Rahip Andrew Brunson, 23 yıl boyunca Türkiye’de kiliseler kurdu, din adamlığı yaptı ve inancını anlattı. Eylül 2016’da ikamet izni verileceğini umarak gittiği karakolda, sınır dışı edilmek üzere gözaltına alındı.
Gerekçe: Milli güvenliği tehdit eden faaliyetlerde bulunmak.
Hristiyan din adamı olduğu halde FETÖ yöneticiliğinden tutuklandı.
Casusluktan dava açıldı.
Türkiye ve ABD, diplomatik krize sürüklendi.
ABD’nin Brunson’un bırakılmasını istemesi üzerine Erdoğan, “Ver papazı, al papazı” dedi.
Trump, tehditkar tweetler yazdı.
Dolar 7 TL’ye çıktı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül kara listeye alındı.
Brunson, 21 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi.
Derken, ‘örgüte yardım’ suçundan üç yıl bir ay ceza verildi.
Brunson, 13 Ekim 2018’de ABD’de döndü.
Beyaz Saray’da ağırlandı.
Trump, seçim kampanyasında kullandığı, ABD’li rehinelerle ilgili belgeselde Brunson’a da yer verdi.
Brunson, ülkesinde ‘Tanrının Tutsağı‘ adlı bir kitap yazarak, başından geçenleri anlattı. İngilizce kaleme alınan kitap Türkçe’de e-kitap olarak hazırlandı. Sınırlı sayıda dağıtıldı.
Türkiye, bugün işadamı Osman Kavala ve eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunu tartışırken, akla hep aynı örnek geliyor: Brunson.
Brunson, insanların kanıtsız şekilde tutuklanıp siyasi bir pazarlık için kullanılmasının sembolü olarak görülüyor. Ne akla ziyan casusluk suçlaması ne de Hristiyan din adamının FETÖ’cü olduğu şeklindeki gülünç sav ispatlanabildi.
Brunson üzerinden ABD ile adeta rehine pazarlığına kalkışan AK Parti, Türkiye’yi üçüncü dünya ülkesi pozisyonuna düşürdü. AB üyeliği yolculuğundan iktidarın babadan oğula geçtiği Orta Asya devletleri ile yan yana anılmaya gelindi. Yargının siyasallaştığı, davaların mahkemelerde değil, cumhurbaşkanlığında karara bağlandığı bir ülke olarak görülmeyi hak ediyor muyduk?
Brunson’a gelince…
ABD’de din adamı olarak hayatına devam ediyor.
İlk söyleşisini geçen yıl kasım ayında merkezi Almanya’da bulunan ve Türkçe yayın yapan Artı TV’de verdi. Açıklamaları Türk basınında yer buldu.
Brunson ile 27 Ocak’ta ‘Zoom’ üzerinden görüştük. Türkçe konuştuk.
İşte, Brunson’la söyleşimiz:
Türkiye’ye ne zaman geldiniz?
1993’te İstanbul’a geldik. Eşimle Marmara Üniversitesi’ne başladık Türkçe’yi daha iyi öğrenmek için. 2000 yılında İzmir’e geldik. Yeni Doğuş Kilisesi’ni ve Diriliş Kilisesi’ni açtık. Türkiye’den gitmeyi düşünmüyorduk. 23 yıl oturduk.
Neden geldiniz?
İsa’yı anlatmak istedik.
Kasım 2016’da karakola çağrıldığınızda ne düşündünüz?
Biz süresiz ikamet için başvurmuştuk. İkamet vereceklerini düşünerek karakola gittik, bambaşka şeyle karşılaştık. Sınır dışı kararı vardı. Cuma günü gözaltına aldılar. Pazartesi zaten gidecektik. Biletimiz vardı, Londra’ya. “Madem gönderiyorsunuz, bırakın, gidelim” dedik. Bizi Işıkkent Geri Gönderme Merkezi’ne götürdüler. Eşimle beraber 13 gün kaldık. Işıkkent’te IŞİD’li yabancı erkekler vardı. 13 gün sonra eşimi bıraktılar. Beni Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’ne götürdüler. 50 gün kaldım.
Hükümet masum olduğumu biliyordu. 2016’nın Kasım ayının sonunda Amerikalı 17 senatör mektup gönderdi Başkan’a. (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kastediyor) Beni bırakmasını istediler. O zamana kadar idari gözaltındaydım. Mektuptan sonra adli gözaltına aldılar. Savcı dedi ki, “FETÖ’yü övdün, PKK’yı destekledin. Seni tutukluyoruz.”
Amerika “Neden bırakmıyorsunuz?” diye soruyor. “Suriye’ye geldi”, “İnsan ticareti yapıyor” ya da “Gülen’in konferansına katıldı” deniliyordu. Beni cezaevine göndermek için “FETÖ” dediler. O zamana kadar bir Fetullahçı ile tanışmamıştım. Yalan olduğunu biliyorlardı.
Size göre tutuklanmanızın asıl gerekçesi neydi?
Birini örnek yapmak istediler. Beni seçtiler.
Niçin?
