Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Ankara temasları kapsamında siz de birtakım protesto gösterileri organize etmiştiniz. Fakat, sosyal medya paylaşımlarınızdan öğrendik ki, koronavirüs temaslısı olduğunuz gerekçesiyle adeta ev hapsine alındınız. Neler oldu, neler yaşadınız?
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Türkiye’ye yapmış olduğu iki günlük bir ziyaret vardı. Bu ziyaretten bir gün önce ben sosyal medyadan bir paylaşımda bulunmuştum. Çin’in Doğu Türkistan’daki 35 milyon Müslüman Uygur Türküne yapmış olduğu soykırım artık bütün dünya tarafından dile getiriliyor, hükümetler kınama metinleri yayımlıyor ve bir kısım boykot kararları alınıyor. Çin’e yönelik bu açıklamalar artık dünyada çok ciddi bir etki oluşturmaya başladı.
Maalesef ki, Çin’in Doğu Türkistan’daki bu soykırımına karşı ne Türkiye’den ne Türk dünyasından ne de İslam dünyasından beklediğimiz bir tepkiyi henüz duyabilmiş değiliz.
Bu nedenle Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 25 Mart Perşembe günkü Ankara ziyaretinde, Çin’in Ankara’daki büyükelçiliği önünde muhalefetteki siyasi partilerimizin başkanları, başkan yardımcıları ve milletvekillerinden, STK’lardan, yerli ve yabancı basın mensuplarından oluşan bir grupla birlikte etkin bir protesto eylemi ve basın açıklaması organize ettik. Bunu, ziyaretten bir gün önce sosyal medya hesabımdan duyurdum. Birkaç saat geçmeden filyasyon ekipleri evime geldi ve temaslı kişiyle temasta bulunduğumu, bu sebeple de karantinaya girmeme karar verildiğini ve evden dışarıya çıkamayacağımı söyleyip çekip gittiler. Aradan bir saat geçmeden polisler geldi. Polisler de aynı şekilde, “Siz gözetim altındasınız, evden dışarıya çıkmayacaksınız” diyerek uyarıda bulundu. Ben tabii ki bunun düzmece bir filyasyon olduğunu hissettim, çünkü ilk günden beri Çin virüsüne karşı hijyen, maske, mesafe gibi kurallara uyarak, bütün tedbirlere uyarak yaşadım. Ben ve ailemde kimseye Çin virüsü bulaşmadı.
Çin Dışişleri Bakanının geleceği gün, benim önderlik ettiğim, organize etmiş olduğum eylemin engellenmesine yönelik bu operasyonun yapılması, bizi hayal kırıklığına uğrattı. Bizi gerçekten rencide etti. Ertesi gün de eşim ve çocuklarım alışveriş için dışarıya çıkmak istediklerinde polis engeline takıldılar. Emniyet güçleri, dışarıya çıkamayacaklarını söyleyerek onları engellemeye çalıştı fakat daha sonra alışveriş için onları serbest bıraktı.
Peki, burada yapılması gereken bu muydu? Çin, Doğu Türkistan’da soykırım uygularken ve bütün dünya Çin’in bu soykırımını tanımışken, buna karşı tepkisini ortaya koymuşken, Türkiye’ye yakışan, AK Parti ve Cumhur İttifakı’na yakışan bu muydu? Birisi ümmetin lideri, birisi Türk dünyasının lideri olduğunu iddia eden iki önemli siyasi partimizin iktidarında, Doğu Türkistan’daki soykırımı kınamak, Çin’e karşı Doğu Türkistanlıların hakkını savunmak yerine benim sesimi kesmesi hiç adil ve hiç doğru olmamıştır.
Bu politika yanlış bir politikadır. Bu politika sadece 35 milyon Doğu Türkistanlıyı Çin’in soykırımına ve Batı’nın insafına terk etmekle kalmayacak; lider ülke, mazlumun koruyucusu, zalimin hasmı olan Türkiye’nin bu misyonundan uzaklaşmasına ve Türkiye’yi itibarsızlaştırmasına vesile olacaktır.
Benim üzüntümün bir başka yönü daha var. Türkiye, sahip çıkamadığı, destek veremediği, Çin’e karşı savunamadığı Doğu Türkistanlılara karşı iktidarın küçük ortağı olan, Türk milletinde yüzde 0,25 kadar bile karşılığı olmayan Doğu Perinçek gibi bir Maocuyu, bir komünisti, Türk milletinin milli ve manevi değerleri ile sürekli çatışma halinde olan bir siyasi mevtayı ekranlara çıkartarak, bütün ekranları ona tahsis ederek bize yalan ve iftiralarda bulunmasına izin vermesi bizi yaralamakta, en az Çin soykırımı kadar bizi rencide etmektedir. Bu yanlış politika, ne zaman duracaktır?
