Programın tamamını izlemek için:
Demirtaş ve PKK arasında Mersin saldırısının ardından başlayan gerilim, Kürt siyasetinin ve Türkiye demokrasisinin geleceğiyle ilgili bize neler söylüyor?
Aslında daha çok nerede durduğumuzu söylüyor, gözlem merceğimizi Kürt hareketinin üzerine yönelttiğimiz zaman. Tespit etmemiz gereken çok önemli bir gerginliğin altını çiziyor. Genel bir tabirle siyaset kurumu ile siyaseti şiddet olarak gören ve onun üzerinden yol almak isteyen yasa dışı yapı arasındaki gerginliğe işaret ediyor. Buna şiddet-siyaset gerginliği diyebilirsiniz.
Kürt hareketinin her geçen gün büyüdüğü ortada. Bu, her şeyden önce toplumsal bir büyüme. Bunu bize seçim sosyolojisi, seçmen ayrışmaları söylüyor. Belli bir tarihten sonra yüzde 5’lerden 10’lara, hatta 10’un üzerine ulaşmış bir HDP seçmen kitlesi var. Bunların büyük bir kısmı Kürtler ve belli bir talebi dile getiriyorlar. Büyüyen bu sorunun kentlere, insanlara, zihniyetlere, örgütlenmelere yansımaması kaçınılmaz. Kürt meselesini uzun süre şiddet ve terör yoluyla PKK taşıdı. Elbet meşru görülmedi. Ama biliyoruz ki binlerce, on binlerce insan evlerinden dağlara gittiler, militan olarak örgüte katıldılar. Bu örgüt bin türlü yapılar kurdu. Bunlar arasında siyasal örgütler, siyasal partiler oldu vs. Ancak, bugün geldiğimiz nokta itibariyle, yaşanan gelişmeler sonucu, Kürt meselesinin temsilinde, ifadesinde, çözümü istikametinde şiddet dışı bir alanın, siyaset alanının da genişlediğini görüyoruz.
HDP ile PKK arasında bu türden bir gerilim var. Buna karşılık aralarında aynı hareketin parçası olmaktan kaynaklanan kopmaz bir bağ da var. Bu bağı ister sosyolojik olarak tanımlayın, ister politik olarak tanımlayın. Ama bu örgütsel vesayet bağı değil ve bu nedenle PKK ve HDP arasında ciddi ve anlamlı ayrışmalar da yaşanabiliyor.
Ne var ki, aynı anda yaşanan iç içe olma ve ayrışma halinin kimi sonuçları olur. Bunlar bugün HDP’nin karşı karşıya kaldığı farklı baskı ve basınçların, bunlar arasındaki çelişkilerin artmasıdır. HDP üzerinde bir taraftan devletin, Türk siyasal sisteminin PKK’dan kop, şiddetten kop, bunları yok say baskısı var, diğer taraftan da PKK’nın ana güzergâhta beni dinle, izle baskısı. HDP’nin oy oranı arttıkça, kilit parti olma özelliği güçlendikçe bu ikili baskı tablosunun yaratmış olduğu sorun, büyüyor.
HDP ve Demirtaş Mersin saldırısını kınadığı için PKK tarafından; “yeterince net ve sert kınamadığı” için de başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olmak üzere iktidar temsilcileri tarafından suçlandı. HDP’den istenen bu “PKK ile arana net ve keskin bir sınır koy” düşüncesi ne kadar gerçekçi?
