Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin ilk derece mahkemesine göndermiş olduğu bir bozma ilamı, Gülencilerin gizli enformasyon ağı olarak kabul edilen Bylock’la ilgili yeni bir tartışmayı tetikledi.
İlamda önce, Bylock kullanımının hangi koşullarda örgüt üyeliğine delil olarak kabul edilebileceği, 16. Ceza Dairesi’nin, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen daha eski bir kararına göndermeyle şöyle anlatılıyor:
“Bylock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağı…”
16. Daire, ele aldığı somut dosyada Bylock kullanımının neden örgüt üyeliğine delil sayılamayacağını ise şöyle izah ediyor:
“Somut dosyada sanık X’in kullandığını kabul ettiği … ID numaralı Bylock’ta sadece diğer sanık Y’nin ekli olması ve yazışma içeriklerinin örgütsel nitelikte olmadığının anlaşılmasına rağmen hatalı değerlendirmeyle sanığın, örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının kabul edilerek yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi, isabetsiz bulunarak sanık lehine bozmaya hükmedildi.”
Bu ilam, Bylock kullanan herkesi otomatik olarak örgüt üyesi sayan yerleşik hukuk uygulamasına bir fren getirebilir ve derece mahkemesi hâkimlerinin Bylock mesajlarının içeriğine daha fazla odaklanmalarının önünü açabilir. Fakat ilam bir yandan da Yargıtay 16. Dairesi’nin kendisiyle açık bir çelişki içinde olduğunu gösteriyor.
Çünkü ByLock kullanımının tek başına “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye sayılmak için yeterli sebep” olduğunu karara bağlayan da yine 16. Daire’ydi.
Karar, cemaat mensubiyeti ile örgüt üyeliğini yine ayırmıyor
Somut dosyada sanık, savunmasını Gülenciliğin sempatizan ağının içinde bile olmadığı üzerine kuruyor. Sanık X, Bylock’u çalıştığı kurumdan arkadaşı olan, dosyanın diğer sanığı Y’nin önerisi üzerine kurduğunu, sadece onunla yazıştığını, programın örgütsel gizliliği sağlamak üzere kullanıldığını bilmediğini söylüyor.
16. Daire de, sanığın savunması alındıktan yıllar sonra dosyaya giren ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında “sanığın savunmasında belirttiği hususların doğrulandığı” kanaatine varıyor ve mahkûmiyeti sanık lehine bozuyor.
16. Daire’nin kararı, Bylock üzerinden verilmiş bazı haksız mahkûmiyet kararlarında sanıklar lehine yeni bir durum doğurabilir. Fakat burada (da) yine sadece Bylock’u “yanlışlıkla”, “kasıtsız” olarak kullananlarla ilgili bir durumdan söz ediyoruz. (Bunlara Bylock mağdurları deniyor ve bu kişiler zaman içinde ortaya çıkan birtakım yeni olgular sayesinde cazai süreçlerin dışına çıkabildiler). Oysa Bylock’ta asıl ve büyük problem, bu programı “gizli örgüt üyesi” olarak değil de sıradan bir cemaat üyesi olarak kullananlarla ilgili.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) saptayıp ilgili makamlara bildirdiği yüz binlerce Bylock kullanıcıları listesinden “mağdurlar”ı düştükten sonra kalanların tamamını aynı çuvala koyup hepsine aynı suçu isnat etmek ne kadar doğru? Bu, doğru bir ölçü mü? Tam bu noktada akla gelen “Bir gizli örgüt, en mahrem sırlarının yüz binlerce kişi tarafından paylaşıldığı bir platform kurar mı?” sorusu yanlış bir soru mu? Şayet bu soruya karşılık, “Örgütün sırları bu platformda fâş edilmiyordu; burası, ‘taban’ın sosyalleştiği, aidiyet duygularını pekiştirdiği bir yerdi” gibi bir cevap veriliyorsa, o takdirde bu kişilerin tamamı nasıl örgüt üyesi olmakla suçlanıyor?
Gizli ve kapalı bir örgütün, içinde örgütsel sırların da yüzdüğü bir enformasyon ağını 200 bin, 300 bin kişinin “kullanımına” açması aklın alabileceği bir şey mi? Yine de bir ağ varsa, ki var, bu durumda bu ağın ancak en gevşek dış halkalara açık olması ve dolayısıyla ağda yüzen bilgilerin, ona sahip olanları “örgüt üyesi” yapmayacak ölçüde sıradan olması gerekmez mi?
Böyle bir saçmalık olamayacağına göre, Bylock ancak cemaat üyelerinin sosyalleştiği, sohbet ettiği; örgütün gerçek yöneticilerinin de onları izlemek ve ideolojik yönden etkilemek için bulunduğu bir yer olabilir.
Dilipak’a göre örgüt üyelerinin kullandığı platformlar
Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın 29 Mart 2017 tarihli “FETÖ’nün iletişim ağı” başlıklı yazısı bu açıdan hayli ilginçti. Şöyle yazmıştı Dilipak:
“Bakın, bu hainlerin hacker takımı ‘Raspberyy Pi’ kullanır, ‘deepweb’ üzerinden haberleşirler. ‘ByLock’ filan, bu işten anlamayan 3. derecede cemaat mensuplarının kullandıkları yöntem. Tepe imamlar, ülke imamları zaten ‘uydu telefonu’ kullanıyor…”
Şayet ByLock kullananlar “müdürler”, “tepe imamlar”, “ülke imamları” değil de “üçüncü derece Cemaat mensupları” ise, bu tablo bize ne söyler? Ya da: Bir örgütün “teşkilat”ıyla sempatizan ağı arasında ayrım yapmayı gözeten bir mücadele çizgisi böyle bir tablo karşısında bize neyi önerir?
Neyi önerdiği açık, fakat bunun tam tersi yapıldı. Fiiliyat, İzzet Akyol’un 16. Daire’nin kararı hakkındaki tivitinde söylediği gibi tecelli etti:
“’Cemaat mensubiyeti’ ile ‘FETÖ üyeliği’nin eşitlenmesi Türkiye’yi ve yargıyı büyük bir kaosa sürükledi. Hakkaniyet ve adalet gereği, bu davalarda suçtan yola çıkmak lazım iken mensubiyetten hareketle hükümler verilmesi büyük hukuk facialarına ve mağduriyetlere yol açtı.”
Daha önce defalarca yazdığım gibi, Bylock bir gün mutlaka patlayacak, fakat bir bumerang olarak patlayacak ve eninde sonunda bunu göreceğiz.