Bugün başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Batı’nın tehditleri, yanlışları ve teröre verdiği destek nedeniyle bir beka sorunu ile karşı karşıya kalan Türkiye’nin Doğu Türkistan’daki 35 milyon mazlum, masum, mağdur dindar ve soydaşımız olan kardeşimizi Çin’in soykırımına terk etmesini biz asla kabul edemiyoruz.
Türkiye’nin bugünkü politik ve stratejik tercihinden dolayı Çin, Doğu Türkistan’daki zulmünü hiçbir zaman cüret edemediği seviyeye taşımıştır ve Türkiye buna rağmen tek kelime itiraz edememiştir.
25 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Çin Dışişleri Bakanı arasındaki görüşmeden samimi pozlar basına servis edildi. Her ne kadar Türk tarafından daha ciddi ve mesafeli fotoğraflar paylaşılsa da, Çin tarafı, görüşmenin ne kadar “neşeli” geçtiğini gösteren fotoğraflar ile duyurdu bu buluşmayı. Siz, medyaya yansıyan bu görüntüleri gördüğünüzde ne düşündünüz, ne hissettiniz?
Çin Dışişleri Bakanı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki samimi pozları görünce açıkçası benim kanım dondu.
Ben bugün evimde Çin virüsü bahane edilerek, filyasyon ekipleri ve emniyet güçleri tarafından karantinada gözetim altındayım. Ama tüm dünyaya Çin virüsünü yayan, dünyaya bela eden Çin’in dışişleri bakanı ile Sayın Cumhurbaşkanımızın tokalaşarak, adeta sempatik gülücükler dağıtarak görüşmesi bizi hayrete düşürdü.
Biz engellenirken, Çin ile bu samimiyet neyin ifadesi? Acaba eli kanlı Çin dışişleri bakanı ile bu samimiyet doğru mudur? Diplomatik bir hata mıdır? Bunu kamuoyunun vicdanına havale ediyorum.
Şunu söylemek isterim ki; Çin tarafı ile yapılan görüşmelerden sonra “Uygur hassasiyetimiz gündeme getirildi” deniyor. Peki, Uygur hassasiyetiniz gündeme getirildiyse sormak istiyorum, tam olarak hangi hassasiyetiniz gündeme getirildi?
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde çerçevesi belirlenmiş olan özgürlüklerimiz… Kamp ve cezaevlerindeki halimiz… “Kardeş aile kampanyası” adı altında milyonlarca Doğu Türkistanlı ailenin evine gece yatılı olarak yerleştirilen Çinliler… Ya da anne-babası kampta olan bir milyondan fazla Doğu Türkistanlının, 4-5-6 yaşlarındaki çocuklarımızın Çin’in yetimhanelerinde, kreşlerinde, ıslah evlerinde domuz etiyle, komünist ideolojiyle, kendi vatanına, milletine, ailesine, inancına birer hain, Çin Komünist Partisi’ne sadık birer köle olarak yetiştirilmesi… Bunlardan hangisi gündeme geldi bu görüşmede?
Burada “Uygur hassasiyetimiz gündeme geldi” derken, acaba görevi baştan savuşturma ve Türk milletinin gazını almaya yönelik bir açıklama mı yapıldı? Eğer burada gerçekten Çin’e Doğu Türkistan’daki soykırımla ilgili bir eleştiri, bir söz söylendiyse neden Türk kamuoyu ile bu paylaşılamıyor?
Bizim burada şüphelerimiz ve endişelerimiz var. Çin tarafından yapılan açıklamalara göz gezdirdiğimde, Çin’in toprak bütünlüğüne saygı duyan, Çin’in teröre karşı mücadelesine destek veren Türkiye, Çin’in uluslararası güvenliğine destek veren Türkiye, birçok stratejik konuda Çin’le anlaşma yapan Türkiye ifadeleri yer alıyor.
Türkiye, “Uygur hassasiyetimizi gündeme getirdik” derken gerçeği söylüyor mu? Hangi hassasiyet gündeme getirildi? Bunu kamuoyu ile paylaşmadan biz asla ve asla ikna olmayız. Çünkü daha önceki açıklamalarda da bu ve benzeri manipülasyonlarla karşı karşıya kaldık. Tıpkı iki yıl önce, Japonya’da Çin Devlet Başkanı ile Sayın Cumhurbaşkanımızın görüşmesinde olduğu gibi. O görüşmede Çin Devlet Başkanının, Sayın Cumhurbaşkanımıza “Türkiye’den bir heyet, Doğu Türkistan’da bir inceleme yapabilir” diyerek davette bulunmasına rağmen, ne hikmetse Türkiye’den herhangi bir heyet iki yıldır Doğu Türkistan’a gitmedi.
