***
Türkiye’de Karabağ denildiğinde akla gelen Ermeni işgali ve Hocalı soykırımının başı çektiği ölümler olsa da; Azerbaycan saflarında işgal ve etnik temizliğe zemin hazırlayan, film senaryolarını aratmayacak siyasi entrika ve ihanet zinciri hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor.
Oysa Ermenistan’ın, kendisinin 3 katı büyüklükte olan bir ülkeye karşı 90’lı yıllarda cephede sağladığı ‘başarı’nın şifreleri, Azerbaycan için en az uğranılan işgal ve katliam kadar hüzünlü bir öyküye sahip.
Yine Türkiye’de konuyla ilgilenen çok kişi var gibi görünse de aslında insanlar destekledikleri futbol takımının maçını izler gibi keyifle takip ediyorlar çatışmaları.
‘Karabağ’ isminin Azerbaycan’da ifade ettiği tarifsiz yıkımın tam olarak anlaşıldığını söylemek ise malesef güç.
1 Milyon insanın yurtlarından edildiği savaş, Azerbaycan’da yaşayan her 7 kişiden 1’inin ölüm korkusu ve silah tehdidi altında göç etmesi demekti.
Azerbaycan küçük bir ülke olduğu için fark edilmiyor ancak Türkiye’ye uyarladığımız zaman yaklaşık 12 milyon insan demek bu.
Azerbaycan’da halkın yaşadığı bu travmanın yanı sıra siyasetçilerin de bilinç altına yerleşen, bıçak kadar keskin bir anlamı var savaşın. Bağımsız Azerbaycan’ın kısa tarihinde hemen hemen tüm siyasetçilerin kaderini belirledi çünkü Karabağ sorunu.
Kiminin hayatını mahvederken ve hayallerini diri diri toprağa gömerken, kimilerine ise rüyalarında dahi göremeyeceği müthiş bir saltanat yaşama fırsatı sundu dolaylı olarak.
Karabağ olarak bilinen topraklarda asıl ihtilaflı olan bölge Azerbaycan sınırları içinde yer alan ancak nüfusun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturulduğu dikdörtgen şeklindeki bu alan. Burası isminden anlaşılacağı üzere keskin dağ ve vadilerden oluşan ‘Dağlık Karabağ’.
‘Karabağ’ olarak isimlendirilen bölge ise Dağlık Karabağ’ın etrafında bulunan ve hukuken Azerbaycan’a ait olduğu tartışmasız olan 7 yerleşim biriminin(rayon) Ermeniler tarafından işgal edilerek Dağlık Karabağ’a bağlanması sonucu oluşan alanın tamamı.
Aslında Ermenilerin Dağlık Karabağ dışındaki bölgede tarihsel olarak hak iddia etmedikleri söylenebilir. Buradaki işgalin ana sebebi Azerbaycan topraklarıyla tampon bölge oluşturmak ve Dağlık Karabağ’ın güvenliğini sağlamak, pazarlık masasında da takas için koz olarak kullanmak.
Bölgedeki Ermenilerin bağımsızlık ilanından sonra, Artsakh adını verdikleri de facto egemen devletin sözde bekası ve güvenliği için Azerbaycanlılara karşı başlatılan etnik temizlikle adını duyurdu Dağlık Karabağ.
Sistematik katliamın yaşandığı ilk bölge ise ‘dikdörtgen’i enine bir uçtan diğerine bağlayan ve bölgedeki tek hava alanının bulunduğu, nüfusun ise Dağlık Karabağ’ın genelinin aksine Azerbaycanlılardan oluştuğu stratejik konumlu Hocalı’ydı.
Bölgedeki Ermeniler karşısında askeri olarak acziyet içinde olan Bakü yönetiminin kendi vatandaşlarını etnik temizlikten koruyacak yetkinliğe sahip olduğunu söylemek hayli zordu.
