Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın alınacağı açıklandığı anda gündeme giren ve uzun uzun tartışılan CAATSA yaptırımları artık gerçek.
ABD’nin CAATSA kapsamında Savunma Sanayii Başkanına ve kurumda çalışan diğer üst düzey yöneticilere uyguladığı yaptırımlar, sadece bu kişilere yönelik önlemleri içeriyor.
Savunma Sanayii Başkanlığı’na koyulan “kurumsal” yaptırımlar ise Türkiye’nin tüm savunma sanayisini etkilemeye aday. ABD yaptırımlarının olası etkilerini iki başlık altında incelemek mümkün.
Yaptırımların siyasi etkileri: CAATSA’nın seçim kaybeden Başkan Trump imzasıyla konmuş olması hem Ankara’ya, hem de Washington’a nefes aldırdı; ilişkiler konusunda, her iki tarafın da eli “yeni bir başlangıç yapmak” açısından rahatladı.
Yaptırımlar -beklendiği gibi- CAATSA yasasında öngörülenlerin en hafiflerinden seçildi. Ancak bunun “Türkiye’ye özel” bir durum olmadığını da belirtmek gerekiyor. Daha önce Rusya’dan S-400 ve savaş uçağı satın almış olan Çin’e uygulanan CAATSA yaptırımları, Türkiye’ye uygulananın aynısı. Dolayısıyla ABD’nin “NATO müttefiki Türkiye” ile Amerikan dış politikasında “hasım” kabul edilen Çin arasında herhangi bir ayrım yapmamış olması da dikkat çekici.
Savunma sektörüne etkileri: Yaptırımlar, Savunma Sanayii Başkanlığı’nın Amerikan üretimi malzemeleri satın almasına, kullanmasına ve bunlar kullanılarak Türkiye’de üretilecek araç, silah ve teçhizatın üçüncü ülkelere satışına yasak koyuyor. Kısacası Türkiye’nin savunma alanındaki en büyük tedarikçisi SSB’nin eli kolu bağlanıyor.
Yaptırımlardaki açık nokta ise, sadece SSB’nin hedef alınması; kısa vadede yaptırımlardan etkilenmemek için bu tip alımlar Milli Savunma Bakanlığı bünyesindeki Dış Tedarik Başkanlığı’na aktarılabilir.
CAATSA yaptırımları Türkiye’nin halen yürüyen Milgem gibi, Atak helikopter üretimi gibi pek çok yerli silah ve araç üretimi projesini olumsuz etkilemeye aday.
Bir başka sıkıntılı konu ise, diğer NATO üyesi ülkelerin S-400 alımı için Türkiye’ye yapılan bu “cezalandırmaya” katılıp katılmayacakları. Ülkeler resmi politika olarak ABD’yi izlemeseler bile, CAATSA yaptırımlarının Türkiye’nin iş yaptığı pek çok yabancı şirkette psikolojik bir etki yapacağı da hesaplanabilir. Şirketlerin ABD’nin yaptırım listesine öyle ya da böyle dahil olma endişesiyle Türkiye’yle iş yapma konusuna daha temkinli yaklaşmasını beklemek yanlış olmaz.
Türkiye’nin hava savunmasında endişe verici açık: Asıl üzerinde durulması gereken ise, ABD’nin S-400 alımı için Türkiye’ye CAATSA yaptırımları dışında Türkiye’yi F-35 savaş uçağı projesinden çıkarmış olması. Hava savunmasının güçlendirilmesi için Türkiye’nin uygulamaya koyduğu iki proje vardı: Biri yeni nesil savaş uçağı temini için F-35 projesine dahil olmak, diğeri ise füze alımı. AKP hükümeti füze alımında Rusya’nın S-400’lerinden yana tavır koyunca, F-35 yeni nesil savaş uçaklarından oldu. F-35’lerin 100’den fazla parçasının üretici olduğu Türkiye, projeden çıkartılmasıyla milyarlarca dolarlık bir pazardan da doğrudan dışlanmış hale geldi. Bir de tüm bu kayıplara, Türkiye’nin gergin ilişkiler içinde olduğu Yunanistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin de F-35 satın almak üzere olduklarını ekleyince, hava savunmasındaki açık daha net ortaya çıkıyor.
Savunma füzesi kısmına gelince; Türkiye savunma füzesi alım projesini uygulamaya koyduğunda ihale için çeşitli kriterler belirlemişti. Bunlar arasında öne çıkanlar, ortak üretim yapılması, ortak üretimde yerli firmaların payının olabildiğince yüksek ve nitelikli olması ve teknoloji transferi idi.
Nitekim 2000’li yılların başında yapılan ilk ihalelerde de bu kriterler gözetildiğinden, S-400 füzeleri kısa listeye dahi girememişti.
Ancak ne olduysa oldu, Rus uçağının düşürülmesi sürecinde AKP hükümeti birden bire S-400 almaya karar verdi. S-400 alımında ise, değil yerli firmaların üretimdeki payı, ortak üretim hiç gündeme gelmedi bile. Ruslar teknoloji transferi yapmayacaklarını ise pek çok kez, en üst düzeyde kamuoyuna açıkladılar.
Bu açıdan bakınca, Türkiye’nin yaptırıma uğrayacağını bile bile neden S-400 füzelerinin seçildiğini anlamak mümkün değil.
Bir de sürekli gündemde tutulmaya çalışılan “ABD Patriot satmadı” retoriği var;
Oysa ABD, Rusya’nın S-400’leri sattığı aynı koşullarla, pek çok kez Türkiye’ye Patriot satma teklifinde bulundu. Mesela S-400’lerin kısa liste dışı kaldığı ilk ihalede Patriot da vardı. ABD son olarak da Mart 2019’da yeni bir Patriot satışı teklifi ile daha geldi; üstelik bu teklifte Patriotların 2019 sonuna kadar teslimi ve küçük oranda ortak üretimi vaadi de bulunuyordu.
Kaldı ki Türkiye’nin füze alım seçenekleri sadece S-400 ya da Patriot ile de sınırlı değildi. Hem Türkiye’yi yaptırımdan kurtaracak, hem de bir ölçüde ortak üretimin sağlanabileceği Eurosam’ın Samp-T füzesi, gündeme bile getirilmedi. Tüm bunlara bir de S-400’lerin hâlâ aktive edilmemesini/belki de hiç kullanılmama ihtimalini ekleyin, hava savunma açığı boyutu iyice ortaya çıkıyor.
Ülke savunması ciddi konudur; “Avrupacı”, “Amerikan yanlısı”, “Avrasyacı” gibi nitelemeler üzerinden, birbirini vatan haini ilan etme hamasetiyle yürütülmez.
Önemli olan ortak akılla, ülke çıkarına en uygununu bulmaktır. Türkiye’nin ise bugünlerde en çok eksikliğini duyduğu konu bu; Ortak akıl…