Bunu bir kenara bırakalım. Geçtiğimiz ay içerisinde, muhalefet partilerinin Meclis’e, Meclis Başkanı Sayın Mustafa Şentop’a vermiş olduğu dilekçede “Türkiye’de kamuoyu doğru bilgilendirilsin, herkes Doğu Türkistan ile ilgili bir şeyler söylüyor. Burada bir katliam var mı, yok mu, Meclis İnsan Hakları Araştırma Komisyonu incelesin ve ona göre karar alalım, tavrımızı ona göre belirleyelim. Bir yanlışa girmeyelim” diyerek çok mantıklı ve makul bir teklifte bulundu. Bu teklifi AK Parti reddetti, MHP çekimser oy kullandı ve böylelikle bu tasarı reddedildi. Tıpkı, 2020 yılı Şubat ayında Fahrettin Yokuş’un yapmış olduğu teklif reddedildiği gibi bu teklif de reddedildi.
Şunu sormak istiyorum: Çin’in Doğu Türkistan’da yaptıklarının araştırılması, kimi rahatsız ediyor? Çin’in Doğu Türkistan’daki insanlık suçu, soykırım suçu tespit edilirse, Türkiye neden bunu gizlemeye çalışıyor.
Bırakalım, TBMM’deki iktidar ve muhalefet partileri ortak bir komisyonla bunu araştırsın ve milletin vicdanı rahatlasın. Böylece bu sorumluluk Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve siyasileri tarafından yerine getirilsin.
Çin’in saygınlığını, itibarını korumak bize mi düştü? Bize düşen mazlum Doğu Türkistanlıların hakkını ve hukukunu korumak ve onlara sahip çıkmak mı yoksa Çin’in itibarını korumak, Çin’in güvenliğini korumak, Çin’in teröre karşı sözde mücadelesini destekliyorum diyerek 35 milyon mazlum Doğu Türkistanlının soykırımına destek vererek Çin’i meşrulaştırmak mı?
Siz bir fotoğraf paylaştınız sosyal medya hesabınızdan. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde, 2012 yılındaki Urumçi ziyaretinden bir kare. Bu fotoğrafın hikâyesi nedir?
35 milyon Doğu Türkistanlı her ne kadar siyaseten Pekin’e bağlı olsa da kalben, ruhen, manen Ankara ile, Türkiye ile kalbi birlikte atar. Sevincine sevinç, kederine kederle karşılık verir. Biz bir milletin evladıyız. Biz Türküz ve Müslümanız. Bugün, bu paylaştığım karedeki kardeşlerimizin tamamı ya kampta ya cezaevinde ya da öldürüldü, artık yok.
İnanmıyorsa, Sayın Cumhurbaşkanı bir araştırsın. O gün kendisiyle tokalaşan, kendisine hasretle sarılan, elini sıkan, Cumhurbaşkanımız alışveriş yapıp para ödemek istediğinde “Hayır, sizden hiçbir şekilde para alamayız, siz bizim liderimizsiniz” diyen bu kardeşlerimiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın Doğu Türkistan ziyaretinden sonra Çin’in zindanlarına atıldı. Hatta, hemen Sayın Cumhurbaşkanımızın arkasında gülerek sırıtan kişi Çin’in işbirlikçisi olmasına rağmen o da aslen Doğu Türkistanlı olduğu için iki sene önce tutuklandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Bugün Sayın Cumhurbaşkanımız, Doğu Türkistan’da en fazla sempati duyulan siyasi lider. Eğer dünya ortalamasında bir referandum yapılsa, Türkiye de dahil olmak üzere, Doğu Türkistan’daki oy oranı zirve yapar. Ama bugünkü uygulamalar, bugünkü Türkiye’nin tavrı ve Çin’e karşı olan ezikliği, suskunluğu, mahçupluğu ve Doğu Türkistanlılara karşı sorumsuzluğu maalesef bu sempatiyi ve güveni negatif hale getirmekte. Bunu söylemek zorundayım.
Bugün Türkiye, bu yanlış politikaları ile Doğu Türkistan’daki itibarını kaybetmekle kalmayacak, bütün mazlum coğrafyalarda, İslam dünyasında lider olma, önder olma, ağabey olma rolünü de yitirecektir. Giderek itibar da kaybediyor şu an.