26 Şubat 1992 günü yaşanan ve birçok ülke tarafından soykırım olarak tanınan Hocalı katliamı önlenemediği gibi, yaşanan facianın haberi Bakü’ye 4 gün sonra ancak ulaşabilmişti.
Hocalı’nın ardından 8 Mayıs 1992 günü stratejik olarak öneme sahip bir başka kent olan Şuşa Ermeniler tarafından işgal edildi. 18 Mayıs 1992 günü ise nüfusunun çoğu Azerilerden oluşan Laçin’e geldi sıra.
Bu hüzünlü türküyü daha önce dinleyenlerin kulağına aşina gelen Laçin, Dağlık Karabağ sınırları içinde yer almamasına rağmen savaşın faturasını en az Hocalı kadar ağır ödedi. Sebebi ise belki de o güne kadar işgal edilen toprakların hepsinden daha kıymetli olmasıydı.
https://www.youtube.com/watch?v=DwWrpsRBCd0
Ermenistan ile sınırı olmayan ve Azerbaycan topraklarıyla çevrili, dış dünyadan izole olan Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a açılabilecek tek kapısıydı Laçin.
Adına ‘Laçin Koridoru’ denilen ve Dağlık Karabağ Ermenilerinin 90’larda ayakta kalmasını sağlayan, Ermenistan’dan lojistik ve ikmal sağladıkları ana arterin bedelini çok ağır ödedi şehir 1992’nin Mayıs’ında.
İşgallerin yaşandığı sırada Azerbaycan’da Moskova yanlısı olan devlet başkanı Ayaz Muttalibov acziyet içinde buna cevap veremediği gibi, diplomatik kanalları da ancak Rusya’nın izin verdiği ölçüde kullanabiliyordu.
O dönem Azerbaycan’ın ordu olarak isimlendirebilecek düzenli askeri gücü zayıfken, Karabağ’daki Ermenilere bağlı askeri birlikler çok yüksek moral ve motivasyonla Ermenistan’ın fiziki desteğini de alarak ‘süpürme’ harekatına devam ettiler.
90’lı yıllarda Ermenistan’ın lehine olan askeri güç dengesi bugün dahi Azerbaycan devlet başkanı İlham Aliyev’in açıklamalarının satır aralarındaki “hani nerede o yenilmez Ermenistan ordusu?” sözlerinden anlaşılabilir.
Azerbaycan’ı kasıp kavuran çaresizliğin Ayaz Muttalibov üzerindeki baskıyı artırması sebebiyle beklenen haber geldi ve Moskova yanlısı devlet başkanı, Hocalı katliamının ardından, Mart ayında görevinden istifa ettiğini duyurdu. Ardından da Rusya’ya kaçtı.
Birşeyler yapılmazsa hiçbir savunması olmayan Nahçivan’a ve hatta Bakü kapılarına kadar gelmesinden korkulan Ermeni birliklerine karşı halkı diri tutan umut ise Halk Cephesi adıyla örgütlenen parti ve lideri olan Ebulfez Elçibey’di.
Eski adıyla Lenin, yeni adıyla Azatlık meydanında bu kalabalıkları bir araya getirebilen bir başka siyasetçi görmedi bağımsız Azerbaycan tarihi. Ülkede tepeden tırnağa her alana hakim olan ve -şaibeli- seçim sonuçlarına göre %86 oy alan mevcut devlet başkanları da dahil.
7 Haziran 1992 tarihinde yapılan seçimde oyların yaklaşık %55’ini alan Elçibey Azerbaycan’ın halk tarafından seçilen ilk devlet başkanı olarak göreve başladı.
Azerbaycan 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiş olmasına rağmen, Elçibey’in iktidara geldiği dönem filli olarak halen Rusya’nın özerk bir eyaletinden farklı durumda değildi. Kendisi de ülkenin her yanında cirit atan Rus ajanları tarafından izlenmekteydi.