Benim gibi misyonerler ve dinini paylaşmak isteyen yabancılar kendiliğinden gitsin diye. Ve giden oldu. Bazı kardeşler korktu ve gitti. Bir de Türk kardeşlerimiz… “Amerikalıya bunu yapabilirsek, size her şeyi yaparız” mesajı vermek istediler. Başta uzun vadeli tutmayı düşünmüyorlardı. Gittikçe başka şeyler eklendi. “Bakalım, kullanabilir miyiz?” diye.
Ne için kullanmak?
Uzun bir talep listesi vardı. FETÖ’yü istediler. Erdoğan, açıkça söyledi televizyonda. “Papazımızı verin, biz de papazınızı…” Birkaç defa anlaşmış hükümetler. Sonra Türkiye çekiliyor. “Hayır, daha fazla istiyoruz.” (diye) Amerika’nın veremeyeceği bir şey istediler.
Ne gibi?
Birçok şey. “Halk Bankası meselesini çözelim” gibi. Suriye’de bazı şeyler. Trump ise “Verebileceğim bir şey isteyin” dedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Bu bir yargı süreci, Amerika’nın bırakılmasını istemesi hakarettir” diyordu. Bunları söylerken, biliyordum ki, perde arkasından pazarlığımı yapıyorlar. Hep karşılık olarak bir şey istediler. “Bırakırız ama şunu verin.” (gibi) Beni öyle kullandılar.
Dört duruşma oldu. Her duruşmayla bir mesaj veriliyordu. Duruşma tarihleri Hakan Atilla’nın mahkemesine (ABD’deki Halk Bank Davası) göre alındı. Üçüncü duruşmada anlaşmaya vardı hükümetler. Bırakmaları gerekiyordu. Bir daha cezaevine gönderdiler. Trump çok kızdı. Çünkü İsrail’de Türk bir kadın gözaltına alınmıştı. (Haziran 2018’de tutuklanan Ebru Özkan) Trump araya girdi. Ona bıraktılar. Beni de bırakmaları gerekiyordu. Trump tehdit etmeye başladı.
21 ay içeride kalmıştım. Son iki ay ev hapsinde kaldım. Erdoğan, “Burada olduğum sürece o çıkmayacak” dedi. O zaman kim karar veriyor, yargıç mı, başkan mı?
Casuslukla suçlandınız.
Biri casus olacaksa kilise önderi olmamalı. Herkes şüpheyle bakıyor. Casus olacaksa işadamı olsun. Kimse şüphelenmez. Devlet bizi takip ediyordu. Bana çok suç atıldı. Gülünç şeyler. Normal bir zamanda mahkeme kabul etmezdi. Çünkü hiç tanışmadığım ve aynı yerde olmadığım kişiler suç atıyordu.
Örgüte yardımdan ceza aldınız? Hangi örgüt?
Belli değil. Bence hem PKK, hem FETÖ… Ben mahkemede tekrar tekrar söyledim: Polis bizi takip ediyordu. 2011’de biri kiliseye saldırdı ve bana ateş etti. Devlet koruma verdi. 23 yıl sorun yaşamadık polisle. Ama mahkemede “Toplantılarında PKK’yı övüyorlardı, PKK bayrakları vardı, onların şarkılarını söylüyorlardı” dediler. Toplantılarımız halka açık. Kilisemizin pencereleri sokağa açık. Tanımadığımız kişiler de giriyor. Bir fotoğraf yok, mesaj yok, video yok, ses kaydı yok. Gizli tanıklar vardı, onları destekleyen birşey yoktu.
Fakat ceza aldınız.
Suçlu bulundum. Gitmemi istiyorlardı. Türkiye’nin ekonomisi çok etkilendi. Özellikle muhalifler hakkında konuşmak istiyorum. Muhalif partiler “Adalet bağımsız değil, talimat geldi, bıraktınız” dediler. Gitmeme izin vermelerini eleştiriyorlar. Tersini yapmaları gerekiyordu. Gerçekten kanıt yoktu. Niye iki yıl içeride kaldım? Bu utanç verici bir şey. Masum bir adam, iki yıl içeride kalıyor. Kimse itiraz etmedi muhaliflerden.
Sezgin Baran Korkmaz’ın adını duydunuz mu? Tahliyenizde etkili oldu mu?
Duydum. Ama tanışmadım. O da kendi çıkarını arıyordu. Trump, yaptırım uyguladığında dolar 7 TL’yi geçti. İşadamları bu sorunu çözmek istiyordu. Dediğiniz adam da o grubun içindeydi. Amerika’dan bir işadamı yanında bir papazla evimize geldi. Korkmaz’ın avukatı onlarlaydı. Bize “Erdoğan ile buluşmak istiyoruz. Umudumuz, bir iki gün sonra seni Amerika’ya götürmek” dediler. Ama olmadı.
Yaşadıklarınızı nasıl yorumluyorsunuz?
Çok zor oldu. Her açıdan kırıldım. Ancak Türkiye’de yaşadığıma pişman değilim. Biz ayrılırken son sözlerimiz şuydu: “Türkiye’yi seviyoruz.” Yürekten söylüyorum.