Alper Görmüş

Hedef Misak-ı Millî ama ‘light’ bir Misak-ı Millî…

Benim görebildiğim kadarıyla Erdoğan, Türkiye’nin, Misak-ı Millî sınırları dışında kalmış topraklarda etkili olacağı (hatta belki buraları vekaleten yöneteceği) bir model için koşulların uygun olduğunu düşünüyor, daha fazlasını değil. Muhtemelen, Kuzey Suriye’de Türkiye ile işbirliği içinde özerk bölge ya da bölgeler tesis edilecek ve daha sonra merkezi rejim bu bölgelerle bir tür federasyona zorlanacak. Yani hedef Misak-ı Millî sınırları ama ‘light’ bir Misak-ı Millî...

‘Misak-ı Millî savaşı’ ihtimali var mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk olarak Ekim 2016’da dile getirdiği ve o günden bu yana her fırsatta tekrarladığı Misak-ı Millî temalı çıkışlar iç politikaya yönelik bir retorikten mi ibaret, yoksa başı sonu hesaplanmış gerçek bir politik ajandanın kamuoyu yaratma aşamasını mı yansıtıyor? Böyle bir ajanda varsa, bu, zamanı geldiğinde Türkiye’yi Misak-ı Millî sınırlarına kadar genişletecek bir savaşı göze almayı da içeriyor mu?

Savaştan haz duyan bir gazetecilik!

Afrin’e yönelik Zeytin Dalı harekâtını haberleştiren gazetelerin birinci sayfalarının görsel dökümü, sayfaları hazırlayanların çocuklar gibi şen olduklarını, tarifsiz bir heyecan içinde bulunduklarını gösteriyor. Bunun sadece ‘millî' bir heyecan olduğuna inanan, yanılır. Bu, ilaveten militerlikten ve dolayısıyla savaştan alınan hazla ilgili de bir şey.

Dersimiz savaşta habercilik, öğretmenimiz Başbakan…

Başbakan Binali Yıldırım, geçtiğimiz günlerde gazete ve televizyonların sahipleri ile genel yayın yönetmenlerini toplayarak onlara Afrin’de nasıl gazetecilik yapmaları gerektiğini açıkladı. Ben karikatürist olsaydım, bu toplantının mekânını tipik bir ilkokul sınıfı olarak tasarlardım: Her sırada bir sahip ve bir genel yayın yönetmeni olmak suretiyle iki kişi oturmakta, öğretmen de onlara bir şeyler anlatmakta... Aynı ekibi o sınıftan alıp vizyondaki ‘The Post’ filmini izletmek de fena olmazdı.

ABD’nin Afrin’deki muğlaklığı inşallah Kuveyt’tekiyle aynı soydan değildir

ABD’li yetkililerin Türkiye’nin Afrin’e müdahalesi öncesinde yaptığı muğlak-çelişkili açıklamalar, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden (2 Ağustos 1990) hemen önce yapılan çelişkili açıklamaları akla getiriyor... Türk Silahlı Kuvvetleri Afrin’e ABD’nin yeşil ışığıyla mı girdi, yoksa onların kırmızı ışığına rağmen mi? Her iki ihtimal de kendi risklerini barındırıyor. Bakalım, şu âna kadar bildiklerimizin yanı sıra bilmediklerimiz ne zaman ortaya çıkacak ve bugünkü müsvedde ne surette temize çekilecek?

İktidar-gazeteci-okur ilişkisi ya da yalanda yaşamak

Medyanın iktidarın neredeyse dolaysız bir parçasını oluşturduğu, dolayısıyla da gazetecilik adına akla gelmeyecek şeylerin göze alındığı dönemlerin ortak bir özelliği, okurların gazetelerini cezalandırmayı düşünmemeleri... Bunun nedenini hepimiz biliyoruz: Toplumun aşırı ölçülerde kutuplaşması... Böyle dönemlerde, başkaları yaptığında ayıplanan şeyler, bu defa bizimkilerin iktidarı, bizimkilerin medyası söz konusu olduğu için görmezlikten geliniyor ve hatta yapanların sırtı sıvazlanıyor.

