Ali Bayramoğlu

Ali Bayramoğlu: “Kobani ve Gezi davalarındaki kararlar iktidarın anlatısının doğrulanmasıdır, tersi ittifakın çözülmesi olurdu”

Ali Bayramoğlu ile Bugünler'de bu hafta: “31 Mart seçimleri sonrası karşımızda iki siyasi Türkiye var. Bir tarafta yenilenmeye açık bir Türkiye, diğer tarafta ise eski yapılarını koruyan 15 Temmuz Türkiyesi var. Bu davalarda verilen kararlar iktidarın kendi ideolojik söyleminin ve anlatısının doğrulanması davasıdır. Kobani davasından başka bir şey beklemiyordum. Başta bu nedenle beklemiyordum. Çünkü bunun çözülmesi, mevcut ittifakın çözülmesi ve Türkiye'deki siyasi iklimin tamamen değişmesi anlamına gelirdi. Maalesef bu gerçekleşmedi.”

Siyasette çatışan iki dinamik

Dün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Kavala-Gezi Davası’nın yeniden görülme talebini oy birliğiyle reddetti. Kaldı ki, AK Partili kaynaklar, Erdoğan’ın Özel’e Kavala konusunda “Siz onun ne yaptığını bilmiyorsunuz” dediğini iddia ediyorlardı. Bugün, Kobani davasının karar duruşması var. Aralarında Demirtaş’ın da olduğu 108 sanık hakkındaki hüküm açıklanacak. Sonucun Kavala davasındaki gidişten farklı olacağını düşünmüyorum. Açıkçası, otoriter uygulamalar ve bakış itibariyle yumuşama-gevşeme ihtimali pek görünmüyor… AKP-MHP ilişkilerinde bir zayıflama, ayrışma olasılığı da neredeyse yok…

Ali Bayramoğlu: Özel’in dış politika brifingi çıkışı akıllı ve yaratıcı bir hamle

Ali Bayramoğlu ile Bugünler: Özgür Özel, dış politika brifing meselesinden eleştirildi ama Türkiye'nin bence buna ihtiyacı var. Bunlar akıllı ve yaratıcı hamleler. Tabii ki, her iki parti bir araya gelip son derece muhafazakar bir dış politika ortaya çıkarırsa bunu tartışırız. Ama usul açısından böyle bir koordinasyonun önemli olduğunu düşünüyorum. Siyaset sadece önerilerle, soyut ortaya atılan söylemlerle oluşmaz. Bu söylemlerin, bu önerilerin hayata geçirilme çabasıyla gerçekleşir. Belediyeler bunun mecralardından birisidir. Şimdi dış politikada bir kapıyı zorlayan bir örnek görüyoruz ve ben açıkçası şu aşamada son derece anlamlı ve önemli olduğunu düşünüyorum.

Özel’in performansına dair…

Esasen Özel, Kılıçdaroğlu’nun açtığı yoldan ilerliyor. Bu yol, CHP’yi dar bir kimlik partisi olmaktan çıkarmak, bir kitle partisi haline getirmek, kültür savaşları dışında siyaset yapmak, demokrasi ve haklar etrafında kucaklayıcı, birleştirici olmak şeklinde tanımlanabilir. Bu, doğru ve olması gereken siyasettir.

“Siyasette hem mücadele edilir, hem uzlaşmalarla yol alınır”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “Siyasi süreçte alış veriş, talep, arz, istediğini dile getirme, bunun karşılığını almanın pek çok yolu vardır. Bunlardan bir tanesi mücadele etmektir kimi konularda, kimi konularda da konuşarak, görüşerek bazı şeyleri çözümlemektir. Yani bugün ben Özgür Özel'in Beştepe'ye gidiyor olmasını simgesel olarak Beştepe'nin kabulü ve o politikaların benimsenmesi ya da onlara daha az ses çıkarmak olarak okunmasını doğru bulmuyorum. Bu hamleyi pozitif değerlendiriyorum.”

Kediler birer melektir….