Azerbaycan kendisini savunacak nitelikli bir orduya sahip değilken, ülkede Rusya adına görev yapan tümen seviyesinde dev birlikler ve Bakü’de Hazar Denizi’ndeki en büyük deniz üslerinden biri bulunmaktaydı.
90’lı yıllarda eski Sovyet ülkelerinde yazılı olmayan bir teamüle göre göreve gelen devlet başkanları ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya yapmak durumundalardı.
Ancak bu teamüle uymayan ilk kişi Azerbaycan’daki seçimlerden 17 gün sonra Ankara’yı ziyaret eden Elçibey oldu.
Azerbaycan’a dönüşte para birimi olarak Manat’ı bastıran, petrol kuyularını işletmek için Socar’ı kuran, Rus askerlerini ülkeden çıkaran Elçibey, eski Sovyet ülkelerinin Rusya’nın güdümünde kalmaları için kurulan BDT’ye de üye olmayacaklarını ilan etti.
29 Ekim 1992 günü Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Türkiye’ye ikinci ziyaretini gerçekleştiren Elçibey, dağınık halde bulunan ve Ermenilere karşı koymakta güçlük çeken Azerbaycan ordusunun Türkiye tarafından eğitilmesi için önemli adımlar attı.
O dönem Ermeni birlikleri ağırlıkla Afganistan savaşından tecrübe sahibi, nitelikli asker ve milislerden oluşurken Azerbaycan‘da Kızıl Ordu geçmişi olan asker sayısı daha az olduğu için cephede tutunmaları daha güçtü.
Ancak Elçibey tarafından Karabağ’a atanan albay Suret Huseynov, emrindeki milis ağırlıklı ancak savaş yeneteneğine sahip kuvvetlerle kısa sürede kaybedilen toprakların önemli bölümünü Ermenilerden geri almayı başardı.
Ruşen Cevadov isimli Kızıl Ordu saflarında, Afganistan savaşında görev yapmış bir diğer tecrübeli asker de Türkiye ile koordineli olarak eğitilen OMON isimli özel kuvvetlerin komutanı olarak Karabağ’da başarı sağladı. Cephede işler Azerbaycan için yavaş yavaş yoluna giriyordu.
Aynı dönem Dağlık Karabağ’da savaşmaları için hem Ermeniler, hem de Azeriler tarafından yabancı savaşçıların bölgeye girişi sağlandı. Ermenistan saflarında ağırlıkla Rusya’dan gelen gönüllü ve paralı askerlerin yanı sıra Ortadoğu ve Batı’dan gelen diasporada mensupları da vardı.
Ermenistan ordusunda savaşan en ünlü ve en etkin diaspora mensubu Monte Melkonyan isimli ABD doğumlu, ancak aşke kökeni Merzifon’a dayanan ASALA lideridir.
Türk diplomatlara karşı yapılan terör saldırılarının planlayıcısı ya da uygulayıcısı olmakla suçlanan Melkonyan Fransa’da 3,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra tahliye olur ve Ermenistan’a kaçar. Buradan da Karabağ savaşına katılır.
Daha önce Lübnan iç savaşında da yer alan Melkonyan askeri eğitim almamasına karşın tecrübesi ile grupları komuta edecek yeterliliğe erişir ve Karabağ’da kendisine bağlı yaklaşık 4000 milisten oluşan büyük bir grupla savaşa dahil olur.
Marksizm ve Ermeni milliyetçiliğini harmanlayan Melkonyan ABD’de iyi bir eğitimi ve müreffeh bir hayatı geride bırakarak kırmızı bültenle aranan bir terörist olmayı göze almıştır. En ünlü sözü ise “Karabağ bizim kitabımızın son sayfası, çevirirsek yok oluruz”dur.
