15 Temmuz (2016) gününe ve gecesine dair zihinlere asılı kalmış istifhamların büyük çoğunluğunun, o günün ve gecenin iki önde gelen figürüyle bağlantılı olduğunu söylemiştim: 15 Temmuz’un Genelkurmay Başkanı Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Fidan. Hatta bu diziyi, başka cevapsız soruların varlığına rağmen sadece doğrudan onlarla bağlantılı olanlarla sınırlı tutmuştum.
Akar ve Fidan’ın bu konularda hiç konuşmaması, zihinlerdeki soruları büyüten bir rol oynuyor. Soruların zihinlerde bu şekilde büyümesinde katalizör rolü oynayan unsurlar da var. Birincisi, her ikisinin de TBMM’de kurulan 15 Temmuz Darbesi’ni Araştırma Komisyonu’nun davetine icabet etmemesi ve bu kararlarını da Cumhurbaşkanı’na danışmadan almış olmalarına ihtimal verilmemesi.
ikinci nokta da, bizzat bu ikiliye dair zamanın Cumhurbaşkanının ve Başbakanının sarf ettiği imalı sözler… Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Akar ve Fidan’ın darbeyi kendisine bildirmemelerine ilişkin yaptığı ilk ve son değerlendirmede “dere geçilirken at değiştirilmez” demiş, Başbakan Binali Yıldırım da darbeyi kendisine haber vermeyen MİT Başkanı Fidan’la ilgili çok ilginç bir ithamda bulunmuştu.
Türkiye’de her şey çok çabuk unutuluyor, bakın Başbakan Yıldırım darbeden iki hafta sonra çıktığı bir televizyon programında kendisine yöneltilen bir soruya nasıl cevap vermişti (Hande Fırat’ın sunduğu özel program, CNN Türk, 2 Ağustos 2016):
Soru: “Türkiye Cumhuriyeti’nin MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları Genelkurmay karargahında bir araya geliyorlar. Birtakım önemli tedbirler alıyorlar ama Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bu konuyu eniştesi, Başbakanı da akrabası, eşten dosttan, korumalardan öğreniyor. Yani tüm bu noktada, üzerinden 15 gün geçti ama millet de bunu doğal olarak sorguluyor. Geldiğiniz noktada net yanıt alabildiniz mi?”
Cevap: “Ben bunu Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanına sordum. Yani bu nasıl olur dedim? Başbakanın haberi yok, Cumhurbaşkanının haberi yok. Tamam Genelkurmay Başkanının bilgisinin olması gayet doğal ama aynı zamanda Başbakana da söylemeniz gerekiyor çünkü siz Başbakana karşı sorumlusunuz, bağlısınız. Tabii onun cevabını veremedi. Herhangi bir şey de söyleyemedi, doğrusu bu.”
İşte ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı darbe girişiminden sonra böyle şeyler söylüyorlar fakat bundan hiçbir sonuç çıkmıyor. Eh, böyle bir atmosferde zihinlerde soru oluşmasın da ne olsun?
Parlamento komisyonlarına gitmenin zorunlu olmaması işte böyle günler için
Türkiye’de parlamento komisyonlarının yetkileri ABD’deki emsallerinin yetkileriyle kıyıslanabilir değil. Her şeyden önce istediklerini ifade vermeye zorlayamıyorlar. Ancak davette bulunabiliyorlar, davet alan gitmezse yapacak bir şey kalmıyor. Bu durumda onlara sorular yazılı olarak gönderiliyor ve sorular, iktidar partisinin domine ettiği komisyon başkanlığı tarafından hazırlandığı için de can alıcı olanlar ayıklanabiliyor.
Mesela sonradan öğrendik ki, 15 Temmuz Komisyonu başkanlığı Hulusi Akar’a, sonradan darbeyi yönetmekle suçlanıp tutuklanan tümgeneral Mehmet Dişli’nin o gecenin sabahında Akar’ın helikopterinde ne aradığı sorulmamış… Yüz sıradan insana “O geceye dair Akar’a tek bir soru soracaksınız, nedir sorunuz” dense muhtemelen hepsi “helikopter” sorusunu soracak ama, işte komisyon başkanlığının aklına bu soru gelmemiş. Dolayısıyla biz bugün hâlâ helikopter sorusunun cevabını bilmiyoruz.
MİT Başkanı TBMM Komisyonu’na gelseydi ona sorulacak birinci soru ne olurdu?
“Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan Genelkurmay Karargâhı’ndaki toplantıdan 20:17 gibi ayrılıp, Yenimahalle’de bulunan MİT karargâhına geçmişti. Yemekli randevusu saat 20:30’daydı. Konukları gelmişti, yemek yiyerek toplantı yapıyorlardı.”
Bu satırlar, o gecenin “kamera arkası”nı “24 Saat” adlı kitabında anlatan CNNTürk Ankara Temsilcisi Hande Fırat’a ait.
Fidan’ın o geceki misafirleri Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile bazı muhalif Suriyeli siyasetçilerdi…
Çok tuhaf değil mi? O gece MİT’e helikopterlerin inip MİT Müsteşarına karşı operasyon yapılacağı istihbaratı geliyor ve fakat MİT müsteşarı o geceki yemeği iptal etmeyerek hem kendi hayatını hem de konuklarının hayatını tehlikeye atıyor. Ayrıca, o altın saatlerde mikro düzeyde MİT’in, makro düzeyde de ülkenin alt üst olma ihtimaline karşı neler yapılması gerektiği üzerine kafa yorulmuyor da yemeğe oturuluyor.
Bu bana hiç makul ve mantıklı gelmiyor.
Hakan Fidan’ın komisyonda ifade vermesi sağlanabilseydi, sanırım milletvekilleri en çok bu yemekle ilgili sorular soracaktı. Fakat olmadı ve bu soru da cevapsız kalmış durumda. Bu durumda da gazeteciye spekülatif bazı sorular sorma hakkı doğuyor.
Düşünüyorum da Fidan’ın o geceye yemekle başlamasının tek bir makul açıklaması geliyor aklıma: Darbecilere, sanki hiçbir şeyden haberinin olmadığı intibaını vermek.
Fakat bu da işte yine o tekinsiz soruyu getiriyor akla: Akar ve Fidan, darbe başlamadan bitirmek ellerindeyken bunu yapmayıp darbecilerin kısmî bir güçle sokağa çıkmasını mı beklediler?
15 Temmuz’da darbecilerin karşısında direndiklerini herkesin teslim ettiği iki komutanın “birliklerden kimse çıkmayacak emri verilseydi darbe başlamadan durdurulurdu” ifadeleriyle birleştirildiğinde, bu spekülatif sorunun ağırlığı daha da artıyor.
Bu mini dizinin son bölümünü de önceki bölümlerin son cümleleriyle bitiriyorum:
Belki de bu dizide sorduğum bütün soruların ikna edici cevapları vardır. Fakat hiç kimse hiçbir soruya cevap vermeyince, “demek ki ikna edici bir cevabı yokmuş” demekten başka çare kalmıyor.