AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan ve önemli bakanlıklar üstlenen Ali Babacan, bu yıl 9 Mart’da Demokrasi ve Atılım Partisi’ni (Deva) kurdu. Partinin kuruluş amacında “kuvvetler ayrılığı”, “yargının tarafsız ve bağımsızlığı”, “evrensel değerler çerçevesinde temel insan hakları”, “ifade ve basın özgürlüğü” “hesap verebilirlik” gibi ilkelerin oluşturulacağı bir Türkiye ideali tanımlandı.
‘SİYAH VE BEYAZ NE KADAR FARKLIYSA BİZ DE O KADAR FARKLIYIZ’
Babacan, Reuters ile yaptığı söyleşide mevcut iktidardan farklarını, “Siyah ve beyaz ne kadar farklıysa biz de iktidardan o kadar farklıyız. Yönetim tarzı, kendini hukukun anayasanın üstünde gören bir tarz. Biz öncelikle hukuku kuralları önemseyen bir partiyiz. Özgürlükler, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğüyle ilgili fiili durum oluşturuluyor. Sadece dava hapis süreçleri değil işlerini kaybeden gazeteciler, diğerleri rahat yazıp çizememeye başlıyor” diye açıkladı.
Babacan, ifade ve basın özgürlüğü gibi alanlarda sıkıntılar olduğunu kaydederek, sosyal medyayla ilgili yasa teklifi hazırlığının da yeni sıkıntı alanı olabileceğini vurguladı. Yönetim sistemi açısından güçler ayrılığının değil güçler birliğinin benimsendiğini, yargı ve parlamentonun tamamen yürütmenin direktifleri altına girdiğini savunan Babacan, güçlendirilmiş parlamenter sistemi ve güçler ayrılığını desteklediklerini vurguladı.
‘PARTİ BEKLENENDEN FAZLA İLGİ GÖRDÜ’
Babacan, üç ay önce kurulan partisinin beklentilerden fazla ilgi gördüğünü ve teşkilatlanma çalışmasını hızlı şekilde sürdürdüğünü belirterek, şöyle devam etti:
“Teşkilatlanmayı en kısa zamanda tamamlamayı düşünüyoruz. Malum, Türkiye’nin siyasi takvimi öngörülemez. Normalde seçimler 2023 Haziranı’nda ama Türkiye’de istikrarsızlığın arttığı dönemde erken seçim olur. Bazen baskın bazen erken ama olur. Türkiye’de istikrardan söz etmek mümkün değil. Her açıdan sıkıntılı bir dönemden geçiliyor. Dolayısıyla erken seçim sürpriz olmayacaktır. Seçime hazırlıksız yakalanmamak bizim için önemi. Teşkilatlanmayı tamamlayıp seçimlere en kısa sürede hazır olmak istiyoruz.”
ERKEN SEÇİM TARTIŞMALARI
Babacan, “Bu sene Ekim-Kasım gibi erken seçim olma ihtimali ne kadar zayıfsa Haziran 2023’e kadar sistemin dayanması ihtimali da o kadar zayıf. Biz 2021-22’de olası seçim için ihtimalinin daha yüksek olduğunu görüyoruz” dedi ve ekledi:
“İktidar halen işleri düzeltebileceğini zannediyor. Bu sene yapılabilecek seçim cumhurbaşkanlığı görev süresini 2.5 yıl kısaltacak. Bunu ne kadar arzu ederler emin değilim. Erken seçimi ne tetikler? İttikaf bozulursa, ki küçük ortağın erken seçimi tetikleme gibi bir durumu var, ya da ülkenin ekonomik, siyasi, sosyal şartları iktidarı çok zorlayabilir. İktidarın siyasi meşruiyeti kalmaz. Şartlar onları seçime zorlayabilir.”
Babacan, şu anda ittifak için hiç bir kesimle görüşmeleri olmadığını belirtti ve yasalar çerçevesinde kurulmuş bütün siyasi partilerle diyalogları olduğunu söyledi.