İki farklı tabiat, beklenti, tür arasında ilişki, ortaklık, dahası iletişim kurmak bir meseledir.Ama kediler öğretirler. İnsana ilişki kurmanın, ortak dil üretmenin yegane yolunun, karşısındakinin tabiatını, beklentilerini, endişelerini dikkate almak olduğunu gösterirler.Zamanla bedeniniz bile gevşer, hareketleriniz birbirine uyar, adımlarınız sakinleşir.Her birinin kendine bir has ayrı bir şahsiyet olduğunu keşfedersiniz.

TARTIŞMA | Yumuşama mı, sertleşme mi? Ali Bayramoğlu: “Yenilenme, yumuşama, değişim beklemek hayal”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “Bahçeli, bugünkü sistemde esneyen yerlerin neler olduğunu tespit edip oraları güçlendirmeye çalışan bir konuşma yapmış görünüyor. Ben buradan şunları çıkartıyorum: Yerel seçim sonuçları hiçbir şekilde bu ana projeyi etkilemez. Sandık sonuçlarında bir oy kaybı yaşansa da bundan hareketle bir yenilenme, yumuşama, bir değişim beklemek bir hayaldir. Yeni anayasa talebi bu mevcut modelin biraz daha pekiştirilmesi, aksayan yönlerinin düzeltilmesi anlamına gelir.”

Erdoğan’ın yolu…

Erdoğan’ın seçim sonuçlarını, muhalefetin başarısı olarak değil, kendi seçmeninin küskünlüğü etrafında ele aldığı görünüyor. Küskünlüğü de konuşmasının satır aralarında görüldüğü gibi iki nedene bağladığı söylenebilir. İlki AK Parti teşkilatında ve siyasi uygulamalarda “enerji” düşüklüğü ve orta-dar gelirlerinin ölümcül sorunu haline gelen enflasyon/hayat pahalılığı...Tahminim o dur ki, siyasi iktidarın seçim sonrası alacağı tedbirlerin ana çerçevesi bu olacaktır. Bu istikamette en büyük gerginlik disiplinli maliye politikaları ile Erdoğan’ın maaş zamları konusunda popülizant eğilimleri arasında yaşanacaktır.

“AK Parti bir çevreden merkeze yürüme hikayesiydi, son seçimle merkezden çevreye çekilen bir AK Parti var”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “CHP seçmeninin AK Parti’den çok fazla seçmen almadığı görülüyor. Seçmen hareketi daha çok bloklar içi olmuş. Bir tarafta YRP AK Parti’yi tırtıklamış, sandığa gitmeyenlerle birlikte de AK Parti inişe geçmiş. Diğer tarafta da seçmen CHP etrafında toplanmış. Bu, kültürel kilidin tam açılmadığını, bunun çok kolay olmadığını gösteriyor. Ama yine de bir esneme var. Bu seçimlerde daha net karşımıza çıkan bir şey var: AK Parti bir çevre hareketi, çevreden merkeze yürüme hikayesiydi. Bugünkü rakamlara baktığımız zaman -özellikle son seçim açısından- İstanbul ve Ankara’daki bütün merkez ilçeleri kaybeden bir AK Parti var. Merkezden çevreye yeniden çekilen bir AK Parti var."

Zaman…

Tüm toplumlar için kural olan kriz, istisna olan istikrardır. Zira krizler toplumların değişmesini ifade ederler. Yeni teknolojik girdiler, yeni sorunlar, yeni talepler toplumları kendi iç dengelerini, yönetim yapılarını, geleneklerini ve kurallarını sürekli değiştirmeye iter. Bu değişim, doğal olarak çıkar kavgalarıyla, ideolojik itişmelerle iç içe girer. Bunların ürettiği çatışmalar, yani krizler, ancak sistem tarafından bir talep göstergesi olarak kabul edilir ve entegrasyon yoluyla çözülürse biter ve değişim daha bir başkasına yerini bırakmak üzere yol alır. Türkiye uzun süredir böyle bir “değişim krizi”nin içinde. Krizlerin her geçen yıl derinleşmesi, “kendi etrafında dönen bir yılan” gibi “fasit bir daire” görüntüsü vermesi, bunların ardındaki değişim dalgasının sistem tarafından reddedilmesinden kaynaklandı.

