Programın tamamını izlemek için:
Eski Ülkü Ocakları başkanı Sinan Ateş’in Ankara’da öldürülmesinin üzerinden neredeyse iki hafta geçti. Bu süre zarfında cinayete dair çeşitli bulgular ve ifadeler ortaya çıktı. Son olarak da Devlet Bahçeli -Sinan Ateş’i ağzına almadan, ağzına alanları haşlayarak- Meclis’te sert bir konuşma yaptı. Karşımızdaki tablo bize ne söylüyor?
Bu olay Susurluk hadisesinin oluşumunu ve gelişimini andıran bir seyir izliyor. Böyle bir ağırlığa ve ciddiyete işaret ediyor. Biliyorsun Susurluk kazası da bir polisle kim olduğu belli olmayan, aranan ama sonra Çatlı olduğu ortaya çıkan bir suçlunun kaçak ilişkisini ortaya çıkarmış ve bundan sonra düğüm iyice çözülmüştü. Burada da benzer şekilde birçok unsur ortaya çıktı son on gün içerisinde. Bunlardan bir tanesi cinayetin Mersin’de ülkücüler arasında yaşana bir çatışmanın devamı gibi görünmesi. Bir başkası cinayeti işlemeye giden kişinin İstanbul’dan Ankara’ya iki özel harekât polisleriyle gitmiş olması. Bir diğeri aranan kişinin MHP’li bir milletvekilinin evinde çıkması… Bir siyasi parti etrafında, ülkücüler etrafında dönen, gittikçe büyüyüp sarmal haline gelen bir hadiseyle karşı karşıyayız.
Üç boyut var karşımızda.
Birincisi, dışarıdan kiralık kullanılan bazı adamları saymazsak, devletin cinayet alanındaki bütün aktörlerle -ki bunların çoğu ülkücü ve MHP’li aktörler olarak görülüyor- ilişkisi var. Bir böyle etkileşim boyutu var. Soru: Kollama açısından, bunu destekleme açısından ya da üstünü örtme açısından devlet bunun neresinde?
İkincisi, önemli, MHP ve ülkücüler içinde kimi gruplar arasındaki siyasi rekabette şiddetin bir siyasi araç gibi, bir tasfiye aracı gibi kullanılıyor olması ve bunun özellikle Bahçeli’nin açıklamalarından sonra da kendi başına bir meşruluk kazanma görüntüsü.
Üçüncüsü ise doğrudan doğruya MHP ve ülkücü camianın kendisiyle ilgili. Ülkü Ocakları ve ülkücüler son yıllarda pek çok fiziki saldırının failleri olarak ortadalar. Selçuk Özdağ, Afşin Hatipoğlu, Orhan Uğuroğlu gibi isimler ilk akla gelenler ki bunların hepsi ülkücü kökenli isimler. Eleştirel bir tavır aldıkları andan itibaren çeşitli yerlerde sıkıştırıldılar, dövüldüler. Yaklaşık otuza yakın böyle olay olduğu söyleniyor. MHP’nin politikalarına ya da MHP içerisindeki hâkim fikirlere tehdit olarak görülen itirazlara şiddetle karşılık vermek, şiddetle bunları susturmak ve bastırmak tarzı bir hat var. Bu Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkücü camianın marjında olmuyor, tam merkezinde oluyor.
Bu üç boyutu da dikkate alırsak, görünen ya da Sedat Peker’in açıklamalarından itibaren karşımıza çıkan temel mesele, devletin mafyalaşması, mafyanın devletin içine girmesi, mafyanın siyasi ilişkilerde, rekabette bir unsur olarak kullanılmasıdır. Bunun yanısıra mafyavari ya da kabadayıvari bazı mekanizmaların siyasetin içindeki hesaplaşmalarda bir temel araç olarak kullanılmasıdır. Bu, MHP ve şiddet ilişkisinin oluştuğunu, partiler kanununda tarif edildiği şekliyle şiddetin odağı haline gelmiş bir siyasi partiyi gösteriyor.
Geçen Hanefi Avcı söylemiş, çok da doğru söylemiş: Yargıtay Başsavcısı’nın bu konuya el atıp derhal bir inceleme başlatması gerekiyor. Bu sadece bu olayla ilgili değil, bir olaylar silsilesi etrafında karşımıza böyle bir tablo çıkarıyor. İşin esas boyutu bu.
