Uzun zamandır sürdürdükleri diyalog ve iş birliği ile siyasal kültürümüz açısından yeni gelenekler başlatan muhalefet partileri, son zamanlarda demokrasi tarihimizde ilk kez yaşanan işlere de imza attılar.
12 Şubat akşamında altı liderin parlamenter sistemle ilgili aylardır yürütülen ortak çalışmanın topluma duyurulması için son detayları konuşmak üzere bir araya gelmeleri, tüm demokrasi tarihimiz açısından bir ilkti. Daha önce de Perspektif’te yazdığımız gibi siyasal sistemi demokratik bir yapıya kavuşturacak anayasal düzenlemeleri belirlemek amacıyla, partilerin aylarca birlikte çalışmaları ve bunu bir protokolle imza altına almaları şeklindeki bir iş birliği daha önce hiç yaşanmamıştı. Hatta bırakalım anayasa reformunu, herhangi bir nedenle dahi bu kadar çok renkli bir toplantı şimdiye kadar hiç gerçekleşmemişti.
Aralarında benim de bulunduğum ve yeniden demokrasiye dönüş konusunda umutları olan çok sayıda insan bu gelişmeleri büyük bir heyecanla takip ederken, daha çok CHP’ye yakın olduğu varsayılan muhalefet medyasında ise tersine bir hava hâkimdi. Dolayısıyla yazının geri kalan kısımlarında “muhalefet medyası” veya “muhalif kanaat önderleri”nden bahsedildiğinde kastedilenler Karar, Millî Gazete veya Yeniçağ gibi muhalefeti destekleyen medya organları ve oralarda yazıp çizenler değildir.
Biraz yakından baktığımızda, 12 Şubat toplantısı ile ilgili muhalefet medyasında birbiriyle çelişen iki tutum ortaya çıktığını görüyoruz. Bir taraftan bu toplantının ne kadar önemli olduğu vurgulanırken, öte yandan da toplantıya yönelik sert eleştiriler ve itibarsızlaştırma çabaları çok güçlü bir biçimde gündemi şekillendiriyordu. Bu konuda detaylı bir içerik analizi verisine sahip olmamakla birlikte, gerek haberler gerek köşe yazıları gerekse de TV’lerdeki tartışma programlarında egemen tonun kesinlikle ikincisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Daha toplantı öncesinde muhalefet mecralarında “masum” bir habermiş gibi yer alan “oturma düzeni” nedeniyle sorun yaşandığına dair gündem, aslında toplantıyı gerçekleşmeden sabote ediyordu. En azından büyük bir adım atmak üzere olan liderlerin ve partilerin “ne kadar önemsiz detaylarla uğraştığı” bilgisi üzerinden hem söz konusu liderleri hem de toplantıyı itibarsızlaştırıyordu. Doğrudan toplantıya katılacak bazı liderlerin “böyle bir tartışma hiç olmadı” açıklamalarına rağmen bu bilgi toplumun zihnine yerleşti ve 28 Şubat’taki organizasyonda bile bir sürü haber ve değerlendirme, oturma sırası tartışması yaşandığı varsayımı üzerine kurgulandı.
Toplantıya katılan liderlerin fotoğraf ve görüntülerinin medyaya servis edildiği ilk andan itibaren muhalefet kanadı ikinci eleştiri dalgasını başlattı. Önce bu masada niye HDP’nin olmadığı, sonra masanın çok sağcı olduğu ve sosyalist soldan partilerin niye masada yer almadığı itirazları yükseldi. Pervin Buldan’ın da tartışmaya katılması ile altı liderin toplantısının amacı ve önemi büyük ölçüde gölgede kaldı. Daha sonra Mithat Sancar ve Selahattin Demirtaş’ın 6’lı masaya yönelik desteklerini açıklamalarına rağmen, zihinlerde geriye kalan tortu kesinlikle eleştirel argümanlardı.
Eleştirilen husus sadece katılımcı listesi değildi. Toplantı sonrasında yapılan yazılı basın açıklaması da muhalefet kalemleri ve yorumcularının hiddetinden nasibini aldı. Bu açıklamada yer almayan konular üzerinden 6’lı masa ağır bir biçimde eleştirildi. Yapılan değerlendirmelerde ancak bir seçim beyannamesi ile karşılanabilecek beklentiler yer alıyordu ama ne bu değerlendirmeleri yapanlar ne bunları yayınlayanlar 12 Şubat toplantısının konusunun ve amacının bir seçim beyannamesi hazırlamak olmadığını ne hikmetse hiç fark edemediler.
Olayın çığırından çıktığını gören aklı selim sahibi insanlar elbette ki vardı. Mesela Fikret Bila bence tarihe not düşen önemli bir yazı kaleme aldı. Yazının başlığı içeriği hakkında zaten yeterince fikir veriyor: “Armudun Sapı Üzümün Çöpü Demeden”
Parlamenter sistemle ilgili uzlaşı metninin topluma duyurulacağı 28 Şubat toplantısı bizzat muhalefet mahallesi eliyle oluşturulan bu olumsuz atmosferde gerçekleşti. Toplantıya davetlilerin büyük bir ilgisi vardı ve salonda rahatlıkla hissedilen güçlü bir heyecan yaşanıyordu. Muhalefet medyası da toplantıya hak ettiği ilgiyi gösterdi ve gün boyu canlı yayınlarla yaşananları topluma aktardı. Ancak toplantı biter bitmez sosyal medyada metinde laiklik ve Atatürkçülük olmadığı temaları üzerinden yoğun bir eleştiri dalgası yükseldi. Oysaki metinde iki ayrı yerde laikliğe vurgu yapılıyordu ama 48 sayfa metni nasılsa az sayıda insan okuyacaktı ve onlar okuyuncaya kadar bu eleştiri zaten etkisini çoktan yaratmış olacaktı.