Kopuş mu? Kırılma mı? Esneme mi?

Zemin kaybı her anlamda (aslında oy oranlarının uzun süredir gösterdiği üzere) muhakkaktır. Yerel seçimlerde AK Parti’nin güçlü oldğuu yerlerde katılımın düşmesi, AK Parti’nin İstanbul’da 9 puan gerilemesi, bu partinin seçmenindeki memnuniyetsizliği göstermektedir. İktidar partisi, iddialarının hilafına yeni Türkiye’nin dinamiklerinin oluştuğu merkezleri de kaybetmeye başlamıştır. Bu durum oy oranları ötesi kritik husustur.

“31 Mart seçimleri siyasete denge enjeksiyonu yaptı. Kültür kilitlenmesi kırıldı”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “Seçim sonuçları Türk toplumuna ve siyasetine denge getirmiştir. Yani beklentiler ve umutlar itibariyle bir yükseltici etkisi olacağı gibi AK Parti üzerinde de etkileri olacaktır. Bütün sisteme; yargıcıyla, gazetecisiyle, üniversite hocasıyla bir yeniden demokrasiye dönüş işareti verebilir bu seçim. Böylece davranışlar biraz daha serbestleşebilir. Ne oldu da buradan buraya geldik? Aslında ekilen tohumlar filizlendi denebilir. Biraz hızlı oldu, çarpıcı oldu, beklenmedik şekilde oldu ama bir zamanlar AK Parti’nin iktidara gelmesi de böyle olmuştu. Demek ki bir çıtayı atladı Türkiye. O çıta kültür kilitlenmesini kırdı.”

Erken bir seçim analizi…

Sandıktan 14 Mayıs’a benzer sonuçlar çıkarsa, lafı uzatmaya gerek olmaz, şimdiden iktidarın özgüveninin ileri derece de artacağını, mevcut düzenin derinleşmesine yol açacağını söyleyebiliriz. Tersi olur, 14 Mayıs’ın aksi bir dalga ortaya çıkar, bir kırılma yaşanırsa, siyaset yeni tartışmalar, beklentiler ve hareketlilikler üretebilir.

“Leyla Zana muhalefetle içiçe geçme siyasetine itiraz ediyor, 1 Nisan’dan itibaren bazı kapılar aralanabilir”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “Leyla Zana’nın çıkışları HDP’nin fazla muhalefetle iç içe geçmiş siyasetine bir geç kalmış itirazdır. Dolayısıyla ben buradaki esas tutumun biraz daha bağımsız olmak olduğunu söyleyebilirim. AK Parti’ye baktığımızda o da DEM’e yüklenmekle birlikte bunu çok aşırıya götürmüyor. Nitekim son İstanbul mitinginde Erdoğan bu meseleyi çok dile getirmedi. Bunun da bir anlaşmadan çok bir temkinli hareket olduğunu söylemek mümkün. Kürt hareketinin Erdoğan’ın dört yıl daha iktidarda kalacağını varsaydığını düşünüyorum. Şu anda bütün kapılar kapalı olmakla birlikte 1 Nisan’dan itibaren çeşitli imkanlar, konjonktürdeki bazı değişiklikler, Suriye’de olabilecek bazı hadiseler kimi kapıları açabilir, aralayabilir. Bu sebeple AK Parti’ye destek vermeden ama onunla ipleri de koparmadan bu ilişkiyi sürdürüyorlar.”

Bugünün hali: İnsansız siyaset

Modernist gözlükle bakıldığında son yılların öyküsü, AK Parti’nin dindarı, değişimi, çevreyi temsil eden kimliğiyle iktidar olmasından ve bunun yarattığı bozulmadan ve travmadan ibarettir. Seçim kampanyasına bile bakınca, bugün bu travmanın, özellikle kentli, seküler, üst kesimleri nasıl etkilediğini de görmek mümkün. Bu etki, “içi boş ve aktörsüz siyaset söylemi” üzerine kuruludur.

