İktidara yakın gazetelerin Kazakistan’da olan biteni “dış güçler”e bağlayan haberleri bitmek tükenmek bilmiyor. Bunları gördükçe aklıma tam dört yıl önce kaleme aldığım (10 Aralık, 2018) “Muhafazakâr aydınlar artık insanların çığlık atma hakkını bile tanımıyor” başlıklı yazı geldi.
Şöyle başlamışım yazıya: “Muhafazakâr kesimin aydınları, en kayda değeri başörtüsü tartışmaları olmak üzere, bir zamanlar hak ve haysiyet talepli direnişlerin coşkulu destekçileriydi. Sadece kendilerinin hakları konusunda değil, başkalarının hakları konusunda da hassastılar. Fakat kendilerini iktidarın koşulsuz destekçileri derekesine indirdikten sonra, kendilerinden olmayanların, algıladıkları baskı nedeniyle iktidara karşı hak, adalet ve haysiyet odaklı bir direniş göstermelerini ‘anlayamamaya’ başladılar. Yalnız Türkiye’dekileri değil, dünyanın herhangi bir yerindeki benzer direnişleri de…”
Yazının ikinci paragrafında da onların “meşru” kabul etikleri yegâne kitlesel protesto türünü işaret etmişim:
“Zamanla, sadece, ekonomik sıkıntı gerekçesiyle düzenlenen protesto eylemlerini ‘meşru’ ve ‘anlamlı’ bulur hale geldiler, o da bin bir rezervle. Mesela ‘üst akıl’ rezervi: Görünüşte ekonomik saiklerle iktidarı protestoya girişen kitleler, farkında olmadan ‘üst akıl’ın oyununa geliyor olabilirlerdi. İşte o zaman o eylem de meşruiyetini ve anlamını kaybederdi.”
Kazakistan: “Görünüşte ekonomik, temelde ‘üst akıl’
İktidara yakın gazeteler ve yazarlar Kazakistan’daki kitlesel protestoları tam böyle çerçevelediler: Görünüşte ekonomik saiklerle iktidarı protestoya girişen ve fakat aslında farkında olmadan ‘üst akıl’ın oyununa gelen kitleler…
Düşünüyorum da, aradan geçen dört yılda ne çok mesafe katedilmiş bu yolda. Baksanıza, artık “geçinemiyoruz” çığlığı bile geçerli değil. Ancak sessiz ve bireysel çığlıklar kabul edilebilir sayılıyor günümüzde. Ekonomik saiklerle gerçekleştirilecek kitlesel protestoların hangi refleksle damgalanacağını artık kolayca tahmin edebiliyoruz.
Bu refleksin asli nedeni korku. Büyüklü-küçüklü iktidar çevrelerinin “Kazakistan” diyenleri derhal “Gezi” diye susturmaya çalışmaları bu korku halinin bir tezahürü. Son sürümünü bugün Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasında gördük.
Buradaki sorun, çeşitli ülkelerde zaman zaman ortaya çıkan kitlesel protestoların görünenin dışında nedenlerinin de olabileceği üzerine fikir yürütmek değil. Buradaki sorun, kitlesel protestoların tamamının mutlaka “dış güç” işi ve “kötü” olduğuna dair damgalama… Böylece artık “haklı” kitlesel protestonun imkânı ve ihtimali kalmıyor.
Dört gün önce Euronews kameralarına konuşan bir Kazak kadını dinledik. Şöyle diyordu:
“Tüm dünyaya söyleyin, Kazakistan’da büyüyen tek şey yolsuzluk. Ülke Nazarbayev’in ailesinin özel şirketi haline geldi… Protestocuyum demekten korkmuyorum. Ben kendi hayatımı yaşadım. Artık çocuklarım için buradayım. Ülkenin en parlak gençleri yurtdışına gitti. Neden? Çünkü burada hayat yok.”
İktidarın ve iktidar destekçilerinin gözünde böyle çığlıkların hiçbir anlamı yok artık. Belki bir kısmı haline hem üzülüyor, hem de “küresel güçlerin oyununa geldiği için” kızıyordur ona.
İktidara yerleşmiş ve onu kaybetmekten ödü kopan dindar-muhafazakârlığın bir başka tezahürü de bu işte: Uydurup inandıkları “büyük resmi” görmek, küçük insanların dertlerine gözlerini kapamak!