Alper Görmüş
HDP, düştüğü yerden nasıl kalkar?
PKK, şiddeti bir araç olarak kullanmanın da ötesinde, onu neredeyse amaç gibi gören bir örgüt... HDP’nin şiddet karşıtlığı ise PKK’nın şiddetini şöyle serâzâd kınayabilecek kadar ilkesel değil. HDP şiddetle çok derin bir hesaplaşmaya girişebilir, Kürtlerin hak mücadelesinde siyasetten başka hiçbir meşru araç tanımadığına kitleleri gerçekten inandırabilirse, işte o zaman düştüğü yerden kalkabilir.
Sadece bedenlerimiz aynı gemide…
Ne kadar can sıkıcı olsa da, şu “hepimiz aynı gemideyiz” klişesiyle gerçekçi bir hesaplaşmanın zamanı gelmedi mi? Karanlıkta ıslık çalmanın, “mış gibi” yapmanın âlemi yok, birbirimizi kandırmayalım: Çok uzun bir zamandır “biz” derken, bu topraklarda yaşayan insanların tamamını değil, sadece “biz”e benzeyenleri kast ediyoruz. Dolayısıyla: Bedenlerimiz aynı gemide olabilir fakat ruhlarımız kesinlikle değil.
AK Parti ‘siyasetsiz seçmen’lerin davranış modelini unuttu mu?
Türkiye’de oylarını sadece iş, hizmet, yatırım, proje gibi ölçülerle veren ve yüzde 20-25’lik bir kitle oluşturan “siyasetsiz seçmen”ler, “ülkenin beka kaygısı ile yüzyüze olması” nedeniyle oy verme alışkanlıklarını değiştirebilirler mi? AK Parti, bugüne kadar oylarının tamamını aldığı bu kitleden bu defa böyle bir ‘fedakârlık’ bekliyor gibi... Bu beklenti gerçekçi mi?
Ahmet Türk’ün tutuklanması: ‘Yok artık’ duygusuna devasa bir katkı
12 Eylül’den önce ‘sol’da ve ‘sağ’da terörün hedefi olarak seçilen ve toplumda ‘onlar bile’ ya da ‘yok artık’ duygusu yaratan ılımlı isimler geniş ‘sol’ ve geniş ‘sağ’daki ılımlı eğilimleri törpüleyip uçlarda birikmeyi teşvik etmişti... Hiç kimsenin şüphesi olmasın, Ahmet Türk’ün tutuklanması da Kürtler arasında ‘yok artık’ duygusuna yol açarak barışçı, uzlaşmacı eğilimleri törpüleyecek.
Akar’ı ve Fidan’ı çağırmayan komisyon ‘araştırma’ sıfatını hak eder mi?
MİT Müsteşarı Fidan 15 Temmuz gecesi, 20:30 ile 22:00 arasında konuklarıyla birlikte MİT binasında yemekteymiş... Yani o altın saatlerde ülkenin alt üst olma ihtimaline karşı neler yapılması gerektiği üzerine kafa yorulmuyor da yemeğe oturuluyor. Bu bana hiç makul ve mantıklı gelmiyor... Fidan gibi Akar’a da sorulması gereken hayati sorular var, fakat anlaşılan onlar TBMM komisyonuna çağrılmayacaklar.
AK Parti, çok ağır bir hatanın eşiğinde
Çocukların cinsel istismarını düzenleyen ceza maddesinde hükümetin önerdiği değişikliğin “ilk ve son kez” kaydıyla yapıldığını duymak yürek soğutucu bir etki yaratmıyor. Çünkü genel af, paralı askerlik, vergi affı örneklerinde defalarca görüldüğü gibi her “son kez”den sonra devamı mutlaka geliyor. Bunun geleceği bilindiği için suç daha kolay göze alınıyor ve bu iş zamanla berbat bir sarmala dönüşüyor.
Seçimler, ‘cool’ tercihler, tercihini çarpıtanlar
Seçim tahminleriyle gerçek sonuçlar arasındaki uyumsuzluk, post modern çağ seçimlerinin alâmet-i fârikalarından biri olmaya başladı... Bu farka yol açan etmenlerden biri de bazı seçmenlerin, “cool” sayılmayan tercihlerini gizlemeleri ya da çarpıtmaları...
Emre Taner’in tanıklığı: Zor zamanda konuşmak…
Kürt meselesinin terörist öldürmekle halledilemeyeceği hakikatini hükümete hatırlatmak esasen “dördüncü kuvvet” medyanın görevi... Fakat onlardan umudu kesmiş olacak ki, bu işi emekli bir bürokrat, eski MİT müsteşarı Emre Taner üstlendi.