Türkiye’nin temsili demokrasi krizi

2023 seçimleri Türkiye’nin siyasi ruh hali üzerinde herhangi bir seçim sonucundan daha derin etkiler yarattı. Muhalif kesimde seçim öncesi, son günler hariç, beklenti ve koşullanma, iktidar değişikliği varsayımı üzerinden yaşanmıştı. Ekonomik kriz, iktidarın örselenmesi, muhalif partilerin Türk siyasi tarihinde nadir görülen biçimde, kimi uzlaşma sorunlarına rağmen “demokrasi ve restorasyon cephesi” oluşturup bir araya gelmeleri, yüzde 10 civarında seçmen gücü olan Kürt siyasi partisi HDP’nin desteğini almaları, yıllar sonra ilk kez esas hedefi Erdoğan iktidarına son vermek olan muhalefetin psikolojik üstünlüğü ele geçirmesine yol açmıştı. Ne var ki, seçim sonuçları tersi bir istikamette tecelli etti. Bu durum beklentilere oranla muhalif kesimde bir “şok”, iktidar kesimde bir “özgüven katlanması” etkisi yaptı. Şok, çeşitli sonuçlara yol açtı.

Dışarıdan nasıl görünüyoruz?

Avrupa Konseyi İnsan Hakları komiserleri tarafından hazırlanan, Türkiye’yle ilgili yıllık raporlar evrensel haklara, demokratik değerlere oranla Türk siyasal rejiminin resmini çizer. Birkaç gün önce 2024 raporu yayınlandı. Bakalım dışarıya verdiğimiz son görüntü ne?

“Ne İmamoğlu ne de Kurum bir dalga yakalamış gibi gözüküyor”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “Ne Murat Kurum ne de Ekrem İmamoğlu bir dalga yakalamış gibi görünüyor. İmamoğlu’nun 2019’daki ilk kampanyası bile bugüne göre daha kuvvetli bir kampanyaydı. Sadece yerel yönetim değil, ulusal siyasetle ilgili mesajlar içeren ve değişim umudunu besleyen bir kampanyaydı. Bugün böyle bir umut çok kalmadı. Dolayısıyla İmamoğlu etrafında büyük bir heyecan seferberliği olduğunu görmüyorum. Ama AK Parti’nin fütursuz siyasetlerini en azından simgesel olarak sınırlamak isteyecek bir muhalefet seçmeni sandık günü muhtemelen yine mobilize olacaktır."

Büyüyen ve küçülen partiler

Yeniden Refah Partisi ise, oğul Erbakan’ın liderliğinde milli görüş geleneğinin tekrar asil partisi haline dönüşme yolunda. Daha “liberal-reformcu” çizgi izleyen Saadet Partisi küçülürken, YFP büyüyor. Erbakan’ın, AK Parti’ye mesafeli durarak erime riskini bertaraf etmesi de “akıllı” bir strateji. YRP, kuvvetli Batı ve İsrail alerjisiyle, mikro alanda kelimenin gerçek anlamıyla tutucu dindarlığıyla öne çıkıyor. Kadın, gençlik, cinsellik, ahlak meselelerinde AK Parti’nin önünde seyrediyor, mevcut sofu dindar siyaset damarını temsil ediyor. Siyasi olarak, bu büyüme AK Parti aleyhine görünse de, esasen dikkate alınması gereken ikisinin toplamı. Ve başka bir tür içe kapanmayı temsil ediyor.

“Kürt hareketinin ne yapacağı Türkiye’deki gelişmeler kadar ABD’deki başkanlık seçimine ve ABD’nin Suriye politikasına da bağlı”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “Bu koşullarda Kürt hareketi ne yapacak? Demokratik cumhuriyet ya da demokratik konfederalizm iddiaları revize edilecek mi? Bunlardan vazgeçilecek mi? Bir çatışma evresi ya da başka bir müzakere evresi için başka türlü ilişkiler kurulacak mı? Bu önemli sorudur. Durum sadece Türkiye ile ilgili değil, ABD'de yapılacak Kasım ayındaki seçimlerden sonra ortaya çıkacak iktidar, bu iktidarın işte Suriye özellikle politikasının ne istikamette olacağıyla da ilgili bir durum. Bugün yaptığımız tartışmalar, işte PKK gölge olmaktan çıksın ya da DEM yanlış yapıyor, İmamoğlu'yla ya da şunla bununla ittifak etsinin ötesinde tarihsel bir perspektifle duruma bakmayı gerektiriyor.”

