindeki büyük birlikle geri çekildiğini yazar. İmparatorun üvey oğlu geri çekilirken etraftaki diğer birlikler de onu takip eder. Roma ordusundaki bu karışıklığı bir tepeden izleyenler durumu sultana bildirince, Türkler bütün güçleriyle saldırıp son darbeyi indirir.
Attaleiattes Tarih’inde geri çekilen komutandan, Romen Diyojen’in üvey oğlu Mikhael olarak söz edilse de, aslında geri çekilen komutan Mikhael’in kuzeni, Caesar Dukas’ın oğlu Andronikos Dukas’tır (C. W. C. Oman, The Story of the Nations – The Byzantine Empire, s. 254). Zira Konstantin Dukas 1067’de vefat ettiğinde, en büyük oğlu Mikhael henüz 14 yaşındadır. Zaten Psellos da, Romen Diyojen esir düştüğü sırada Mikhael’in İstanbul’da olduğunu ve derhal tedbir aldığını yazar.
Urfalı Mateos, sultanın henüz yolda iken “hain Romalılardan” mektuplar aldığını; bunlarda sultana, “Kaçma, çünkü ordunun büyük bir kısmı seninle beraberdir” dendiğini yazar. Bunun üzerine sultan dostça bir mektup yazarak imparatora ittifak edip sulh içinde kalmaları teklifinde bulunur. İranlılar ile Romalılar arasında daimi bir dostluk akdedilmesini ister. Ancak bu öneri Romen Diyojen’i daha da kibirlendirir ve sunulan teklifi reddetmesine yol açar. Sultana mektup yazan “hain adamlar” bu kez Romen Diyojen’e, “Ey imparator, senin muazzam orduna karşı gelebilecek hiçbir kuvvet yoktur” der (Mateos:142).
Peki, Urfalı Mateos’un sözünü ettiği “hainler” kimlerdir? Sultan Alparslan’a mektup yazan “bu hainlerin” Dukas ailesi mensuplarıyla bir ilişkisi var mıdır? Yoksa Romen Diyojen henüz sefere çıkmadan önce mi kendisine karşı bir komplo hazırlamışlardır?
Urfalı Mateos’un anlattığına göre, sondan bir önceki gün Roma ordusuna kumanda edenler Ermeni asıllı Khatap ve Vasilag’dır. Şiddetli çarpışmalarda asker bozulur, Khatap ve Vasilag öldürülür, Roma ordusu firar eder. Bu vaziyeti gören Romen Diyojen bütün askerlerinin bir araya toplanması emrini verir, ancak kimse gelmez. Çünkü Tarkhaniat (Jozepf Trachaniotes) ve diğer bazı Romalı kumandanlar askerleriyle beraber Konstantinopolis’e dönmüştür. Roman Diyojen kendisine ihanet edildiğini anlar. Ertesi günkü savaşta Uzları (Oğuzları) sağ, Padzunakları da (Peçenekler) sol kanada yerleştirir. Ancak muharebe kızıştığı an, Oğuzlar ve Peçenekler düşmanın (sultanın) tarafına geçer ve Romalılar bozguna uğrayıp kaçmaya başlar. Sayısız Romalı asker kılıçtan geçirilir; büyük bir kısmı da esir alınır (Mateos:143).
Mikhael Psellos’un anlattıklarına bakarsak, Dukas ailesinin Romen Diyojen’e düşmanlığı, hattâ ihanet içinde olması sebepsiz değildir. Psellos, Romen Diyojen’in imparatoriçe Eudokia ile evlendikten sonra ona neredeyse bir savaş esiri gibi davrandığını söyler. Hattâ ölen imparatorun kardeşi Caesar’ı tutuklayıp öldürmek istediğini, ancak bir bahane bulamadan sefere çıktığını öne sürer. Romen Diyojen’in daha önceki seferlerde İran’dan herhangi bir ganimet elde etmeden döndüğünü, tek başarısının Roma düşmanlarını birleştirmek olduğunu kaydeder. İmparatorun son Malazgirt seferine çıktıktan sonra bile Kayseri’den geri dönmek istediğini, ancak, bunun bir rezalet sayılacağı için geri dönmediğini iddia eder (Psellos:102).