Daha önce 12 Şubat toplantısı ile ilgili basın açıklamasından seçim beyannamesi çıkarmaya çalışan muhalif kanaat önderleri aynı tutumu “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” metninden de esirgemediler. İnsaflı olanları ekonomi programının yetersizliği nedeniyle eleştirirken, bendeniz “Bu metinde niye tarım politikası yok?” sorusuna dahi muhatap oldum.
Burada kritik soru şu: Bu eleştirileri yapanlar açıklanan metnin bir seçim beyannamesi veya hükümet programı olmadığını bilmiyorlar mı, yoksa bildikleri halde başka gerekçelerle mi bu eleştirileri yapıyorlar?
Doğru yanıtın hangisi olduğunu tam olarak bilememekle birlikte, birinci soruya “evet” diyebilmek pek mümkün görünmüyor. Mutabakat metninde türlü eksikler bulan yorumcuların büyük çoğunluğu söz konusu metnin bir seçim beyannamesi veya hükümet programı olmadığını biliyordur. Bu durumda, ikinci soruya yanıt aramak daha anlamlı bir çaba olacaktır. Dolayısıyla muhalefet mahallesinin 6’lı masayı sürekli eleştirmesinin sebeplerine odaklanmak gerekiyor.
Genel olarak değerlendirildiğinde bu zaman zaman irrasyonaliteye savrulan eleştirilerin arkasında aşağıdaki gerekçeler yer alıyor olabilir:
1. Sağ Antipatisi
6’lı masaya gelen eleştirilerin büyük ölçüde siyasi yelpazenin solunda konumlanan medya organlarından ve bu mecralarda değerlendirmelerde bulunan sol eğilimli kişilerden geliyor olması bu seçeneği akla getiriyor. 12 Şubat toplantısından sonra masada ‘sağ’ın hâkim olduğu değerlendirmesi zaten açıkça da dillendirilmişti. Milliyetçi muhafazakâr bir iktidardan kurtulmak için başka milliyetçi ve muhafazakâr partilerle iş birliği yapılması bazı sol entelektüeller için bir çelişki olarak görülüyor.
2. Ekmeleddin İhsanoğlu Sendromu
2014 yılında yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin Ekmeleddin İhsanoğlu’nu MHP ile birlikte ortak aday göstermesi, solcu kanaat önderlerinde de seçmenlerde de derin izler bıraktı. Aslında İhsanoğlu her iki partinin toplam oyu kadar oy almayı başardı (yüzde 38) ama bu realite nedense söz konusu kesimler tarafından görmezden gelindi ve seçim yenilgisi doğrudan Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekmeleddin İhsanoğlu’na fatura edildi.
6’lı masada yer alan partilerin beşinin sağcı olması, CHP tabanının ve solcu kanaat önderlerinin benimsemekte zorlanacağı bir sağcı aday kaygısını yeniden canlandırmış olabilir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanının özelliklerini sıralamaya başlamasından sonra bu endişe belirgin hale geldiği için, Meral Akşener söz konusu kriterlere “seçimi kazanacak olmak” vasfını da ilave etti. Ancak bunun bile bazı kesimleri tam olarak tatmin ve teskin ettiğini söylemek pek mümkün görünmüyor.
3. 6’lı Masayı Baskı Altına Alma
2018’de yapılan seçimde muhalefet partilerinin ortak hareket etmemesi halinde yarışın ilk turda Tayyip Erdoğan tarafından kazanılacağı net olarak belliyken bile, bu kesimler CHP üzerinde büyük bir baskı kurarak ortak aday çıkarılmasını engellemeyi başarmışlardı. Hatırlanacağı gibi milletvekili seçiminde dört partiden oluşan bir ittifak kurulmuş olmasına rağmen bu iş birliği cumhurbaşkanlığı yarışına teşmil edilememişti.
Oysa şimdi henüz seçime oldukça uzun bir süre varken, başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu ve Gültekin Uysal cumhurbaşkanlığında yarışa ortak adayla gidilmesi gerektiği konusunda hemfikir olmayı başardılar. Hatta ittifakı dört partinin ötesine geçirebilmek için de uzun zamandır süren bir diplomasi yürütüyorlar. Bu diplomasinin ilk meyvesi de parlamenter sistemle ilgili uzlaşma metni oldu.
Siyaseti dışarıdan yönetmeye alışkın bazı kesimler için bu durum açık bir “tehlike” içeriyor. Bu nedenle 6’lı masayı şimdiden baskı altına alıp neticede cumhurbaşkanı adayını belirleme sürecini etkilemeyi hedefliyor olabilirler. Bu etkinin boyutu 6’lı masanın istemedikleri birini aday göstermesini engellemek olabileceği gibi, kendi adaylarını masaya empoze etmek de olabilir.
Sonuç olarak; önümüzdeki süreçte 6’lı masanın Cumhur İttifakı kadar muhalefet medyası ve kanaat önderleri ile de uğraşmak zorunda kalacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla masanın etrafında toplanan liderlerin ve onların kurmay heyetlerinin bu durumu göz önünde bulundurmalarında büyük yarar var. Aksi takdirde, şu ana kadar başlarına sık sık geldiği gibi, “dost” medyada yer alan haber ve yorumlar nedeniyle ortaya çıkacak krizlerle mücadele etmekten kurtulamazlar.