Duruşmalarda sanıkların ‘siz’ talebi üzerine…

Bir insan başka bir insana kural olarak ‘sen’ diye hitap ediyorsa, buna karşılık öbürünün ona ‘sen’ diye hitap etmesi hiçbir aklın köşesinden dahi geçemiyorsa, orada çok güçlü bir otoriter ilişki, bir iktidar ilişkisi var demektir._x000D_ _x000D_

Güç odağına o kadar yaklaşırsan, haberini yapamazsın

Bir zamanlar Mustafa Balbay, darbe heveslisi komutanların toplantılarına şahitlik ettiği halde onları neden haberleştirmediğini açıklarken, “not alıyordum, ileride kitaplaştıracaktım” demişti. Şimdi de Ekrem Dumanlı, zamanında yazsaydı yeri göğü inletecek haberleri video kayıtlarıyla anlatıyor. İki örnek olay da aynı gazetecilik dersine işaret ediyor: Güç odağına o kadar yaklaşırsan, haberini yapamazsın

Ortak payda…

Ahmet Hamdi Tanpınar, aralarında sınıf ve gelir farkları olan insanların yine de bir toplum oluşturabilmelerinin sırrını, onların ‘aynı hayatın ihtiyaçlarını duymalarında’ görüyordu: _x000D_ Münir Özkul, hiç kuşkusuz farklılıklarına rağmen herkesin ortaklaşa sevip saydığı, ‘ihtiyaç duyduğu’ sanatçıların başında geliyordu. _x000D_

Bir bumerang olarak ByLock: İlk dalga geldi

ByLock kullanıcısı oldukları gerekçesiyle cezaevinde yatmakta olan 11 binden fazla kişinin cep telefonlarına iradeleri dışında ByLock yüklendiği ortaya çıktı, tahliyeler başladı. Yargı ve siyaset, kaldırılması çok güç bir ‘hata’ ile yüzleşirken, ByLock’un bir bumerang gibi etkide bulunma kapasitesinin birinci yönü de kendini gerçekleştirmiş oluyor. En az onun kadar önemli olan ikinci yön ise ortaya çıkmak için sırasını bekliyor.

Büyük ve tehlikeli bir cisim yaklaşıyor: Flynn’in Türkiye dosyası (3)

Michael Flynn, Mart 2017’de henüz savcıyla işbirliğine karar vermemişken ‘olmadı’ dediği şeyi kabul edebilir ve Türkiye’den iki bakanın da katıldığı Eylül 2016’daki taplantıda Gülen’in kaçırılmasını konu alan bir ‘beyin fırtınası’nın gerçekleştirilmiş olduğunu itiraf edebilir. Yeni yılın ilk aylarında, belki de ilk haftalarında sonuçlanacak soruşturmada Türk hükümetini en çok Flynn’in bu konuda nasıl bir ifade vereceği ilgilendiriyor.

Büyük ve tehlikeli bir cisim yaklaşıyor: Flynn’in Türkiye dosyası (2)

Flynn, geçtiğimiz ay özel savcıyla işbirliğine gidip tıpkı Rusya‘yla ilişkileri gibi Türkiye ile ilişkilerinde de belli bir âna kadar gizlediği bazı bilgileri açıklamaya karar verdi. Açıkladıklarından bir bölümünü biliyoruz, fakat Türkiye’nin imajını ciddi ölçülerde zedeleyebilecek başka bilgileri de savcıyla paylaşmış olabileceği ve bunların da yakında ortaya çıkabileceği öne sürülüyor.

Büyük ve tehlikeli bir cisim yaklaşıyor: Flynn’in Türkiye dosyası (1)

ABD Başkanı Trump’ın eski güvenlik danışmanı Michael Flynn, ABD seçimlerinde Trump lehine Rusya ile birlikte çalışıldığı yönündeki iddiaları önce reddetti, ardından muhtemel uzun cezalardan korkarak kabul edip özel savcı ile işbirliğine gitti. Bu dosyanın bir parçasını da Türkiye lehine ABD’de lobi yaptığını önce inkâr edip sonra kabullenen Flynn’in Türkiye ilişkileri oluşturuyor. CIA’in eski başkanı Woolsey’ye göre bu işbirliğinin bir aşamasında, Gülen’in ABD’den kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi fikri etrafında, iki bakanın da katıldığı bir ‘beyin fırtınası’ gerçekleştirilmiş.

O dosyalar kapandı ama nasıl kapandı?

17-25 Aralık dosyalarının ABD’de bir kez daha canlandırılmasını eleştirirken iktidar kanadının başvurduğu, “O dosyalar Türkiye’de hukuk süzgecinden geçti ve kapandı” savunmasının şeklî hukuk açısından bir anlamı olabilir, fakat “kapandı” hükmünün ikna edici de olabilmesi için asıl o şeklin içinin nasıl doldurulduğuna bakmak gerekir. Şeklî hukuk o kadar önemli olsaydı, mesela iktidarın ABD’deki davanın muhtemel olumsuz sonucuna yönelik eleştirilerde bulunma hakkı da olmazdı._x000D_ _x000D_

Ortak değerlerde buluşmak mı, ortak olmayan değerlere saygı mı?

Türkiye’deki nöbetleşe zorbalık tablosu, karşılıklı olarak kutuplarda derin bir korkuya ve güvensizliğe yol açıyor. Ortak Değerler Hareketi’nin ‘Müştereklerimizi keşfedelim, geleceğe birlikte yürüyelim’ hedefi bu koşullarda iyi niyetli fakat işlevsel olmayan bir tını veriyor. Bu korkuyu ve güvensizliği ortadan kaldırmadan ‘bizim ne güzel ortak değerlerimiz var, hadi orada birleşelim’ çağrısı anlamlı görünmüyor.