Bugün Doğu Perinçek’i kılavuz edinmişiz ve Çin ile ilişkilerimizi Doğu Perinçek üzerinden kurmaya çalışıyoruz. Türk milletinde yüzde 0,25 dahi karşılığı olmayan bu siyasi kişilik tarafından yönlendirilen bu politika maalesef bir gün kazaya uğrayacak, Doğu Türkistan da kaybedecek, Türkiye de kaybedecek.
Bir süredir suçluların iadesi anlaşması gündemde. Hatta Çin’den alınan aşıların gecikmesinin, gelmemesinin en önemli sebebinin bu anlaşmanın TBMM’den geçirilmemesi olduğu iddiaları da var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Görüşmede bu konu da gündeme gelmiş olabilir mi? Çin basınında bu konu ele alınıyor mu?
Türkiye ile Çin arasında “Suçluların İadesi Anlaşması” 2017 yılında iki ülke devlet başkanları arasında protokol olarak imzalandı ve Adalet Komisyonu’nda bekliyor TBMM’de.
Çin tarafı, 25 Aralık 2020’de tüm dünyaya bir mesaj yayımladı ve 26 Aralık’ta Çin Parlamentosu bu sözde “Terörle Mücadele ve Suçluların İadesi Anlaşması”nı meclisten geçirdi ve Çin Devlet Başkanının imzalayacağı açıklandı. Türkiye’den de bunun gereğinin yerine getirilmesi talep edildi.
Biz de bu olay üzerine derhal bir açıklama yaptık ve dedik ki, “Bu bir ihanettir.”
Türkiye, Çin’in bu ihanetine, bu kumpasına aldanmasın. Bu ikinci bir Boraltan olur ki ikinci bir Boraltan’ı bile yüze bile katlayabilecek bir ihanet olur.
Çin Dışişleri Bakanının Türkiye ziyaretinde de kuvvetle muhtemel sözde “Teröre Karşı Mücadele ve Suçluların İadesi Anlaşması” ikili görüşmelerde gündeme gelmiştir.
Çünkü Türkiye artık aşı, swap anlaşmaları, ekonomik destek, Çin’in Türkiye’deki yatırımları ve uluslararası birtakım ilişkilerde Çin’e bağımlı hale geldi.
Batı ile ilişkilerinde güvensizlik yaşayan Türkiye’nin Çin’i, Rusya’yı ve İran’ı kendine müttefik olarak seçme alternatifi bugün Doğu Türkistan’da soykırım olarak kendini aksettirmekte.
Bugün Türkiye, eli kolu bağlanmış durumda. Türkiye hiçbir dönemde, dış politikada bu kadar çaresiz ve bu kadar köşeye sıkışmış bir halde bulunmamıştı.
Bugün Çin’in Doğu Türkistan’daki soykırımının asıl müsebbibi de bu ülkenin Türkiye üzerindeki etkisinin her geçen gün artmasıdır. Türkiye’yi adeta ablukaya almış olmasıdır. Ekonomik açıdan, siyasi açıdan ve elbette aşı açısından Türkiye’ye bir baskı uygulamaktadır. Böylece, sözde suçluların iadesi anlaşmasının imzalanması için Türkiye’yi adeta taciz etmektedir.
Korkuyorum ve endişe duyuyorum ki; suçluların iadesiyle ilgili anlaşma gündeme geldiğinden beri, yaklaşık üç yıldır üç-dört bin Doğu Türkistanlı Türkiye’den Avrupa’ya kaçtı. Bunun vebali kime? Türkiye, bu çaresizlikten dolayı anlaşmayı Meclis’e getirip, “Hiçbir şey olmaz, biz iade etmeyiz” diyebilir ama siyasette kimseye güvenmem. Bu anlaşma eğer Meclis’ten geçer ve Sayın Cumhurbaşkanı da imzalarsa Türkiye’deki on binlerce Doğu Türkistanlı, sözde terörist suçlamasıyla Çin’e iade edilecek ve böylece bir katliama ortak olunacaktır.
Cumhurbaşkanımız sık sık Boraltan’ı hatırlatır ve bunun bir facia olduğunu söyler. Oysa Çin’e iade anlaşmasının imzalanması Boraltan faciasından belki yüz kat, bin kat daha ağır bir ihanet anlamına gelecektir.
Eğer gerçekleşirse, ben bu hatanın asla ve asla affedilmeyeceğini ve hiçbir zaman da bunun telafisinin mümkün olmayacağını ifade etmek istiyorum.
Biz, bu anlaşmanın Meclis’e gelişini engellemek için bütün demokratik haklarımızı kullanacağız ve bu hatayı Türk milletiyle birleşerek bertaraf edeceğiz. Bu konuda endişe ve kaygı taşımıyoruz dersek doğru söylememiş oluruz.
Serbest TV’de izlemek için:
SerbestPod’da dinlemek için: