Jonathan Cook (*) / Middle East Eye
Çeviren: Zahide Tuba Kor
13 parti kendilerini iktidara taşıyabilecek koalisyon arayışı içinde İsrail’in karmaşık seçim sonrası aritmetiğiyle boğuşurken seçimlerin en önemli sonucu kolayca gözden kaçıyor. Köktendinci ve yerleşimci partiler, yani İsrail’in aşırı sağı, geçen hafta eşi benzeri görülmemiş kesin bir zafer kazandı.
En ihtiyatlı değerlendirmede bile bu partiler 120 üyeli mecliste 72 sandalyenin sahibi oldular. Aşırı sağ on yılı aşkın bir süredir devam eden Binyamin Netanyahu’nun kesintisiz yönetimini sağlama aldı. Bu nedenle gerek İsrail gerekse Batı medyasındaki, hükümet kurabilmek için kendi içinde çoğunluk oluşturamayan sağ ve sol iki eşit kampa ilişkin mevcut tüm yorumlar bir saçmalıktan ibaret.
İsrail’de aşırı sağ büyük bir çoğunluğa sahip. Netanyahu’nun şahsiyeti üzerinden bir krize saplanmış olmasalardı kolayca bir hükümet kurabilirlerdi.
Aşırı sağa karşı duran, genel hatlarıyla ‘merkezciler’ diye adlandırılan partiler işgal altındaki bölgeleri ele geçirmeye aşırı sağ kadar hevesli durumdalar; ama tabii daha el altından, dikkat çekmeden.
Toplamda 25 sandalye kazanan ‘merkez sağ’da iki parti (Gelecek Var ile Mavi ve Beyaz) yer alıyor. Hâlâ bir ‘barış kampı’ oluşturdukları iddiasını sürdürmeye çabalayan İşçi Partisi ve Meretz’in temsil ettiği ‘merkez sol’ ise 13 sandalye aldı. Son 10 sandalye, İsrail’in Filistinli vatandaşlarından oluşan büyük azınlığı temsil eden çeşitli partilere gitti.
Hem aşırı sağ hem de ‘merkezciler’, Siyonizmin yerleşimci-sömürgeci ideolojisinin farklı versiyonlarına mensuplar. “Dışarıdan bakanlar için iki kamp arasındaki benzerlikler farklılıklara kıyasla daha kuvvetli gibi görünebilir. Nihayetinde -Meretz Partisi istisna- her iki kanat da Filistinlilerin boyun eğdirilmesini ve uzaklaştırılmasını istiyor.”
‘Merkezciler’, Siyonizmin savunmacı/apolojetik kanadı. İsrail’in yurtdışındaki imajından endişe duyuyorlar. Bu da demek oluyor ki, hakları değil, -Oslo Anlaşmalarının önerdiği gibi- Yahudiler ve Filistinliler arasında toprakları bölmeyi vurguluyorlar, tabii en azından görünüşte. Merkezcilerin en büyük korkusu, ırkçı ayrımcı bir devleti yönetiyorlarmış gibi görünecek olmaları.
Yahudi üstünlüğü
Hâlihazırda meclisin yüzde 60’ını oluşturan aşırı dinci ve yerleşimci partiler ise aksi görüşte. Onlar, -açıkça bir ırkçı ayrımcı sistem kurmak için- hakları bölmeyi yeğliyorlar, tabii eğer toprağı bölmeyi engelleyebilirlerse. Tüm bölgeyi -ve tercihan sadece Yahudiler için- istiyorlar.
Başkalarının ne düşündüğünü pek de önemsemiyorlar. ‘Yahudilik’ dinî mi yoksa etnik-milliyetçi terimlerle mi tanımlanmalı konusunda kendi aralarında anlaşamasalar bile hepsi de Yahudi üstünlüğü ideolojisini onaylıyorlar. 2018’de Netanyahu hükümeti, Yahudi Ulus-Devlet Yasası üzerinden bu dünya görüşünü yasallaştırma sürecini başlatmıştı.
Aşırı sağ, anavatanlarını Avrupa önderliğindeki Siyonist hareketin son 100 yıldır sömürgeleştirdiği yerli bir halk olan Filistinlileri, açıkça kendilerine ait olmayan topraklara izinsiz giren ya da istenmeyen misafirler olarak görüyor.
Merkezcilerin aksine aşırı sağ, işgal altındaki [yani Batı Şeria ve Gazze’deki] Filistinliler ile İsrail’in Filistinli olan ve daha aşağı vatandaş sayılan beşte birlik nüfusu arasında pek bir fark görmüyor. Tüm Filistinliler, nerede yaşarlarsa yaşasınlar ve statüleri ne olursa olsun, boyun eğdirilmesi gereken bir düşman olarak görülüyor.
Merkezcilerle ittifak
Peki, aşırı sağın geçen haftaki tartışmasız zaferi bu kadar barizken neden medya İsrail’in süregelen siyasi çıkmazı ve birkaç ay içinde beşinci seçime gitme ihtimali üzerine analizlerle dolu?
