Hafta başında #metoo hareketi, Twitter üzerinden kadınların taciz ya da tecavüzle suçladıkları erkekleri ifşa etmeye başladı. Hepimiz açıklamaları biraz tedirgin olarak, bu işin sonu nereye varacak diyerek, belki biraz da pornografik (hatırınız için içgüdüsel dedikodu diyelim) bir duyguyla izledik. Ünlü bir yazarın ifşa edilmesiyle başlayan hareket, taciz-tecavüz mağduru kadınların ifşa ettiği isimlerle katlanarak büyüdü. Bu arada ünlü yazar, suçu ‘eril faillik’ olarak adlandırdığı, kendisi dışında bir güce yükleyerek özür dilemeye çalıştı, ancak kabul görmedi. Muhafazakâr camiada değer verilen, abi olarak bilinen bir isim, tacizine maruz kalan kadınların ifşası üzerine kendisi hakkında paylaşılan iddiaları doğrulayan bir notun ardından intihar etti. Bu üzücü olay hareketin hızını kesti ve dikkatleri taciz ve tecavüz suçlarının yarattığı mağduriyetlerden çok, ifşa hareketinin etik boyutlarına yöneltti.
Taciz ve tecavüz mağduru kadınlar çoğunlukla yaşadıklarını en yakınlarından bile saklıyor. Yıllar içerisinde ailesiyle paylaşıp biraz rahatlayanlar, terapilerle hayata devam edenler kadar ömür boyu anlatamayanlar da var. Tabii açıkladığında -özellikle aile içi ifşa ise- ailesi tarafından öldürülen, aforoz edilen; -işyeriyse- işinden olan da çoğunlukla fail değil, mağdur kadın.
Kendisi tacize uğramasa bile -başka kadınların yaşadıklarını bilmenin etkisiyle- karanlık bir sokakta arkasından gelen adım seslerinden, otobüs durağında beklerken başka bir sebeple bile olsa önünde duran arabadan, gündelik bir sohbetin biraz ilerlemesinden korkan kadınlar var. Taciz korkusu yaşamadan büyüyen bir kadın yoktur. Güven içinde yaşanması gereken tüm insani ilişkilere bu korkunun gölgesi düşüyor.
Taciz, tecavüz iddialarıyla hukuk yoluna baş vuran kadınlardan bazıları orada da tacizle karşılaşabiliyor. Failler iyi halden serbest bırakılabiliyor. Bütün bunlara rağmen taciz ve tecavüz olgusu toplumda tüm yönleriyle tartışılmıyor. Birileri en hafifinden savunma, susturma, itibarsızlaştırma yöntemlerine baş vuruyor.
Sosyal medyada ifşa etmenin iki ucu var.
Birinci uç: Mağdur siyasi, ekonomik gücünden dolayı toplumsal bir koruma kalkanına sahip isimleri ifşa ederek sesini duyurabilir. Böylece suçlunun koruma kalkanı kırılır, fail toplumsal ve hukuki yargılamaya maruz kalır. Bu, hedeflenen sonuçtur.
İkinci uç: Yaygınlaşan her harekette olduğu gibi -sosyal medyanın bir çeşit arena/tribün olma vasfı da kullanılarak- bazıları bunu kişisel çıkar ve öç alma aracı olarak kullanabilir ve bunun sonucunda masum insanlar da suçlamaya maruz kalabilir.
Bütün bunları düşünürken aklıma gelen soruları Hidayet Şefkatli Tuksal’a sordum.
Kadınlar neden kendilerine de zarar verecek riskler taşıyan ifşa yöntemine başvurma ihtiyacı duyuyor?