Gezi’den bu yana ‘amigo’ ve ‘düşman’ gazeteciliğin serüveni (1)
Geldiğimiz noktada, toplumsal kutuplaşmanın “tarihî zirvesine” ulaştığını sanırım söyleyebiliriz. Fakat bundan daha vahim bir tespit yaparsak, o da yanlış olmayacak: Toplumsal kutuplaşmamız, tıpkı Dolar gibi her yeni zaman diliminde yeni “tarihî zirveler” yaşayacak ve maalesef bu böyle gidecek. Böyle bir ortamda kutupların gazetelerinin gazeteden çok siyasi mücadele bültenine benzemelerinde şaşılacak bir şey yok.
AK Parti’lilerin AK Parti’ye desteği mutlak mı?
Bu kadar kutuplaşmış bir toplumda, iktidarın, “Rakiplerimizi ne kadar baskılarsak baskılayalım, ‘sendelersek düşeriz’ korkusuyla hareket eden destekçilerimiz bizi mazur görür” hesabı yanlış bir hesap değil. Fakat bunun da bir sınırı var. O sınır aşıldığında bazı destekçiler ‘içlerinden’ de olsa söylenmeye başlar, ardından devamı gelir.
Cumhuriyet operasyonu: Kendi ayağına bir kurşun daha…
Anadolu Ajansı (AA), Cumhuriyet gazetesi soruşturmasının detaylarını yayımladı dün... AK Partili siyasetçilerin hiç değilse bir bölümünün, bu detayları okuduktan sonra soruşturmaya kuşkuyla yaklaşmaması, “n’oluyoruz” dememesi mümkün mü?
‘Kumpas’ı Yalçın Akdoğan da düzeltti
Ergenekon ve Balyoz davalarını “kumpas” olarak tanımlamanın siyasi maliyeti ağırlaştıkça, düzeltmeler de peş peşe geliyor. Başbakan Binali Yıldırım’ın “sapına kadar vardı”sınden sonra “kumpas”ı ilk telaffuz eden Yalçın Akdoğan da benzer biçimde konuştu: “Hiçbir şey yoktu diyemeyiz, FETÖ sulandırdı.”
‘Kumpas’tan, ‘Sapına kadar gerçekti’ye Ergenekon ve Balyoz (2)
AK Parti’deki, Başbakan Binali Yıldırım’ın "Ergenekon, Balyoz sapına kadar vardı” sözlerine yansıyan eğilim, henüz AK Parti’ye yakın medyada ve köşe yazarlarında karşılığını bulmuş değil. Benim kanaatim, Cumhurbaşkanı Erdoğan henüz bu konudaki eğilimini belli etmemişken ters köşe olmaktan korkulduğu için böyle davranılıyor.
‘Kumpas’tan, ‘Sapına kadar gerçekti’ye Ergenekon ve Balyoz (1)
İktidar, Başbakan Yıldırım’ın bugün dile getirdiği gibi Ergenekon ve Balyoz’un “sapına kadar gerçek” olduğunu, fakat Cemaat’in marifetleri nedeniyle davaların murdar edildiğini savunabilirdi. Bu yol seçilseydi, eski darbeciler sütten çıkmış ak kaşık pozlarında ensemizde boza pişiremezlerdi. Fakat öyle olmadı, iktidar ve iktidarı destekleyen basın “kumpas” dedi ve ondan sonra olanlar oldu.
‘Millîlik’ siyaseti, proje okullar ve Doğan grubu
Proje okullar meselesi, bir yanıyla hükümetin “millîlik” hamlesinin bir parçası... Kanaatimce laik-seküler medyanın, benzerlerinden farklı olarak, hükümetin bu “millî” hamlesine açık muhalefeti, bu medya kesiminin “millîlik” siyasetinden neş’et eden politikalardan hangilerini destekleyip hangilerini desteklemeyeceğine dair bir fikir veriyor.
15 Temmuz darbe komisyonu: Yaşasın siyaset
15 Temmuz darbe girişimini araştırmak üzere TBMM’de kurulan komisyon, 15 Temmuz’la hesaplaşmayı güvenlik ve yargı bürokrasisine terk eden fiili uygulamayı kırıp siyasete “aktör” olma fırsatı verebilir. Umalım ki bu büyük fırsat lüzumsuz gerilimlerin ve kavgaların uğruna heba edilmesin.
‘Camilere bayrak’ iyi niyetli bir talep mi?