Bakanla başlayalım… HDP, PKK’ya açık tavır alınacak, bu tavır üzerinden siyaset yapılacak bir yer değil. Bu, ne tarihiyle ne sosyolojisiyle ne siyasetiyle mümkün. Ancak bu hal, HDP’nin PKK’nın parçası, devamı vs. olduğunu da göstermez. HDP, sistemin sınırında ve o sistemi genişletmek üzere siyaset yapıyor. Zira Kürt sorunu böyle bir sorun, Kürt sorunuyla ilgili talepler böyle talepler. Türkiye’nin idari yapısından tutun anayasal yapısına ve vatandaşlık tanımına kadar pek çok şeyin değişmesini bekleyen, uman bir hareket bu. HDP de bunları temsil ediyor. Birinci resim bu. İkinci resim ise şu: PKK Orta Doğu’da geniş alanlar kazanmış durumda. Artık sadece Türkiye sınırları içindeki, Türk siyasetinin koşulları içindeki bir örgütten bahsedemiyoruz. Aynı zamanda Rojava’da, Irak’ta, Sincar’da varlığını sürdüren fiili bir güç var. Bu fiili güç ile Türkiye arasında sık sık çatışmalar yaşanıyor. Türkiye, son dönemlerde Irak ve Suriye’de oldukça kuvvetli askeri operasyonlar yapıyor. Çeşitli gazetelerde ne kadar terörist öldürüldüğü, ne kadar elebaşının yakalandığı gibi haberler okuyoruz. Orada PKK sıkışmış bir görüntü veriyor Türk basınına bakacak olursak. Askeri dengeler açısından bu kısmen de olsa yanlış değil. Dolayısıyla bu basıncın sonucunda Türkiye’de bazı olaylar infilak edebiliyor. Mersin saldırısı bence böyle bir olay. Bilmiyorum tabii, PKK’nın açıklaması yapılan bir eylemin üstlenmesi mi yoksa planlanıp yapılan bir eylemin üstlenmesi mi… Türkiye dışındaki Kürt hareketinin varlığı sürdükçe, oradaki çatışmalar sürdükçe, Türkiye oralara müdahil olmaya devam ettikçe bunların Türkiye’ye yansıması kaçınılmaz. Bu durumda da HDP’nin pozisyonunun gittikçe güçleştiği bir tablo karşımıza çıkıyor. Çünkü burada bir çatışma dili, bir savaş dili, bir terör dili -nasıl adlandırırsanız- sahaya iniyor ve HDP burada sadece bir role davet ediliyor: Kına! Evet kınadılar ama görüldüğü gibi çok da inandırıcı olmadı. Soylu inanmadı, çünkü onun HDP’den beklentisi yok olması. Olmaması. Temsil etmemesi. Bugün Türk siyasal sisteminde HDP’nin PKK ile arasına mesafe koymasını isteyen isimler aslında temel olarak bunu söylüyorlar. Diyorlar ki, “çıkın bu sahadan.”
Tüm bu yaşananlar, 2023 seçimleri öncesinde HDP’yi ve seçim sürecini nasıl etkiler? HDP bu süreçte nasıl bir strateji izlemeli?
Seçimlere doğru HDP’nin karşı karşıya kaldığı iki konu daha var. Biri, Altılı Masa’nın HDP’ye bakışı. Bakış homojen değil ama kendi içinde ince bir tutarlılığı da yok değil. HDP ile bir araya gelme gibi bir eğilim gözükmüyor ama bir ortak adayın HDP ile dolaylı temas kurması imkânı var. Ama tartışmalar sürüyor gidiyor. Altılı Masa kendi arasında tartışıyor. Kimi partiler İYİ Parti’nin arkasına saklanıyor. CHP, İYİ Parti ile çatışıyor ama İYİ Parti’nin tavrı biraz da işine geliyor denebilir.
Diğer taraftan HDP’nin önünde de alternatifler var. Bu alternatiflerden biri de kendi adaylarını çıkartma tercihleri. Burada Türk siyasetinin ve demokrasisinin sorumluluğuyla Kürt siyasetinin sorumluluğu hem iç içe, hem de çatışma içinde.
Kürt bölgelerindeki beklenti, benim de gözlemlediğim kadarıyla, ayrı bir aday çıkartılması. Buna karşılık Batı’daki HDP desteği daha çok Erdoğan’ı hedef aldığı için burada yapıcı bir rol oynaması beklentisi söz konusu. Açtığımız konu tüm bunlara toplu bir bakışı gerektiriyor. HDP sadece Mersin olayında ne yaptı, ne yapmadı meselesi değil; HDP üzerinden Türkiye siyaseti neyle karşı karşıya meselesi.