“Meral Danış Beştaş’ın aday gösterilmesi DEM’in İmamoğlu’na destek vermek dışında bir strateji izlediğini gösteriyor”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “DEM Parti ne yapmak istiyor? Evet Başak Demirtaş güçlü bir aday olacaktı belki ama şu anda açıkladıkları Meral Danış Beştaş ismi de güçlü bir aday. Kürt seçmeni açısından Meral Hanım kuvvetli bir adaydır. İyi bir hatiptir, parlamentoda temsilciliğini yapmıştır partinin, parti temsiliyeti kuvvetli bir isimdir. Bu ne söylüyor bize? Bu bize DEM’in İmamoğlu’na destek vermek dışında bir strateji izlediğini gösteriyor.”

Siyasi keyfiliğin kökenleri

Türkiye’de çift katmanlı bir otoriter dalga var. Hem dünyadan beslenen hem de kendi iç dinamikleri ile beslenen bir yapı. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan, onun kurduğu ittifak, yeni Türkiye iddiaları ile bu dünya siyaseti arasında paralellikler var. Bu paralellik temel olarak milliyetçilik, devletçilik, büyüme yani milli sınırların büyümesi üzerine dayanıyor. Bu oranda milli olan, milliyetçi olan, güce dayanan her zaman demokratik olanın üzerine çıkıyor.

Kritik bir kavşak: Can Atalay meselesi

AK Partili meclis başkanının bile ‘ortalayarak’ idare etmeye çalıştığı, diğer başkan vekillerinin okutmayı kabul etmediği Atalay’a ilişkin Yargıtay kararını okutacak bir kişi bulundu. Meclis Başkan vekillerinden Bekir Bozdağ, muhtemelen yine Beştepe’nin talimatıyla, kararı meclis genel kurulunda okutarak Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesini sağladı. Halk oylarıyla seçilmiş bir kişinin milletvekilliği, Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen, anayasaya aykırı bir şekilde düşürüldü. Otoriter rejimler, devlet içi direnç noktalarını devre dışı bırakan, gayri meşru girişim örnekleriyle doludur.

“Yerel seçimler için ‘Çözüm Süreci’ gibi bir pazarlık gerçekçi değil”

Ali Bayramoğlu’yla Bugünler: “Leyla Zana’nın açıklaması, Başak Demirtaş’ın adaylığı, Selahattin Demirtaş’ın savunması… Bütün bunlara baktığımız zaman ittifakın demokratik saiklerle muhalefetle olması kadar AK Parti ile olması da mümkün olabilir görüntüsü ortaya çıkıyor DEM Parti’de. Leyla Zana’nın davet ettiği şey Tayyip Erdoğan’ın Öcalan ile görüşmesi. Tabii şunu da görmek lazım ki herkesin beklentisi olabilir, bir şeyleri zorluyor olabilir ama önümüzdeki ittifaklar salt seçim üzerinden yürüdüğü için pazarlık yapılacaksa böyle bir çözüm sürecine geri dönüş pazarlığını çok gerçekçi görmüyorum. Daha farklı, seçim bazlı pazarlıklar olabilir, bazı faydalar elde etmek karşılığında.”

HDP’den DEM’e Kürt siyaseti…

DEM Parti, kendi beklentileri ve varlığı doğrultusunda faydacı, müzakereci siyaset izleyeceğine dair ipuçları vermeye başladı. Adı açık bir biçimde konmasa da Türkiyelilik ve ilkesel siyaset ile buna dayalı ittifak eğilimi güç kaybetmeye başladı. Bu, bazı çevrelerde iddia edildiği gibi bağımsız bir güç politikası anlamının çok ötesinde bir durum. Partide birbirinden bağımsız güç odaklarının varlığı, örneğin Demirtaş’ın eşinin çıkışları, DEM-Cumhur arası temas ve Kandil bağlantılarının artan etkisi iddiaları bu muhtemel gelişmeyi destekleyen hususlar.