Bugüne geldiğimiz zaman, Bahçeli bugün (10 Ocak) neler söyledi? ‘Pirüpak arkadaşlarımızı pisliğin içine itmeye çalışanlara ölsek de müsaade etmeyiz’ dedi. ‘Ülkücüden mafya olmaz, delikanlı olur’ dedi. Tabii burada ilginç de bir ayrım var: Mafya-delikanlı ayrımı. Herhalde bu Kürşat Yılmaz’lara mafya değil delikanlı diyor. Onlar da mafya kelimesini sevmiyorlar. Çünkü mafya Çakıcı’nın ifadesiyle uyuşturucu satanlara deniyor da diğer işleri yapanlara artık Bahçeli’nin deyimiyle delikanlı deniyor.
Ama Bahçeli cinayetle ilgili yine bir şey söylemedi. Söylemediği gibi bu cinayetin işlenmesinden sonraki tartışmaların MHP’yi gevşetmek, yumuşatmak, sıkıntıya uğratmak, sekte vurmak için üretildiği mesajını verdi. Bu mesaj sadece bir savunu mesajı değil. Bu aynı zamanda bütün partisine, ülkücülere dik durun ve bu olaylardan etkilenmeyelim mesajı. Bu mesajın da tabii siyaset açısından son derece tehlikeli olduğu ortada.
İki büyük aşama yaşandı diye düşünüyorum, bunlardan bir tanesi doğrudan doğruya suç örgütü ilişkileriyle MHP’nin ilişkisi açısındandı. İşte hapishanede Alaattin Çakıcı’nın ziyaret edilmesi ya da Kürşat Yılmaz gibi yine bir suç örgütü liderinin çeşitli vesilelerle devreye girmesi, fırıncılar derneği başkanının tutuklanmasında olduğu gibi mezar taşlarından bahsedilmesi, Sedat Peker’in zamanında kan banyosundan bahsediyor olması. Bütün bunlar tabii ülkücü fikir, ülkücü aktörler etrafında bir boy gösterme, şiddetle el ele verme ve sokağı bu anlamda denetleme fikri, sokağa verilen bir endişe duygusuyla ilgili.
Fakat bu kez görüyoruz ki doğrudan doğruya ülkücü gruplar içerisindeki rekabet ve çatışmada da silah, ölüm, dövme çok ön plana çıkmaya başlıyor. Belli ki Milliyetçi Hareket Partisi içerisinde bir grup bunları organize edebiliyor. Bunların içinde milletvekilleri var. Bunların içerisinde ocak başkanları var. Ve bunlar hakkında hiçbir takibat şu anda yok. Olacağını da pek sanmıyorum. Bu tabii Türkiye’nin mafyalaşmış devleti ya da şiddetle iç içe girmiş eski faşist partileri andıran, Kara Gömlekliler’i andıran, onun başka bir türü olan bir istikamete gidişini gösterir ki son derece korkutucu diye düşünüyorum.
“Siyasetin meşruiyeti; şiddetin ve şiddet araçlarının devre dışı olmasından gelir. Türkiye’nin en önemli problemlerinden bir tanesi ise burada bunun tam tersi istikamette bir gidiş olması. Nitekim Bahçeli’nin söylemi ‘şerefsizler, vatan hainleri, ölümü hak edenler’ vesaire şeklinde. Bu dil ile yaşananlar arasında bir bağ var.”
Bahçeli neden hâlâ Sinan Ateş’le ilgili bir başsağlığı dileğinde bulunamadı? Herkesin merak ettiği bir soru. Aslında önem verirler muhafazakârlar, sağcılar, ülkücüler bir eski ülkü ocakları başkanının ya da ülkücünün ölümünden sonra rahmet dilemeye. Böyle bir rahmet dileme bile olmadı. Yani belli ki daha önce tasfiye edilen Sinan Ateş ve onun yerine getirilen kişiler arasındaki kavgada Bahçeli dolaylı bir taraf olarak devrede. Tablonun bu olduğunu düşünüyorum ve bunun da zannederim son dönemlerin en vahim olayı olarak ele alınması çok tabii. Bunun daha çok üzerine gidilmesi gerektiğini düşünüyorum.