Ana SayfaHaberler‘Türkiye post-emperyal bir devlettir’

‘Türkiye post-emperyal bir devlettir’

Galip Dalay’dan dikkat çekici dış politika analizi: “Türkiye’nin yeni hikâyesi, Türkiye’nin post-emperyal bir devlet olduğu ve post-emperyal devlet egosuna sahip olduğu gerçeği göz önünde bulundurularak, bu duyguyu içeride daha demokratik ve müreffeh bir toplum yaratma, dışarıda ise daha itibarlı ve iddialı bir aktör olma siyasetine hizmet edecek şekilde yazılmalıdır.”

Robert Bosch Akademisi, Chatham House ve Brookings Enstitüsü Doha merkezinde araştırmacı olarak çalışan,  Oxford Üniversitesi Tarih bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Galip Dalay’ın Perspektif’te yazdığı “Post-Emperyal Devlet Egosu ve Dış Politika” yazısının bir bölümü şöyle:

Türkiye post-emperyal bir devlettir. Bu devletler ‘post-emperyal devlet egosu’ olarak adlandırabileceğimiz, kendini daha ziyade dış politika alanında açık eden bir ego ve duyguya sahiptirler. Dış politikada iddialı olma, mücadele söylemi, askerî aktivizm, genişleme arzusu veya nüfuz projeksiyonu uğraşları post-emperyal toplumların ciddi bir kısmında karşılık bulur. Nitekim, Türkiye’de merkez sağın, muhafazakarların, İslamcıların veya milliyetçilerin dile getirdikleri farklı “Büyük Türkiye” arzuları (quest for grandeur) emperyal bir tahayyülün güncel versiyonlarını teşkil eder.

Büyük jeopolitik ve sistemik dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde bu duygu ve tahayyülün yansımalarını daha açık bir şekilde görebiliyoruz. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz ve Balkanlar’da derin jeopolitik dönüşümler ve küresel sistemde de büyük değişimler yaşandı. Benzeri şekilde, Arap Baharı Ortadoğu’nun daha önceki statik siyaset ve jeopolitiğini geri döndürülemez bir şekilde değiştirdi. Özal’ın “21. Yüzyılın Türk asrı olacağı”, Demirel’in “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” kadar uzanan coğrafyada Türk dünyasının doğduğu ve Davutoğlu’nun Türkiye’nin düzen kurucu bir ülke olduğu söylemleri böylesi jeopolitik ve sistemik dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde dile getirildiler.

Bugün de mücavir coğrafyalarımızda jeopolitik; global ölçekte ise sistemik dönüşümleri deneyimliyoruz. Amerika’nın kısmi geri çekilişi, bulunduğumuz coğrafyada güç boşlukları yarattı. Trump’ın herkesin ‘kendi göbeğini kendisinin kesmek zorunda olduğu’ bir dünyada olduğumuza dair söylemi ve siyaseti, jeopolitik rekabetleri daha da kızıştırdı. Türkiye de dahil olmak üzere birçok devlet böylesi bir dünyaya kendisini uyarladı. Bu da dış politikada post-emperyal devlet kodlarına da hitap eden büyük anlatılara zemin sundu.

Bunun yanı sıra, Osmanlı’nın son bir-iki asrına damga vuran geri çekilişinin, yenilginin ve küçülmenin yol açtığı travma ve psikoloji de aynı şekilde Türkiye’de hem toplumun hem de devlet erkanının tarihsel hafızası ve siyasal psikolojisi üzerinde derin izler bıraktı. Bu nedenle, ‘kuşatılıyoruz’ veya ‘bütün dünya bize karşı’ söylemleri toplumda rahat bir şekilde karşılık bulabiliyor.

Son yıllarda Türkiye’nin iç siyasette yaşadığı türbülans, darbe girişimi ve Ortadoğu’daki jeopolitik alt-üst oluş bu toplumsal muhayyileyi besleyerek tahkim etti. Türkiye bu duygu ve hafızayla aynı zamanda uluslararası sistem ve kurumlarla ilgili adeta bir post-kolonyal devlet edasıyla söylem kurabiliyor. İktidar, yakın coğrafyasında düzen kurmaya muktedir devlet söylemiyle aynı anda dört taraftan kuşatılmış ve beka mücadelesi veren bir devlet söylemini birlikte kullanabiliyor. Yani Türkiye’yi aynı anda hem post-emperyal hem de post-kolonyal bir devletmiş gibi resmedebiliyor.

Bu şekildeki zihni ve psikolojik yarılmalar, dış politika üzerinden iç politikayı dizayn etme imkânını genişleterek otoriter rejim inşasına yönelen iktidarlara oldukça elverişli bir zemin sunuyor. İktidar için imkâna dönüşen bu durum, muhalefet partileri için büyük bir meydan okuma sorununu ortaya çıkarıyor.

***

Ortadoğu kalıcı hegemonya veya hiyerarşi arayışları için elverişli bir bölge değil. Sadece Arap Baharı’ndan bugüne geçen zaman zarfında bölgenin kazananlar veya kaybedenler listesinin dinamik bir şekilde değişmesi bu yargının haklılığını ortaya koyuyor. Zaten Türkiye’nin sahadaki askerî başarıları ile siyasal başarıları arasındaki makas, bizim dış politikada “başarı” kavramının tam olarak neyi ifade ettiğini etraflıca tartışmamızı gerekli kılıyor.

Hasılıkelam, Türkiye’nin global marka değeri de itibarı da her şeyden önce içeride yazacağı anlamlı bir öyküyle yakından ilişkilidir. Böylesi bir iç hikâye üzerine inşa edilen dış politikadaki aktivizm ve büyüklük iddiası hem daha elde edilebilir hem de sürdürülebilir olur.           

Türkiye’nin yeni hikâyesi, Türkiye’nin post-emperyal bir devlet olduğu ve post-emperyal devlet egosuna sahip olduğu gerçeği göz önünde bulundurularak, bu duyguyu içeride daha demokratik ve müreffeh bir toplum yaratma, dışarıda ise daha itibarlı ve iddialı bir aktör olma siyasetine hizmet edecek şekilde yazılmalıdır.

Bu tarz bir söylem veya vizyon, mezkûr duygunun iktidar tarafından içeride siyasal-ahlaki çürümeyle kurumsal çöküşü meşrulaştıran bir vasata dönüştürülmesini güçleştirir.”

Yazının tamamını okumak için

- Advertisment -