Eğer milletvekillerinin net bir çoğunluğu savunmacı/apolojetik olmayan Yahudi üstünlüğüne inananlardan müteşekkilse, Netanyahu niçin -tıpkı üçüncü seçimden sonra savaşla yoğrulmuş General Benny Gantz’ı koalisyon tuzağına düşürdüğü gibi- iktidarda kalmak için merkezcilere kur yapmaya devam ediyor? Ve neden bu seçimden sonra ilk kez destek vermesi için bir Filistin partisiyle [Mansur Abbas’ın Raam Partisi’yle] temas kurduğu söyleniyor?
Cevabın bir kısmı, aşırı sağın köktendinci ile daha seküler bileşenleri arasında ‘Yahudi yönetimi’nin ne anlama geldiği konusundaki derin anlaşmazlığa dayanıyor. Her iki bileşen de Yahudilerin Filistinlilerden üstünlüğüne odaklanıyor ve işgal altındaki topraklar ile İsrail arasında anlamlı bir ayrım yapmayı reddediyor. Ancak Yahudi egemenliğine dair telakkileri bambaşka. Bir hizip Yahudilerin emirlerini Tanrı’dan alması gerektiğini düşünürken diğeri Yahudi devletine dayanıyor.
Dahası, kimin Yahudi sayılacağı konusunda bile hemfikir değiller.
Mesela İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Lieberman’ın, eski SSCB’den göçmüş destekçilerinin birçoğunu hakiki Yahudi saymayan Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği partilerinin aşırılıkçı hahamlarıyla ekmeğini paylaşması çok zor. Onlara göre ‘Ruslar’, Filistinliler kadar Yahudi toplumuna ait değiller.
Netanyahu’nun baskıcı gölgesi
Ancak daha da büyük bir engel, İsrail’in en uzun süre başbakanlıkta kalan siyasetçisi Netanyahu’nun şahsında.
Aşırı sağ, Netanyahu’nun çeşitli yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanması karşısında büyük ölçüde istifini bozmuyor. İsrail’in kısa tarihi, liderlerinin nezaret ettiği büyük suçlarla dopdolu: Saldırı savaşları, zorla nüfus transferi, infazlar ve yağma, arazi hırsızlığı ve yerleşim inşası. Bunlarla kıyaslandığında Netanyahu’ya yöneltilen sahtekârlık ve rüşvet alma suçlamaları ıvır zıvır görünüyor.
Aşırı sağın Netanyahu ile sorunu daha karmaşık.
Netanyahu 1990’ların başından beri bu kampa nispeten rakipsiz bir şekilde önderlik ediyor. İsrail’deki en yetenekli, tecrübeli ve karizmatik siyasetçi haline geldi. Ve bu nedenle, başka hiçbir aşırı sağ lider şimdiye kadar onun baskıcı gölgesinin altından çıkamadı.
Lakabı Kral Bibi olabilir; ama aşırı sağın daha hırslı prensleri giderek huzursuzlanıyorlar. Onun yerini doldurmak için can atıyorlar. Bıçakları çektiler. Likud’daki çırağı Gideon Saar, geçen haftaki seçimlerde tam da eski patronunu devirmek umuduyla Yeni Umut adlı bir parti kurmuştu. Ama Netanyahu o kadar kurnaz ve tecrübeli ki rakiplerini zekice alt etmeyi sürdürüyor. Aşırı sağın zafiyetlerini istismar ederek rakibinin ölümcül hamlelerini savmayı başardı.
Netanyahu iki aşamalı bir strateji uyguladı. Yurtdışındaki algının aksine, aslında o, aşırı dinci ve yerleşimci kampın daha ılımlı şahsiyetlerinden biri. İdeolojik olarak Mavi ve Beyaz Partisi lideri Benny Gantz’a, dinî partilerin politikalarını dayatan hahamlardan ya da yerleşimci aşırıcılardan, hatta ve hatta kendi Likud Partisi’nin çoğunluğundan çok daha yakın.
Netanyahu, esasen dini ve yerleşimci partilerin enerjisini kullanıp kendi siyasi ve şahsi yararına seferber etme konusunda çok mahir olduğundan yurtdışında bir öcü haline geldi. “Netanyahu’nun onlarca yıldır aşırı sağın en zararlı pozisyonlarını kuşatan bir söyleme itibar, devlet desteği ve entelektüel ağırlık katması nedeniyle İsrail toplumu giderek daha aşırılara kayıyor.”
Bu seçimde İsrail’in en faşist partisi olan Yahudi Gücü’nü [Dini Siyonizm Partisi üst çatısı altında] meclise sokmaya yardımcı olan bir anlaşmaya bile aracılık etti. Gerekirse, kurmayı umduğu hükümete onları kabul edecektir.
Strateji gitgide zayıflıyor
Ancak Netanyahu’nun -İsrail standartlarında- görece ılımlılığı, en azından şimdiye kadar koalisyonlarına merkezcileri katmayı tercih ettiği anlamına geliyor. Bu tercih, Avrupalıları kızdırabilecek ve Washington’ı utandırabilecek, tamamen aşırı sağcı bir hükümetin aşırılıklarını dizginlemeye yardımcı olageldi. Keza merkezcilerle birbirine düşürdüğü aşırı sağcı partileri bölünmüş ve kendine bağımlı halde tutageldi.