Kardeşi Markar Melkonyan, Monte’nin savaş sırasında tuttuğu günlükleri derlediği bu kitabı yazmıştır(Kitapta Melkonyan’ın Hocalı soykırımını bir intikam olarak değerlendirdiği ve olumladığı yönünde bilgilerin olduğu söyleniyor ancak ben okumadığım için teyid edemiyorum)
Melkonyan, 1993 yılında Karabağ’da çıkan bir çatışmada ölür ve Ermenistan’ın başkenti Erivan’da kendisi için yapılan anıt mezara gömülür.
Düzenli Ermeni birliklerinde görev alan ve dış ülkelerden ithal edilen en ünlü asker ise Afganistan savaşında büyük başarılar elde eden Ukrayna doğumlu eski Sovyet general Anatoly Zineviç’tir.
Afganistan’da görev süresini gönüllü olarak uzatan az sayıda Sovyet askerinden biri olan Zineviç, sonradan katıldığı Ermeni ordusunun 1992 ve 93 yıllarında sahada kurduğu üstünlükte önemli pay sahibidir.
Buna karşılık Azerbaycan ise Abhazya’da devam eden çatışmalardan dolayı hazır halde bulunan ve çoğunluğu Çeçenler’den oluşan Kuzey Kafkasyalı silahlı gruplardan yardım alır. Grupları komuta eden kişi ilerleyen yıllarda adını sıkça duyuracak olan Şamil Basayev’dir.
Anatoly Zineviç ve Basayev Karabağ’da biri esir takası olmak üzere iki kez karşı karşıya gelirler. İkinci karşılaşmaları Basayev’in beraberindekilerle birlikte Ermeni birliklerince pusuyla düşürülmesidir ancak Basayev kurtulmayı başarır.
Zineviç, yıllar sonra vereceği röportajda, “Basayev’in ileride Rus halkının başına böylesi bir bela olacağını bilseydim(Budenovsk eylemini kastediyor) onu ne pahasına olursa olsun öldürürdüm” diyecektir.
Ermeni birliklerinin kazandığı çoğu başarının mimari olan Zineviç 2000 yılında ‘asıl vatanım’ dediği Erivan’da ölür ve o da burada bir anıt mezara defnedilir.
Basyev komutasındaki Çeçenler için ise durumun pek parlak olduğunu söylemek güçtür. 1993 Yılının ortalarında Azerbaycan ordusundaki komuta kademesiyle anlaşmazlığa düşen Basayev, komutasındaki savaşçılarla Karabağ’dan çekilir ve Çeçenistan’da zehir zemberek açıklamalar yapar.
“Biz Karabağ’a zafer kazanmak için değil, Cihad için gittik ancak ortada bir Cihad yoktu. Tüm yükün 19-20 yaşındaki çocukların omuzlarında olduğu savaşta sorumluluk alacak ve askerine güven verecek bir komuta mekanizmasından yoksundu Azerbaycan.
Ermeni ordusunun deneyimli savaşçıları varken, bir tavşana bile ateş edemeyen gençlerin cepheye itildiği ancak arkalarında kimsenin durmadığı askeri bir felaket yaşanıyordu Azerbaycan ordusunda.
Biz bu körpe çocukları eğitmeye çalışırken nicelerinin kendi komutanları tarafından pusuya düşürüldüklerine şahitlik ettik. Bu durum herkesçe görüldüğü için 1993’te firar sayıları patladı, bazı askerler ise silahlarını Ermenilere satmaya başladı.
Karabağ’ın yer yanı dağlarla örtülü olduğu için doğal bir kale vasfında. Bu yüzden ele geçirmek çok zor ancak savunmak kolay. Biz zor olanı başarıp Suşa’yı ele geçirdik ancak 100 askerle korunabilecek bu rayonu korumadı Azerbaycan ordusu…”
Bu sözlere 1’e 10 katan Ermeni basını; Basayev’in “Bana 20 Ermeni savaşçı verin, tüm Rusya’yı zaptedeyim” dediğini iddia ederek askerlerine kahramanlık öyküleri anlatmaya ve moral propagandası yapmaya başladı.