“Bu mertlik ve siyasi cinayetler meselesi, yüzlerce insanın anısına hakarettir”

Akşener’in bir karar vermesi lazım, merkez siyasete aday bir siyasi partinin başkanı yoksa hala ülkücü hassasiyetleri taşıyan, terminolojisi kullanan aşırı devletçi ve milliyetçi bir siyasetçi mi? Bu mertlik ve siyasi cinayetler meselesi, köşe başlarında tuzağa düşen, yatağında boğulan, Sapanca-Adapazarı üçgeninde infaz edilen, Güneydoğu’da JİTEM tarafından yok edilen yüzlerce insanın anısına da hakarettir. Onların katilleri mert değildi...

“Hrant’ı sağa sola çekiştirmek ahlaki değil. Hrant Dink demokratikleşme arayışının önemli mimarlarındandı”

Ali Bayramoğlu: “Bugünkü gençler kendilerinden önceki dönemi, örneğin Hrant’ın siyaseten etkili olduğu 1990’ların sonlarından vefatına kadar olan süreyi bir sapma, bir yanılgı, bir hata dönemi olarak değerlendiririyor. Kamusal entelektüellerin kullanışlı aptal olduklarını, suiistimal edildiklerini, işbirlikçilik yaptıklarını söylüyor. Hrant’ı buradan ayırmak için onu solcu ilan ederler. Ama hayat öyle değil. Hrant Dink de bir demokratikleşme arayışının, özgürlükçü bir arayışın önemli mimarlarındandı.”

Kimdi, ne yaptı, niye yaptı Hrant?

O dönemin hassasiyetleri, dengeleri, mücadeleleri, ortak demokratik zihniyeti neydi? Hangi olaylarla, tartışmalarla, mücadelelerle kuşatılmıştı? Hrant’ı yerli yerine oturmak, hatta neden öldürüldüğünü anlamak bakımından bu sorular da önemlidir. Ne var ki, Türkiye’de yerleşik “post mortem” bir siyasi bakış alışkanlığı, bir siyasi kopuş kültürü var. Dönemler, bir öncekileri karalayarak, sil baştan ve kopuş içinde ele alınırlar. Özellikle genç nesiller bakımından geçerlidir bu. Oysa, bu bakış, hayatın akışına terstir. Özellikle siyaset, siyasi mücadeleler söz konusuyla… 2004-2007 arası Türkiye bakımından özel bir sayfayı oluşturan dönem bunu iyi özetler.

“Murat Kurum, Erdoğan açısından kötü bir tercih değil”

Ali Bayramoğlu'yla Bugünler: “Murat Kurum kötü bir isim değil Erdoğan'ın çerçevesinden baktığımız zaman. Deneyimli, hızlı çalışan, Erdoğan'ın tanıdığı, Erdoğan'a tam biat edecek bir isim. Her ne kadar muhalefet Murat Kurum'la ilgili bir dizi yayın yapıyorsa da Murat Kurum muhafazakâr kesim açısından olumsuz bir isim değil.“

“Protokolde olmasa da son derece basit bir talebi Suudiler niye kabul etmedi? Çünkü bu bir Suudi dayatması, meydan okumasıydı”

Ali Bayramoğlu'yla Bugünler: "Türkiye'de Cumhuriyetin 100. yılının kutlandığı bir atmosferde, uluslararası olmayan bir maçta çok da siyasi olmayan, aslında masumane olan bazı simgeler kullanılabilir. Bunlarla ilgili ben bir sakınca olduğunu düşünmüyorum. Suudi Arabistan tarafı maç öncesinde Mustafa Kemal Atatürk yazan tişörtlerle futbolcuların sahaya çıkmalarını engellemeyebilirdi. Bunu, yani bizimkilerin talebinin nedenini sorgulamaktan çok 'protokolde yok o yüzden olmaz' demelerine gerek yoktu. Protokolde olmayan son derece basit ve kabul edilebilir bir talebi Suudiler niye kabul etmiyor? Niye polis yollayarak pankartları alıyorlar? Neden bu tür baskılar yapıyorlar? Bu sorular da sorulabilir."