Yerleşimcilerin prensleri eğer kendisini çok zorlarsa, onları değiştirmek için her zaman bir Yair Lapid (Gelecek Var) veya bir Benny Gantz (Mavi ve Beyaz) yahut bir Ehud Barak’ın (İşçi Partisi) aklını çelebilir.
Nitekim bugüne kadar kendinden başka kimseye sadık kalmadı. Ancak artık bu strateji gitgide zayıflıyor. Yolsuzluk davası ve bunun sonucunda kendisini hapisten kurtarmak için İsrail’in hukuk ve yargı sistemini zayıflatmaya dönük kampanyası, merkezcilerde ekşi bir tat bıraktı. Artık onunla ittifak yapmak konusunda daha temkinliler.
Geçen yılki seçimlerden sonra Gantz, -olağanüstü bir hükümette salgınla acil mücadele ihtiyacı gibi- istisnai gerekçeler öne sürerek Netanyahu hükümetine katılmaya cesaret etti. Buna rağmen süreç içinde partisini mahvedip eritti. Görünüşe göre şimdilerde sadece ve sadece Mansur Abbas gibi acemi çaylak bir muhafazakâr İslamcı lider Netanyahu’nun hilelerine kanmaya hazır.
Netanyahu’nun zayıflığının ve alternatif ortaklarını kaybettiğinin farkına varan aşırı sağın bazı kesimleri zapt edilmez ve dik kafalı bir hale geldi.
Netanyahu aşırı dinci partileri gemide tuttu, ama aşırı maliyetle. Onlara hepsinin ötesinde talep ettiklerini verdi: Cemaatleri için özerklik. Tam da bu yüzden İsrail polisi, pandemi boyunca ultra Ortodoksların sokağa çıkma kısıtlaması sırasında okullarını kapatmayı reddetmelerini ve hahamların cenazeleri için -genellikle maskesiz- dışarıya akın etmelerini görmezden geldi.
Ancak Netanyahu’nun ultra Ortodokslara sonsuz müsamahası, sadece ve sadece aşırı sağın daha seküler kesimlerini yabancılaştırmasına hizmet etti.
İlhaka ihanet
Daha da kötüsü, Netanyahu enerjisini, dikkatleri yolsuzluk davasından uzaklaştırmanın yollarına odakladığından, aşırı sağın siyasi ve duygusal öncelikleri -özellikle ilhak- noktasında sorumsuzca hareket etti. Arka arkaya gelen seçim kampanyalarında Batı Şeria topraklarını resmen ilhak etmeye dönük giderek ciddileşen sözler verdi.
Ancak sözünü yerine getirmekte defaatle başarısız oldu.
İhanetin en ağırı bir sene evvelki seçimin ertesinde geldi. Netanyahu, dönemin Amerikan Başkanı Donald Trump’ın da onayıyla, Batı Şeria’nın büyük bölümünü ilhaka derhal başlama sözü verdi. Ama sonunda ilhakın ertelenmesi koşuluyla Körfez ülkeleriyle bir ‘barış anlaşması’ imzalamayı tercih ederek sözünden çark etti.
Bu adım, kendi siyasi bekasına yarayacaksa Netanyahu’nun aşırı sağın temel hedeflerini öncelemektense -merkezcilerden kalma bir hareket tarzı olarak- yabancı başkentleri tavizle yatıştırıp gönüllerini alabileceğini açıkça gösterdi. Sonuç olarak, Netanyahu’ya karşı artan bir öfke var. Aşırı sağın bazı kesimleri, kendi siyasi ve şahsi manevralarına değil, onların davasına yatırım yapacak yeni birini istiyorlar.
Netanyahu, Ortadoğu diktatörlerinin yolundan giderek kendine bir halef yetiştirmedi. Kendi ideolojik kampında öğrenilmiş çaresizliği besledi ve yerleşimlerin prensleri, şimdilerde onsuz nasıl başa çıkacaklarından korkuyorlar. Zira Netanyahu çok uzun zamandır onların dadılığını yapıyordu.
Ancak tıpkı asi gençler gibi onlar da özgürlüğün tadına varmak ve Netanyahu’nun şimdiye kadar müsaade ettiğinden daha fazla ortalığı kasıp kavurmak istiyorlar.
Kendisi için tasarladığı siyasi ağırlık merkezinden kurtulmayı umuyorlar. Eğer sonunda bunu başarırlarsa, ileride Netanyahu çağını görece ılımlılık ve sükûnet dönemi diye hatırlayabiliriz.
________
(*) 2001’den beri Nâsıra’da yaşayan ve Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili üç kitabı bulunan İngiliz gazeteci)
https://www.middleeasteye.net/opinion/israel-election-netanyahu-obstacle-far-right-triumphant
Middle East Eye, 29.3.2021