Oysa Basayev’in anlatmak istediği çok başka bir şeydi.
Azerbaycan cephesinde ise soğuk duş etkisi yapan bu sözlere, Basayev’in bölgeye para karşılığında geldiği ve parada anlaşılamaması sebebiyle cepheden çekildiği şeklinde açıklama getirildi.
Ancak Azerbaycan ordusunda durumun Basayev’in anlattığından çok daha vahim olduğu, Elçibey’in cephedeki sağ kolu olan Rahim Gaziyev’in Rus ajanı olduğunun ve Şuşa’yı Ermenilere kasten teslim ettiğinin deşifre olmasıyla ortaya çıktı.
Elçibey tarafından derhal görevden alınan Rahim Gaziyev hakkında yakalama kararı çıkarılırken, Gaziyev’in buzdağının sadece görünen kısmı olduğu birkaç hafta sonra Elçibey adına bir başka şok edici tecrübeyle ortaya çıkacaktı.
Bizzat Elçibey tarafından görevlendirilen ve Ermeni ordusuna karşı büyük başarılar elde eden, hatta bu başarılarından dolayı da üstün hizmet madalyasıyla ödüllendirilen Albay Suret Huseynov, Karabağ’daki tüm cephelerden kurşun atmadan çekilmeye başlamıştı.
Suret Huseynov’un ve birliklerinin çekilmesi sonrası, tam Ermeni işgalinin önünün kesildiğinin düşünüldüğü dönemde, 2 Nisan 1993’te Kelbeçer, 28 Haziran 1993’te Ağdere hazin şekilde düşer.
Bu bölgelerin Azerbaycan’la kara ulaşımı olmadığı için katliamdan kaçmaya çalışan sivil halk ancak sınırlı sayıdaki helikopterlerle tahliye edilmeye çalışıldı.
Can korkusuyla helikopterlere koşan Kelbeçer’li siviller kapasitenin üzerinde yük oluşturduğu için gazetedeki bu helikopterin maalesef ertesi gün düştüğü haberi gelmiştir.
Karabağ’da her şey kontrol altına alınmışken cepheden çekilen Azerbaycan birlikleri ve devamında gelen hezimet, Elçibey’e olan halk desteğinde ciddi düşüşe sebep olur.
Ordu içindeki Rusya yanlısı kliklerin bu kumpasla hedefledikleri de tam olarak budur.
İsyancı komutanların başını çeken Suret Huseynov ketum ve içine kapanık biri olmasına rağmen Elçibey’e karşı tavrı, iddiaları, suçlamaları ve istekleri çok nettir.
Huseynov’a göre Türkiye ile kader birliği, ortak gelecek ve Atatürk vurgusu yapan ve kimi zaman konfederasyondan bahseden Elçibey, Azerbaycan’ı Türkiye’nin bir müstemlekesi yapmaya çalışmaktadır.
Bu yüzden de istifasını isteyen bir muhtıra yayınlar.
Bu ultimatomu kabul etmeyen Elçibey, Huseynov’un tüm görevlerinden ihraç edildiğini ve rütbelerinin geri alındığını duyurur.
Ancak Elçibey’in farkında olmadığı bir başka acı gelişme vardır. O da Azerbaycan’ı terk etmesini istediği Rus askerlerinin ülkeden çekilirken 104. tümende bulunan tüm silahları Suret Huseynov’a devretmiş olmalarıdır.
Aslen Gence kentinden olan ve bu şehirde çok büyük bir nüfuzu bulunan Huseynov, isyan merkezinin tam destek gördüğü bu bölge olduğunu duyurur. Ardından da karşı konulmaz silahlarının yönünü Bakü’ye çevirir.
Haziran/1993’te Azerbaycan’daki tek gücün Suret Huseynov ve onunla birlikte hareket ederek Elçibey’in altını oyanlar olduğu çaresizce kabul görürken, Basayev’in sözlerinin ne anlama geldiği artık daha iyi anlaşılmaktadır.