Kadınların ifşa yöntemine başvurmalarının çeşitli sebepleri var. Yaşananlardan, anlatılanlardan, güçlü erkek tacizci ve tecavüzcülerin kendilerini her koşulda koruyabildiklerini öğreniyorlar ya da bizzat deneyimliyorlar. Hattâ bu tür adamların etrafında bir koruma kalkanı oluştuğunu, haklarındaki şikâyetlere, hukuki girişimlere rağmen terfi ettirildiklerini, hiçbir şey olmamış gibi itibarlı itibarlı gezdiklerini de görüyorlar. Ve bu adamların yaptıklarının yanlarına kâr kaldığı gibi, muhtemelen başka kadınları da taciz etmeye devam ettiklerini düşünerek bir çare arıyorlar. Böylece ifşa hareketi ortaya çıkıyor. İfşa hareketinde kadınlar sadece açıklama yapıyorlar; başlarına geleni sır olarak bırakan utanç kalkanını delerek, bu utancı asıl sahiplerine iade ediyorlar. Toplumun, hukukun, ilgili makamların sessizliğini yüzlerine vuruyorlar. Ve kahramanın maskesini düşürerek kendi adaletlerini kendileri sağlıyorlar; yapılan şey bundan ibaret aslında.
İyi bir amaç için olası kayıplar/kötülükler göze alınabilir mi?
Başka çare kalmadıysa, ne yazık ki evet, alınabiliyor, son ifşa olayında gördüğümüz gibi. Bunun üzerine çeşitli gruplarda arkadaşlarla tartıştığımızda, özellikle taciz vb saldırganlıkları yaşamış kadınların daha sert olduğunu ve duruma ‘en azından başka kadınlar kurtuldu’ zaviyesinden baktığını gördüm. Adalet tecelli etmediğinde, kimse kimsenin gözyaşına bakmak istemiyor artık.
STK’lar, hukukçular, devlet bu hareketi izledi mi?
Gördüğümüz kadarıyla sessizce izlemekteler. Neden acaba?Aslında pek çok tacizci bilinir, tanınır çevresinde. Duyumlar, şikâyetler olur, hasır altı edilir. Yani bir tacizciye göz yuman, suç ortaklığı eden, hattâ destek olan onlarca kişi olabilir. Dolayısıyla şu anda müdahil olması gerekenler, bu hareket büyürse pek çok kirli çamaşır ortaya çıkar korkusuyla sadece izleme vaziyetinde. En azından basına yansıyan herhangi bir hareket görmüyoruz. İntihar olayını da bahane ederek ifşacı kadınlara gözdağı vermek isteyenler olabilir; fakat böyle bir şey olursa çok ters tepebilir diye düşünüyorum.
Bu tür hareketlerle karşılaşıldığında toplumsal olarak nasıl bir tavır alınmalı?
Mağdurların sesine kulak verilmelidir. İlgili ve yetkili merciler bu ifşaları suç duyurusu kabul edip soruşturma başlatmalıdır. Konuyla doğrudan ilgili sayabileceğimiz meselâ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, diğer kadın bakanlar ve kadın milletvekilleri hep birlikte açıklama yaparak güçlü bir irade ortaya koymalı, ifşa cesaretini gösteren kadınların yanında durmalıdır. Ama bence asıl olan, kadınları ifşaya mecbur bırakmamak için neler yapılabilir, bunu düşünmeliyiz. Bütün dünyada ve ülkemizde ensest, istismar, taciz ve tecavüzlerin vuku bulduğu gerçeğini iyice idrak etmemiz ve buna göre sistemsel önlemler almamız gerekiyor. Bu önlemlerin başında ailelerin eğitilmesi gerekiyor. Aileler nasıl konuşacaklarını bilmedikleri için cinsel konularda çocukları ile hiç konuşamıyorlar. Çocuklarına konuşabilecekleri rahat bir alan yaratamıyorlar.
