19 Haziran Pazar günü Cumhurbaşkanı’nın “24’ünde bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” demesinin dördüncü yıldönümünü olacak. 24 Haziran 2018 seçimlerinin en ses getiren vaadi olan bu söz, sanırım Tansu Çiller’in 1991 seçimlerindeki “Her eve iki anahtar” sözüyle beraber hafızalardan hiçbir zaman silinmeyecek. Her iki vaadin sahibi de biliyorsunuz “ekonomist” olduklarını görevleri boyunca sıkça tekrarladılar. Bu nedenle son 25 yılda ekonomistlerin itibarının azaldığına ve ortalama kazançlarının diğer meslek gruplarından daha hızlı düştüğüne neredeyse eminim, ancak böyle bir veri yayınlanmadığı için ispatlayamam.
Dört yılda dört kur şoku
Faiz ve “şunla bunla”dan kastedilen dövizle uğraşılırken gördüğümüz ise dört yılda dört kur şoku oldu. İlk kur şokuyla 2018 Ağustos ayında karşılaşsak da Merkez Bankası (TCMB) faiz artışı ve parasal sıkılaşmayla dengeye kavuşabildik. İkincisiyle pandemi sonrası “128 milyar dolar” skandalının derinleşmesinin ardından Kasım 2020’de karşılaştık. Bu kez hem faiz hem de itibar artırmak gerektiğinden, faizi artırırken damat bakanın da feda edilmesi gerekti. Üçüncü ve en ağır kur şokunu Aralık 2021’de doların Türk lirasına karşı 18’e yükselmesiyle yaşadık. Son kur şokunu da içinde yaşadığımız günlerde yaşamaktayız. Ne yazık ki bu kez krizin birkaç ay ötelenmesi için masaya konulan formüller bile artık ışıldamıyor.
Aslında bugün yaşadığımız kur şoku Aralık ayındaki üçüncü şokun devamı sayılır. İlk iki kur şoku ardından hatalar kısmen kabullenilmiş ve çare aranmıştı. Oysa Eylül 2021’den bu yana başta FED olmak üzere büyük Merkez Bankaları faiz artışının ve bilanço küçülmesinin iletişimini yapmaya başlamıştı. Buna rağmen Türkiye sadece üç ayda dünyada kendi parasına en fazla negatif faiz uygulayan ülke konumuna geldi. Aralık 2021’de ortaya çıkan kriz, AK Parti’nin “alışılmadık” politikalarına devletin kefil edilmesiyle sadece ötelenmişti. Bugün ise halının altı doldu taştı.
Dört yılda dörde katlanan dertler
Dört yılda ortaya çıkan dört kur şokunun sonucunda birçok yükümlülüğümüz ve fiyatlar da dörde katlandı. Cumhurbaşkanı’nın bu iddialı vaadi sonrasında başımıza neler geldiğini aşağıdaki tablo yardımıyla görelim.
TÜİK, fiyatların bu dönemde 2,7 kat arttığını söylediği için işi olanlar ancak bu civarda zam aldılar. Oysa aynı dönemde dolar 3,7, akaryakıt fiyatları 4,6, kredi borcumuz 5,4, konut fiyatları ise 4,4 katına çıktı.
Sonuçta geliri yetmediği için daha çok borç alan, devletin kendisinden daha hızlı aldığı borcu da üstlenen, bir otomobil veya konuta ulaşma hayali bile kalmayan milyonlar bu vaadin altında ezildikçe ezildi.
2018 öncesi kıt kanaat geçinenler açlık sınırının altına itilirken, bugün artık karı-koca mesleğini yapmaya yeni başlamış bir hekim çift bile yoksulluk sınırının altında hayata başlamak zorunda.
Faiz ile dört dörtlük balayı dönemi
Faizlerle nasıl uğraşıldığı da ortada. Muhtemelen iktidarın politikalarıyla en çok hedef aldığı “faizciler” açısından bu dört yıl adeta “dört dörtlük balayı” dönemi oldu. Enflasyon 2,7 kat artarken toplam borç stoku ve ödenmemiş faizlerin toplamı 4,1 katına çıktı. 2017 yılında 57 milyar TL olan kamunun faiz ödemeleri bu yıl 240 milyar TL olarak bütçelendi. Gerçekleşmenin bu tutarın üstünde olacağı da şimdiden belli. Buna bugüne dek sadece altı ayda 160 milyar TL’yi geçtiği hesaplanan kur korumalı mevduata Hazine ve TCMB’nin ödeyeceği tutarlar da dahil değil.