‘İKTİDAR KANADININ ARTIK ÖZGÜVENİ YOK’
Cumhur İttifakı’nın Siyasi Partiler Yasası üzerindeki çalışmaları değerlendirirken, üç ay önce kurulan partisinin toplumda geniş yankı bulmasının iktidar tarafından görüldüğünü belirten Babacan, “İktidar kanadının artık özgüveni yok, İstanbul, Ankara, Antalya… belediyeleri nasıl kaybedildiyse bugün seçim olsa sonucu öyle olacak, bunu görüyorlar. Bizim seçime girmemizi engellemek için kafalarda bir sürü planlar dolaşıyor” diyerek şöyle devam etti:
“İçten içe yaşanan paniğin dışa vurumu olarak görüyorum. Seçimle ilgili yasalarda değişiklik yapılırsa DEVA’nın önünü kesme amacıyla olur. Bu tür oyunlar tutmuyor. Halkın desteği oluşuyorsa bunun önüne siz oyunlarla, yasalarla, tuzaklarla geçemezsiniz.”
‘DAHA DÜŞÜK DESTEKLE NASIL İKTİDARIMIZI SÜRDÜRÜRÜZ DERDİNDELER’
İktidarın barajı yüzde 5’e indirerek daraltılmış bölge sistemini getirme düşüncesinde “yönetimde istikrar, temsilde adalet” sistemi çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğini, şu anda temsilde adaletin zayıf kaldığını kaydeden Babacan, “Toplumsal mutabakat arayışı lazım… Oyunun ortasında kuralları değiştirmek yakışmaz… Sadece iktidar tarafında değil, muhalefeti de içine alan bir çalışma gerekiyor. İttifak tarafında tamamen panik görüntüsü var. Daha düşük destekle nasıl iktidarımızı sürdürürüz derdindeler. Buradan sağlıklı bir şey çıkacağını düşünmüyorum” dedi.
Siyasete girdiğinden bu yana söylediği her sözün arkasında olduğunu ve altına imza atabileceğini ifade eden Babacan, geçen zamanda önemli bir tecrübe birikimi olduğunu belirterek, şunları söyledi:
“Geçmişte parlementonun güçlü olmasını hep istedik, hukuk vurgusu vardı konuşmalarımda; hükümetin otoriter eğilimlerini hep görüyordum. Orta gelir tuzağını ilk ben ortaya attım, maalesef gerçekleşti. Üst gelirden orta gelire yükseliyorduk o dönemde. Hukuk olmazsa bunu yapamayız dedik. Kişi başına milli gelir 12,500 dolardan 9,100 dolara indik geçen sene. Bu sene 7,500 dolar civarı olacaktır. Şu anda benim korkum fakirlik tuzağına düşmesi Türkiye’nin ve oradan da çıkamaması.”
‘GAZETECİLERE DİYECEĞİM Kİ PATRONLARINIZA TELEFON GİTMEYECEK’
Mevcut yönetimden farkı ortaya koymak için yönetim yetkisini almaları gerektiğini kaydeden Babacan, şunları söyledi:
“Gazetecilere diyeceğim ki patronunuza telefon gitmeyecek. Yargıya artık bağımsızsınız, iktidar baskısı yok deyince sorunların yarısı çözülecektir. Bunun için yasayı değiştirmeye gerek yok. Beklentileri yönetmeye başladığınızda bile ekonomik sorunların yarısını çözersiniz.”
Babacan, yeni anayasa için ekip oluşturduklarını, güçlendirilmiş parlamenter sistemi getirmek istediklerini belirtti. “Kurumlar bağımsız çalışamıyor, istişare yok. Eskiden böyle değildi. Şimdi saraydan bir talimat geliyor. Kurumların görevi şimdi sadece bu talimatı yerine getirmek. Bu doğru mu yanlış mı diye bakılmıyor. Kimsenin ne itiraz edecek gücü ne cüreti var. Yanlış talimatlarla büyük problemlerin içine düşünülüyor maalesef” diyen Babacan, geçmişte dünyada ihtilafların çözümünde taraf olan Türkiye’nin artık “yurtta kutuplaştır taraf ol, dünyada kutuplaştır taraf ol” ilkesini savunduğunu kaydetti.