Öğretmenlerin eğitilip bilinçlendirilmesi de çok önemli. Ailenin yetersiz kaldığı alanı okul telafi etmeli, rehberlik hizmetleri arttırılmalı, öğrenciler uygun pedagojik yöntemlerle cinsellik ve cinsel suçlar bağlamında eğitilmelidir. Bir çocuk, başına istemediği bir durum geldiğinde öncelikle bunu ailesine ya da okulunda rehberlik öğretmenine anlatabilmelidir. Bu konuda da biraz eski ama geçmişte çok yaygın olan bir örnek vereyim: 10 yıl kadar önce bir öğretmen bana ulaşarak, okullarında öğrencilere uygunsuz davranan bir öğretmeni okul idaresine bildirip işlem yapılmasını istediğinde, hem o öğretmenin hem de kendisinin tayininin çıkarıldığını anlattı. Ben de bunu gazetedeki köşemde yazdım. Ertesi gün İl Milli Eğitim Müdürü aradı, konuyu anlattım. Sonra emniyete çağrıldım, orada da bildiklerimi anlattım. Sonuç: Hakkında şikâyet olan öğretmen suçlandığı konuda bir ceza almadı, hukuki süreç başlatılmadı, sadece başka bir okula sürgün edildi. Şikâyetçi öğretmen de aynı muameleyi gördü. Bu tavır öğretmenlere “Böyle şeylere göz yumun, hasır altı edin, sakın ortalığı karıştırmayın!” demektir. Bu anlayış çok caydırıcı cezalarla kırılmadığı müddetçe, taciz, tecavüz ve istismar hasır altı edilerek varlığını okullarımızda bile sürdürmeye devam eder.
Başka bir örnek bir üniversitede yaşandı. Üst düzey bir yöneticinin tacizine uğrayan bir öğrenci durumu güvendiği öğretim üyelerine açtığında, onlar -öğrenci polise başvurmadığı için- inanmamayı ya da öyle görünmeyi tercih ettiler, yöneticiyle araları bozulmasın diye bahaneler uydurdular. Bu insanların hepsi beş vakit namazlı dindar insanlardı, kız başörtülüydü, tacizci hoca ise süper İslamcıydı. Yaptıkları olumlu bir şey de oldu bu arada; tacizci hocaya “Gözümüz üstünüzde, kız öğrencilerle yalnız görüşmeyeceksiniz!” dediler ve takip ettiler. Bunlar tekil örnekler gibi görünse de maalesef temsil kabiliyeti yüksek örnekler.
Bu bahsettiğiniz iyi bir tavırmış aslında. İşe yaradı mı?
Bu olaydan sonra başka bir şikâyet durumu ortaya çıkmadığı için işe yaradığını söyleyebiliriz.
İlgili devlet kurumlarının da sessiz kaldığını görüyoruz, takip edebildiğim kadarıyla bir açıklamayla karşılaşmadım.
Evet, henüz hiçbir açıklama yapılmadı. İşin hararetinin düşmesi bekleniyor olabilir. Burada Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK gibi kurumlara olağanüstü bir görev düşüyor. Arama toplantılarıyla kendilerine bağlı alanlarda ne yapacaklarını ciddi bir biçimde müzakere edip sonuçlarını herkese duyurmak ve etkin önlemler almaları gerekiyor. Ayrıca, polis, kolluk kuvvetleri ve hukukçuların bu konuda bilinçlendirilmesi ve duyarlı hale getirilmesi gerekiyor. Bazı üniversitelerin uyguladığı, bütün çalışanların ve öğrencilerin bilgisine ve imzasına sunulan çeşitli cinsel suçlar ve bunları şikâyet mercileri konusundaki bilgilendirme formlarının, bütün üniversitelere ve hattâ kamu kurumlarına yaygınlaştırılması gerekiyor.
Aile Bakanlığının da toplumsal bir bilinçlenme programı organize etmesi gerekiyor. Kamu spotlarıyla, eğitici dizi filmlerle ve daha başka yöntemlerle, cinsel saldırılara maruz kalındığında ne yapılması gerektiği çocuklara ve gençlere, ailelere öğretilmelidir. Mağdurları suskunluğa zorlayan toplumsal anlayışların sebep olduğu kötülükler insanlara açıkça anlatılmalıdır.
Bunlar yapıldığı ve gerektiği şekilde işleyip sonuç alındığı takdirde hem saldırganların cesareti kırılacak hem de ifşa hareketine gerek kalmayacaktır. Ancak toplumun her katmanındaki bu aymazlık, hasır altı etme adeti böyle devam ederse, mağdurlar için ifşadan başka bir yol kalmayacağını herkesin anlaması gerekir.