2000 Yılında kendisiyle röportaj yapan ANS televizyonunda da aynı sözleri tekrarlayan Basayev, Karabağ’da adım adım gelen ihaneti anlatırken 1993 yılında cepheden neden çekildiklerini şu sözlerle açıklar.
https://www.youtube.com/watch?v=Oy1IuDpFqBs&feature=youtu.be
Haziran/1993’te Karabağ’dan çektiği tüm askeri gücünü Bakü’ye yönlendiren Suret Huseynov’un önünde kendisini durduracak hiçbir güç yoktur.
Elçibey’in önündeki iki seçenekten biri iç savaş, diğeri ise yurt dışına kaçıştır.
O dönem Türkiye CB olan Süleyman Demirel’in önerisiyle 3. yolu seçer ve Nahçivan Meclisi’nde başkan olan Haydar Aliyev’i Bakü’ye davet eder. Haydar Aliyev, SSCB döneminde KGB’de zirveye kadar ulaşan tecrübeli bir isim olduğu için ülkede durumu kontrol alabileceğine inanılmaktadır
Elçibey ve Aliyev arasında yapılan anlaşmaya göre Haydar Aliyev Bakü’de darbeci askerleri ikna edecek, Elçibey ise şartlar iyileşinceye kadar Nahçivan’daki köyü Keleki’de kalacak ancak bir süre sonra dönecektir.
Elçibey’in bu süreçte gözden uzak olması Aliyev’in tek şartıdır.
Ancak Haydar Aliyev’in Bakü’de aldığı pozisyon Elçibey’le yapılan anlaşmadan bambaşka şekilde gelişir.
Önce yeni bir Anayasa yapılır, ardından Aliyev Cumhurbaşkanı olur.
Nihayetinde de darbecilerin lideri Suret Huseynov’un başbakan, Rus ajanı olduğu ortaya çıkan Rahim Gaziyev’in ise bakan olduğu bir hükümet kurulur.Bu sırada Azerbaycan ordusu Bakü’de, siyasi pazarlıkların orta yerinde olduğu için Karabağ’daki Ermeni birliklerinin ilerleyişi hızlanmıştır.
28 Haziran 1993’te Ağdere, 23 Temmuz 1993’te Ağdam, 23 Ağustos 1993’te Fuzuli ve Cebrail, 31 Ağustos 1993’te Kubatlı ve 30 Ekim 1993’te Zengilan Azerbaycan’ın kıllarını kıpırdatmayan darbeci generallerinin gözleri önünde teker teker düşer.
İşgal haritası son şeklini böylece alır.
Bu sırada Aliyev tarafından Elçibey’e verilen sözler unutulurken, Elçibey’in köyü Keleki’deki istirahati tecrite dönüştürülür. Elçibey’in Bakü’ye gitmek için havalandığı sırada helikopterine kendi korumaları tarafından ateş açılır. Elçibey artık Keleki’deki köyünde sürgündedir.
Ülkede kimsenin elini taşın altına koymadığı dönemde Karabağ’ın kurtuluşu için kendini adayan Elçibey’in siyasi hayatının sonu fiilen bu şekilde gelir.
1 Yıl süren iktidarını tek cümleyle anlatmak gerekirse “Karabağ ile gelmiş, Karabağ ile gitmiştir”.
Bu sırada Haydar Aliyev’in kendisi işin sarf ettiği sözler kayıtlara şu şekilde geçer;
(Videoda, 9.30’da)
https://www.youtube.com/watch?v=vbXS2uqV8aI&feature=youtu.be
4 Yıl süren tecritin ardından Bakü’ye dönse de bıraktığından çok başka bir başkent bulur. Ülke için halen birşeyler yapmak istese de yokluk içinde geçen tecritte ilerleyen Prostat kanseri buna izin vermez, 2000 yılında yaşama veda eder.