Gizemli flash diskin etrafındaki toplu susma âyini

Türkiye’de siyasetçilerin ve gazetecilerin fikri takipten yeteri kadar nasiplenmediklerinden sık sık söz edilir. Bu mesele üzerine düşünenler durumu ‘meraksızlık’, ‘sabır eksikliği’, ‘hep yeni heyecanlar arama’ gibi insani özelliklere bağlıyorlar. Fakat geçtiğimiz yaz ortasında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, ‘FETÖ’nün TSK’daki gizli örgütlenmesini içerdiği’ iddiasıyla kamuoyuna açıkladığı flashdisk’le ilgili siyasetçi ve gazeteci performansı, yaşananın basit bir fikri takip probleminden ibaret olmadığını düşündürüyor._x000D_ _x000D_

Ahmet Turan Alkan

Ahmet Turan Alkan, kendisi için ‘anlamlı’ olmasa bile başkaları için öyle olan talepleri de samimiyetle önemseyip savunan o nadir insanlardan biriydi; bu özelliğiyle bir kutuplaşma panzehiriydi fakat artık yazamıyor. Onun gibi birini darbecilikle itham edip ısrarla hapiste tutmak, kutuplaşmadan fayda ummaktan başka bir anlama gelmez. _x000D_ _x000D_

‘Başarısız’ liderin istifasının istendiği bir cemaat yapılanması?

_x000D_ Gülen Cemaati’ni ve Gülen’i ‘içeriden’ eleştiren akademisyen Ahmet Kuru’nun “Başarısız dini önderin istifası istenmeli” önerisinin ‘demokratik’ niteliği tabii ki tartışma dışı... Fakat Müslüman bir cemaate dahil biri için, dini önderin ‘aşkın’ karakterini neredeyse dışlayan, üstüne üstlük omuzlarının üstüne dini önderi sorgulamaya yönelik bir ‘karar’ yükü bindiren bu ‘demokratik’ öneri ne kadar cazip ve işlevseldir? _x000D_ _x000D_ _x000D_

Muhalefet, 17-25’teki hatasını ‘Zarrab davası’nda da tekrarlıyor

Ergenekonvari ‘devirmecilik’ hevesi, AK Parti’nin baskıcı yönetimi nedeniyle, ilk 10 yılında partiyi ‘dışarıdan’ destekleyenlerin büyük bölümünü de etkisi altına almış durumda. Mottosu, ‘iktidarı kim, hangi yöntemle devirirse devirsin kabulümdür’ olan bu dizginsiz heves, sahiplerine, kritik anlarda öyle büyük hatalar yaptırıyor ki, bu hatalar hızla iktidarın elindeki kozlar haline dönüşüyor. 17-25 Aralık’ta öyle olmuştu, şimdi de ‘Zarrab davası’nda aynı şey oluyor.

‘Cemaat istisnailiği’ ya da ‘bana hak, sana değil…’

Cemaat’e ve Fethullah Gülen’e içeriden eleştirler... Akademisyen Gökhan Bacık: “(Cemaat ve Gülen eleştirilerine) olumsuz tepki verenlerin hemen hepsi bir ‘cemaat istisnailiğine’ inanıyor. Yani, bu kişiler cemaatin bir istisnai olgu olduğunu ve her şeyden farklı olduğunu düşünüyor.”_x000D_ _x000D_

Gülen’e Cemaat içinden ‘istifa’ çağrısı…

Akademisyen Ahmet Kuru: “Müslümanlar dini ve siyasi liderlerle ilişkilerini (...) karşılıklı sözleşme esasına dayandırmalıdırlar. Prensiplere ve sözleşmenin esaslarına aykırı davranan, önderlik ettikleri kitleleri başarısızlığa sürükleyen liderler hesap vermeye ve istifa etmeye çağrılmalıdırlar.” _x000D_ _x000D_

Cemaat içinden, doğrudan Fethullah Gülen eleştirileri…

_x000D_ Zamanında Gülen Cemaati’ne gönül vermiş üç akademisyenin kurup geliştirdiği Kıtalararası adlı internet sitesinde yer alan Cemaat ve Fethullah Gülen eleştirileri Cemaat içinde ciddi tartışmalara yol açıyor. Başka yazarların katılımıyla da zenginleşen sitede temel olarak Gülen Cemaati’nin neden bir sivil toplum kuruluşu olarak kalamayıp devleti yönetme hevesine savrulduğu sorusuna ve bunda Gülen’in sorumluluğuna cevap aranıyor._x000D_