Dört ülke dört sonuç
Şu soruyu sorduğunuzu duyar gibiyim. “Her şey bu kadar mı kötü? Cumhurbaşkanımız 2018 yılında bu vaatleri verirken dünyada pandemi ve Rusya/Ukrayna savaşı gibi büyük krizlerin olacağını nasıl bilebilirdi?”
Bu soru sıkça “çürük” olmayan medyada da dile getiriliyor. Pandemiye rağmen ekonominin aslında iyi yönetildiği ve diğer ülkelerin bizden çok daha kötü durumda olduğu yazılıp çiziliyor.
Gerçekten de sadece Türkiye’deki veriler üzerinden konuşmak haksızlık değil mi? O zaman gelin kısa bir uluslararası karşılaştırma da yapalım. Bunu da yazının favori rakamı “dört” ülke için yapalım.
Karşılaştırmayı yaparken derecelendirme kuruluşu Fitch’in bu vaadin verildiği Haziran 2018’de bize benzer şekilde notladığı bazı ülkelere bakacağız. Bunlar Türkiye ile beraber Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika.
Aşağıda Fitch tarafından verilen notların 2018 ortasından bu yana gelişimini görebilirsiniz.
Görüldüğü gibi Türkiye’nin notu üç kez düşürülürken, Güney Afrika’nın iki kez düşürülmüş. Hindistan ve Brezilya’nın notu ise dört yıldır değişmemiş.
Tabii bazı iktidar temsilcilerinin tabiriyle Fitch, “fiçliğini” yapmış olabilir. Bu nedenle analizimizi “dış mihraklar tarafından fonlanan” derecelendirme kuruluşlarının dışında da yapalım.
İlk olarak ülke risk primleri CDS’e bakalım.
2018 başından bu yana Türkiye ülke risk priminde derin bir negatif ayrışmaya uğramış. Dört yıl önce bu dört ülke de neredeyse aynı risk sınıfında görülürken bugün Türkiye bu ülkelere göre dış borcuna artık %5-%6 daha fazla faiz ödemek zorunda. CDS keşke bazılarının zannettiği gibi sadece bir finansal piyasa enstrümanı olsaydı. Oysa CDS aynı zamanda dış dünyaya ödediğimiz faizleri belirlediği için iç kaynaklarımızla dış kreditörlere transfer edilen tutarı gösteriyor.
Peki sizce bu ülkelerde yaşayanlar Haziran 2018’den bu yana ne kadar birikimli enflasyona maruz kalmış olabilir? Bunu da aşağıda görebilirsiniz.
Bizde dört yıllık birikimli oluşan %167 enflasyona karşı diğer ülkelerde oluşan en yüksek enflasyon %29 ile Brezilya’da.
Aynı dönemde Türkiye’de dolar 3,7 katına çıkarken bu ülkelerin paralarının dolara karşı değer kaybını ise aşağıda görebilirsiniz.
Dört yılda dolar Türk lirasına karşı %275 değer kazanırken Real’e karşı %32, Güney Afrika randına karşıysa %18 değer kazanmış.
Krizlerin yarı ömrü
Karşılaştırma yaptığımız ülkeler pek de iyi yönetilen ülkeler olarak tanımlanamaz. Hiçbiri yıllardır istikrar ve barış içinde yaşayan bir İskandinav ülkesi de değil.
Tablolara bakınca dört yılın sonunda keşke yukarıda adı geçen ülkeler kadar bile “kötü” yönetilmiş olsaydık dememek elde değil. Bu ülkelerin siyasetçilerinin benzer yanları çok olsa da, bu veriler kurumsallaşmış ekonomi kurumlarının ve sağlam Merkez Bankalarının ne büyük fark yaratabildiklerini ortaya koyuyor.
2018’de verilen ekonomik vaadin yıldönümünde, dört yılda borcumuzun ve fiyatların dörde katlanmasına maruz kaldık. Tekrarlayan krizlerin veya şokların yarı ömürleri genelde kısalır. Karşılaşacağımız bir sonraki krizin dört dörtlük kusursuz bir fırtınaya dönüşmesi artık yüksek olasılık. Bu nedenle önümüzdeki dönemde 1990’ların baş döndüren enflasyon-devalüasyon çukuruna tekrar düşmemek için son şansımız gelecek yıl yapılacak olan “ya hep ya hiç” seçimleri.