Haydar Aliyev, KGB geçmişinden dolayı Rusya ile iyi ilişkiler içinde olsa da sadece Rusya’ya bağlı kaldığını söylemek pek mümkün değil.
Aliyev, Rusya ile olduğu gibi ABD ve AB ülkeleriyle de iyi geçinerek küresel güçler arasında bir denge politikası uyguladı.
Hazar Denizi’ndeki petrol ve doğalgazın çıkarılması için hem Rusya’nın, hem ABD’nin hem de AB ülkelerinin menfaatine olan bir anlaşmayla (Yüzyılın Anlaşması) iktidarını ekonomik olarak da güçlendirmeyi başardı.
Ancak küresel güçlerin her yıl Azerbaycan’a on milyarlarca dolar bırakacak bu anlaşmayı imzalamak için öne sürdükleri net bir şart vardı; Karabağ’daki savaşın, dolayısıyla jeopolitik risklerin sona ermesi.
Böylece, çatışma sahasına sadece 300 km mesafede, Karabağ’dan ateşlenecek bir füzenin menzilinde olan petrol ve doğalgaz kuyularının güvenliği için Azerbaycan 1994 yılında ‘zorla’ kalıcı bir ateşkese itildi.
Bişkek’te imzalanan kalıcı ateşkes anlaşmasıyla Azerbaycan, Karabağ’da işgal altında olan topraklarını geri alma faaliyetlerini rafa kaldırır.
Bu durum, küçük çaplı çatışmalar haricinde yaşadığımız güncel kriz aşamasına kadar(yaklaşık 26 yıl) işgal altındaki Karabağ’ın Ermenilere terk edilmesi anlamı taşımaktadır.
Bişkek Protokolü’nün Azerbaycan için doğurduğu ancak pek bilinmeyen asıl problem ise taraflardan birinin Artsakh, yani Karabağ’daki Ermeni yönetimi olmasıdır.
Azerbaycan Karabağ’daki Ermeni yönetimini tanımadığını iddia etse de Haydar Aliyev 1994‘te Artsakh’la masaya oturmuştur.
Karabağ’daki savaş ortamının 1994 yılında dondurulmasının ardından ülkeye Yüzyılın Anlaşması sayesinde oluk oluk para akmaya başlar.
Ancak bu paradan ülke halkının adil şekilde faydalandığını ve tabana yayılan bir refaha sebep olduğunu söylemek mümkün değil.
Aliyev rejimi yolsuzluk ve rüşvet sıralamasında üst sıralarda yer alırken, şaibeli seçimlerin yapıldığı ülkede muhalefet üzerinde de ciddi baskı var.
Haydar Aliyev’in 2003 yılında vefatının ardından oğlu İlham Aliyev iktidara geldi ve eşi Mihriban Aliyeva’yı Başkan Yardımcısı olarak atayarak ülkeyi otoriter bir zümre imparatorluğuna dönüştürdü.
Mevcut Karabağ krizi sebebiyle ülke Aliyevler döneminde ilk kez yönetimin arkasında tek vücut olmayı başardı.
Bunun sebebi de yukarıda geçen travma ve toplumsal yıkım. Ancak bunun sürdürülebilir olup olmadığını zaman gösterecek.
Azerbaycan ile Türkiye’nin birleşme ya da konjönktür gereği olmaksızın resmî olarak kader birliği yapma ihtimali; 2000 yılında hayata veda eden Elçibey’in geride bıraktığı, Atatürk ve Mehmet Emin Resulzade portrelerinin asılı olduğu bu mütevazi çalışma odasında son buldu.
Elçibey, tez canlı ve duygusal olmasının yanı sıra siyaseti de halefi Haydar Aliyev kadar iyi beceremedi.
İran Şah’ı gibi ülkenin altınlarını sırtlayıp yurt dışına kaçsa belki hâlâ hayatta olabilirdi.
Mücadeleyi seçti, elinden bu kadarı geldi. Ruhu şad olsun.