Attaleiattes, Romen Diyojen’in Kayseri’den geri dönmek istediğinden söz etmez; ancak Malazgirt’i alıp doğu sınırlarını pekiştirmesinden hemen sonra, bir an önce Konstantinopolis’e geri dönmek istediğini yazar. Gene Attaleiattes, sultanın kuvvetlerinden büyük bir bölümün Ahlat’a doğru ilerlediği haberinin alınması üzerine, Romen Diyojen’in Trachaneiotes’i ve seçme birliğini “İskit ve Franklara destek” amacıyla gönderdiğini söyler. Ancak ne Attaleiattes, ne Psellos ve ne de Urfalı Mateos, Ahlat’ta vuku bulmuş bir çatışmadan söz eder. Buna karşılık kimi İslâm kaynakları Bizans ordusunun bir kolunun Ahlat’ta yenilgiye uğratıldığını belirtir. İbnü’l Esir’e göre Bizanslılar yaklaşınca sultan öncü bir kuvveti yola çıkarmış; bu kuvvet “er-Rusiyye”nin başında bulunduğu yaklaşık on bin kişilik Bizans ordusunu Ahlat yakınlarında bozguna uğratmış; “er-Russiye” de yakalanmış ve sultana getirilmiştir (İbnü’l Esir, cilt 10, s. 72). İbn’ül Devadari, sultanın komutanlarından birini askerlerinden bir bölük ile ileri gönderdiğini; bu askerlerin Ahlat’ta on bin kişilik bir Bizans öncü kuvvetiyle çarpışma içine girdiğini; sayılarının ancak 800 olmasına karşın Bizans kuvvetini yendiklerini yazar. Gene Devadari, tutsak alınanların haçlarıyla birlikte sultana gönderildiğini, sultanın da buna çok sevinerek zaferin habercisi saydığını belirtir (Sümer-Sevim:56). İbn’ül Adim de, Bizans imparatorunun daha önce bir komutanı yirmi bin cesur ve zırhlı askerden müteşekkil bir öncü kuvvetle ileri çıkardığını; yanında haçı da olan bu komutanın Ahlat’a ulaşıp orada yağma ve tutsak almaya başladığını belirtir. İbn’ül Adim devamla, Türk ordusundan Sandak’ın komutasındaki Ahlat kuvvetlerinin onun üzerine yürüyerek Bizans komutanını yenip tutsak aldığını, Sultan Alparslan’ın kumandanın burnunu kestirdiğini ve ele geçirilen haçı da zafer müjdesi olmak üzere Bağdat’a yollaması için Nizamü’l Mülk’e gönderdiğini yazar (Sümer-Sevim:52).
Romen Diyojen’in yanlış bir strateji uygulamış olması veya Dukas ailesinin kendisine karşı hazırladığı tezgâha düşmesi, Sultan Alparslan’ın ve ordusunun Malazgirt’te kazandığı zaferi gölgelemez. Eğer Alparslan Bizans ordusundaki Türkler veya diğer muhalifler ile irtibat kurup bunların bir kısmını diplomatik ilişkiler sayesinde savaş dışında bırakmışsa, bunu da onun başarı hanesine kaydetmek gerekir. Zira savaşta başarı, sadece meydanlardaki çarpışmalara bağlı değildir.
[1] Bizanslı kronikçiler, Malazgirt savaşına katılmış olan Oğuzlar, Peçenekler ve Kumanları “İskitler” olarak tanımlar. Bkz Ripper, dipnot 416, s. 119.
[2] J. M. Hussey, Roma ordusunun Makedon, Bulgar, Kapadokyalı, Oğuz, Frank ve vergi ödeyen kimi yoksul Frigyalılardan oluştuğunu belirtmektedir. Askere iyi ödeme yapılmamaktadır ve ordu iyi donanımdan yoksundur. J. M. Hussey ordunun bu durumunu bir önceki imparatora bağlamaktadır. Bkz. 1017-1078 Chronographia, dipnot 260.
[3] Metinde Sultan Alparslan için “Pers ve Kürtlerin kralı” ifadesi kullanılmıştır.
[4] Her ne kadar bizim Türk filmlerinde, Bizans’a karşı tek başına savaşan bir kahraman olarak gösterilse de, aslında “Tarkan” Bizans ordusuna hizmet etmektedir.