Suriye ve Libya’da Türkiye’nin ciddi şekilde taraf olduğunu Babacan, “Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları var ama Türkiye çok yalnız. Maritime deali çok önemsiyorum; uluslararası hukuk zemini de var. Bu anlaşma önemli ama bakıyoruz Kıbrıs çevresindeki gelişmelere, eğer yalnızsanız ne kadar haklı olsanız haksız duruma düşebiliyorsunuz. Türkiye karşıtlığını dünyada çoğalttı” dedi.
EKONOMİK SORUNLAR
Babacan, pandemi öncesi başlayan sorunlara ekonomi yönetiminin bütüncül yaklaşmadığını, kurallı ve üç yıl vadeli bir programa dönülmesi gerektiğini belirterek, Türkiye’den parasını çıkarana “vatan haini” diyerek sonuç alınamayacağını, birkaç adım sonrasının sermaye kontrolü kategorisi olacağı konusunda uyardı.
“En büyük risk TCMB’nin kural dışı kullanılmaya başlanması ve ne zaman normale döneceğiyle ilgili en ufak bir sinyal olmaması” diyen Babacan, Reuters ile yaptığı söyleşide, “Birkaç adım daha atarlarsa Türkiye kambiyo rejiminin değiştiği, sermaye kontrolünün geldiği kategoriye pat diye düşecek… Türkiye’den parasını çıkarana vatan haini derseniz, hamaset yapasanız sonuç alınmaz” dedi.
Sermaye kontrolünün siyah-beyaz değil grinin tonlarından oluşan bir alan olduğunu, şu anda Türkiye’nin daha koyu bir değere doğru gittiğini söyleyen Babacan, sınırı geçmeye çok az bir mesafe kaldığını vurguladı.
‘SORUNLAR PANDEMİ ÖNCESİ’
Babacan, pandemi öncesinde de ekonomide “ciddi sorunlar” olduğunu, genç işsizliğin ilk defa yüzde 27’yi gördüğünü, ekonomik durgunluk, inşaat, enerji, bankacılık sektörü bilançoları ile, devalüasyon, enflasyon ve TCMB rezervlerinin gündemde olduğunu belirtti.
Salgın öncesindeki sorunlara işaret eden Babacan, “Mali alan kalmamıştı. TCMB yıllarca birikmiş yedek akçeyi bir seferde bitirdi. Bütçede ciddi bir sıkışma vardı. Kurumlar itibarını yitirmişti; TCMB ve TÜİK gibi kurumlar itibarını yitirmişti. Ekonomide durum ‘pandemi geldi herşey oldu’ gibi değil” dedi ve şöyle devam etti:
“Ekonomide serbest piyasa mekanizmalarından uzaklaşmıştı… kuru soğan, marul fiyatını dikte eden, döviz fiyatını dikte etmeye çalışan (bir yönetim tarzı)… manavı-kasabı korkutup belki birşey yaparsınız ama uluslararası piyasalar öyle çalışmıyor. Kurumlarımız zayıflamıştı, TÜİK, TCMB olsun… Zaten tablo çok kötüydü, Türkiye ekonomik olarak zor bir dönemde pandemi ile karşı karşıya kaldı.”
Salgın sonrası ekonomi yönetiminin öncelikle tedbirleri bir bütünlük içerisinde açıklayıp uygulayamadığını, “parça parça, bölük pörçük” müdahale edilmeye çalışıldığını kaydeden Babacan, “Bir yangın var ama ‘oraya biraz su atalım, buraya biraz köpük sıkalım..’ Bir büyük resim içinde müdahale yapılmadı. Asıl planı kimse bilmiyor? OVP içinde yapılması gerekiyordu. Öyle bir tecrübe ve insan kaynağı yok. Yapamadılar, olmadı” dedi.
MERKEZ’İN REZERV SORUNU
Babacan, yaşanan sorunlar karşısında ekonomi yönetiminin TCMB’yi kullanmayı istediğini ancak rezerv sorunu bulunduğunu vurgulayarak, “Likidite sağlanırken rezerviniz yoksa paranızın değeri düşer. Para basmaya başladılar hemen arkasından devalüasyon dalgası geldi. Türkiye uluslararası mekanizmalardan kaynak sağlamalıydı. Ama bunlar olmadı. Uluslararası saygınlık açısından ciddi bir sorun da var. Döviz gerekiyor; TL basıyorlar ama döviz gerekiyor” dedi.