Bu suyun balığı…

Şöyle diyor: “Sinemada insan yaptıklarıyla övünmek yerine gelecekte yapacaklarının korkularıyla yaşasa daha iyi…” Düşünün, ne kadar zor bu cümlede tarif edilen bir hayatı yaşamak... Yavuz Turgul: İçinden iyilikler geçen hep huzursuz bir ruh; iyilikler bize, huzursuzluk ona… Hayatı kendisine zehrederek bize hayatı sevdiren bilge sinemacı…

Cunta’nın atama listeleri, tahliyeler ve şeytanın ‘sor’ dediği…

15 Temmuz cuntasının o gece yayımladığı sıkıyönetim komutanlıkları listelerinde yer aldıkları için tutuklanan subayların giderek artan sayıdaki tahliyeleri akla şu soruyu getiriyor: Cunta, darbenin başarıya ulaşmasından sonra dayanacağı en önemli kadro olan sıkıyönetim komutanlarını seçerken nasıl olmuş da bu kadar gevşek davranmış? Öyle ya, ordudaki tüm generallerin yüzde 50’si, albayların ise çok daha fazlası kendisine bağlı olan bir cunta neden bu kadroların tümünü kendi adamlarından oluşturmamış?

Anneme gazeteci olduğumu söylemeyin, o beni gazete bayii sanıyor…

Çoğunuz bağlantıyı kurmuşsunuzdur: Bu yazının başlığını ünlü Fransız reklamcı Jacques Sequela’nın “Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin... O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor!” başlıklı kitabına nazireyle türettim... Fakat gazeteciliğin günümüzdeki haline bakıp da başlığın gerçek duygulara tekabül etmediğini kim öne sürebilir?_x000D_ _x000D_

AK Parti’nin Atatürk hamlesi: ‘Millîlik’ siyasetinin son sürümü

AK Parti’nin laik kesimleri hedefleyen Atatürk hamlesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015 seçimleri öncesinde ilan ettiği “millîlik” siyasetinin doğrudan uzantısı... Öte yandan, “millîlik” siyasetinin “Atatürk hamlesi” biçiminde topluma sunulan son sürümünü basitçe bir 2019 seçim yatırımı olarak düşünmek yanıltıcı olabilir.

Yeni AKM: Muhafazakâr taban kızacak ama küsmeyecek…

AK Parti, kendi “çekirdek” tabanının dışından oy almak için onların hoşuna gitmeyecek işler yaptığında, muhafazakâr tabanın canı sıkılsa da partisine küsmüyor. Çünkü AK Parti kurmayları başından beri seçimi kazanmanın yegâne yolunun bu olduğunu biliyorlar ve kendi tabanlarını buna ikna etmiş durumdalar. İşte son örnek: AK Parti’nin “çekirdek” tabanı, yeni Atatürk Kültür Merkezi’nin kendileri için yapılmadığını bilseler de, partilerinin bu tercihlerini sorgulamayacaklar.

‘Yargısal tuzaklar’ ve AK Parti

İktidarın “kendi ayağına kurşun” mahiyetindeki yargısal uygulamalarını, “yargı içinden iktidarı zora düşürmeyi hedefleyen provokatif hamleler”le izaha çalışmak anlamlı olabilir... Fakat eş anlı olarak, iktidarın bu uygulamaları hevesle sahiplendiğini de mutlaka vurgulamak gerekir ki, bunlar sanki iktidara rağmen gerçekleştiriliyormuş gibi bir anlam çıkmasın._x000D_ _x000D_

‘İltisaklı’ya veda zamanı mı?

“İltisaklı” (bitişik olan, temasta olan), 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hayatımıza girmiş bir kelime: Gülen örgütünün yalnız “kriminal merkez”ini değil, etrafındaki geniş sempatizan ağını da cezalandırma niyetini ve arzusunu ifade ediyordu. Uzun süreyle işlevsel kalan bu kelime, bu ceza anlayışının ve uygulamasının sürdürülemez olduğunun farkına varılmasıyla yavaş yavaş hayatımızdan çıkıyor. Geçtiğimiz hafta Yargıtay 16. Ceza Dairesi, “FETÖ’yle iltisaklı” kişilerin örgüt üyesiymiş gibi cezalandırılamayacaklarına hükmetti.

“Büyükada ajanları” gazeteciliği: Ayrıntılı döküm…

“Büyükada ajanları” haberciliğine, şimdi bir kısmını unuttuğumuz manşetler ve haber başlıkları üzerinden bir kez daha bakmak, bu türden gazeteciliğin desteklemek istediği siyasi harekete gerçekte ne kadar büyük bir zarar verdiğini görmek bakımından faydalı olabilir. Bu amaçla, “Büyükada ajanları” haberciliğinde başı çeken beş gazetenin performanslarının bir dökümünü çıkardım.