Ekonomi yönetiminin yaşanan durum karşısında swap anlaşmasıyla döviz bulmaya çalıştığını ve Katar ile anlaşmanın 5 milyar dolardan 15 milyar dolara çıkarıldığını belirten Babacan, “Swap anlaşmasından alınan nefes geçici; çünkü hazıra dağ dayanmaz. Rakamlar Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü için yeterli değil. Türkiye’nin Fed ile 60 milyar dolarlık anlaşma yapan gruba girmesi gerekiyordu. İdeali Avrupa Merkez Bankası ile bir şeyler yapmaktır” dedi.
Babacan, 10 milyar dolar gibi bir kaynak geldiği farz edilse bile bu tutarların Türkiye ekonomisindeki sorunları çözemeyeceğini belirterek, “Havuzda delik var, siz buradan para koyuyorsunuz. Öncelikle Türkiye’de ekonomi yönetimini rasyonelleştirmek lazım.. Yeniden kurallı bir yönetime dönmek lazım; en az üç yıl vadeli bir programa geçmek, bağımsız kurumları güçlendirmek lazım” dedi.
‘TCMB MORFİN OLARAK DEVREYE SOKULDU’
Son dönemde sorunların giderilmesi için TCMB’nin devreye sokulduğunu, bunun bir morfin olduğunu kaydeden Babacan, “Morfin kendimi iyi hissettiriyor ama acının çaresini bulmak lazım. TCMB’nin ne zaman nasıl devreden çıkacağının açıklanması gerekiyor. TCMB kullanılmaya başladıktan sonra paranın itibarı dikiş tutmaz. TL kolayına çevre ülkelerde kullanılmaya başlanmadı. En büyük risk TCMB’nin kural dışı kullanılmaya başlanması ve ne zaman normale döneceğiyle ilgili en ufak bir sinyal olmaması” dedi.
“Dünya yapıyor ama bastıkları para rezerv para, bizim paramız rezerv para değil. TCMB’nin ne zaman normale döneceğini bugünden ortaya konması gerekiyor. Yoksa Türkiye kısa bir süre sonra enflasyon-devalüasyon, devalüasyon-enflasyon sarmalına girebilir. Onu kesmek durdurmak da çok maliyetli olur” diyen Babacan, şöyle devam etti:
“Pandemi sonrası ilk devalüasyon-enflasyon dalgası geldi. Enflasyon talepten dolayı olmayacak diye bir hesap var ekonomi yönetiminde. Elde stok olduğu sürece eski fiyattan satılır. Ama yeni maliyetlerle üretim devreye girdiği anda kimse eski maliyetten satış yapmaz. Arz tarafından yaratılacak bir enflasyon olabilir çünkü maliyetler artıyor… Yeni döviz kaynakları bulunamazsa yeni bir dalga gelebilir.”
KATAR İLE SWAP ANLAŞMASI
Katar ile swap anlaşmasının birinci dalganın hızını biraz azalttığını, yeni döviz kaynakları bulunamazsa yeni bir dalganın daha geleceğini vurgulayan Babacan, “Yeni dalgayı önlemek için (ekonomiyi) daha da kapatılırsa ayrı bir hikaye olur. O zaman Türkiye’de çift kur olur, bu işin karaborsası da olur. Türkiye’nin yapması gereken bir an önce ihtiyacı olan dövizi sağlaması” dedi.
Babacan, itibar ve güveni sağlayamayan bir ülkeye dövizin nasıl geleceğinin büyük bir soru işareti olduğunu, TÜİK verilerine olan güvenin yeniden sağlanması gerektiğini vurgulayarak, şunları söyledi:
“Yoksa durum felaket… Ekonomi tarafında bağımsız kurumları çok önemsiyoruz. Şu andaki iktiradın bağımsız kurumların çalışmasına imkan vermiyor. En bağımsız olması gereken TCMB ve TÜİK gibi kurumlar tamamen talimatla iş yapıyor ve bu da açık açık söyleniyor. Lafta bağımsızlık vardı şimdi o bile yok.”