Emin Çölaşan, 15 yıl önce başlatıp yıllara yaydığı kampanyasını 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle güncelledi. “Millîlik”in, ittifakları belirleyen asıl eksen olarak öne çıkması ve Suriye ile Irak’taki gelişmeler nedeniyle, çağrısı bu defa mâkes bulabilir mi?
Barışın amacı adaleti tesis olsaydı, hangi savaş biterdi?
Referandumda “evet” oyu veren Kolombiyalı ünlü doktor, öğretim üyesi, insan hakları savunucusu ve yazar Héctor Abad Faciolince’nin sözleri: “Barış, tam ve eksiksiz bir adalet olsun diye yapılmaz. Barış, geçmişteki acıyı unutmak, şimdiki acıyı dindirmek ve gelecekteki acıyı önlemek için yapılır...”
‘FETÖ’ de labirente giriyor: Susurluk gibi, Ergenekon gibi…
Susurluk’ta öyle olmuştu, Ergenekon’da öyle olmuştu, şimdi de öyle oluyor... Bütün enerjilerini “FETÖ’yle mücadele”ye ayırmış görünen gazetelerde, televizyonlarda yayımlanan yüzlerce “özel haber”in çoğu, soruşturmayı “yan yollara” sokma konusunda emsalsiz bir hizmet görüyorlar.
‘İkinci darbe… Pek yakında…’ Bu film kime yarar?
Halkı sakin bir dille uyanık olmaya çağırmak başka, ne yaparsa yapsın hiç azalmayacak bir tehlike ve tehditle karşı karşıya olduğunu söyleyip panikçi bir dille göreve çağırmak başka... Birincisi gerçekten de mücadele ruhunu güçlendirir, fakat ikincisi nihilizme sürükler.
Bir davayı itibarsızlaştırmanın denenmiş, garantili yöntemi
Ahmet Taşgetiren, Ali Bayramoğlu vb. kişilerin amacı darbe soruşturmasını ve onu izleyecek davayı itibarsızlaştırmak değil; tam tersine maksimalist uygulamalarla savunulamaz hale getirilmesinin önüne geçmek... Böyle olduğu açık da, bunu medyadaki kraldan fazla kralcılara anlatabilmek imkânsız. Neyse ki adına konuştukları kral, kendisine karşı onlardan daha eleştirel...
Metrobüs faciası ve ödlekler kadar cesur olabilmek…
İstanbul Acıladem’deki metrobüs faciasında o şemsiyeli “gözüpek” saldırganın yerinde bir “ödlek” olsaydı ne olurdu? Ne olacak, şoför ona “istediğim yerde indiririm” deyince, metrobüsteki onlarca kişinin önünde aşağılandığını düşünmeyecek, aracın durmasını bekleyecek, ardından da şoföre, “Özür dilerim, biraz önce metrobüsün tamamının perona yanaştığını fark edemeyip sizden kapıları açmanızı istedim. Teşekkür ederim, iyi yolculuklar” deyip inecekti.
‘Halka rağmen halk için’ci bir örgüt olarak PKK
PKK’nın hiçbir rasyonel düşünceye sığmayan, kendi tabanında bile öfke yaratan eylemleri, hiçbir rasyonel düşünceye sığmayan argümanlarla izah edilmeye çalışılıyor. Oysa bu eylemler ne PKK bir ‘kukla örgüt’ olduğu için ne de ‘sadece kendi çıkarlarını gözeten bir örgüt’ haline geldiği için işleniyor. Bu eylemler basitçe doğruluğuna inanıldığı için işleniyor. Bu da PKK’nın ‘halka rağmen halk için’i işte...
Bir ‘rüzgâr eken fırtına biçer’ hikâyesi…
2002’den sonra askerlerin AK Parti iktidarını hal’etmek için hiçbir şey yapmadıkları halde kendilerine karşı ‘kumpas’ kurulduğu söyleminin 17-25 Aralık’tan sonra AK Parti tarafından da satın alınmasının faturası çıkartılıyor... Askerler ‘madem iftiraya uğradığımızı kabul ediyorsunuz...’ diyerek diyet isterken, AK Parti cenahından ‘o kadar da değil’ itirazları yükseliyor. Bir ‘rüzgâr eken fırtına biçer’ hikâyesi...
Demokrasinin amigosu
İşadamı İshak Alaton için 2012’de kaleme aldığım portrede, “Sapına kadar devletçi ve tutucu iş dünyamızın içinden fışkıran bir demokrasi çiçeği...” diye yazmıştım. O portrenin, yazıldığı döneme ait güncel referanslardan arındırılmış kısa halini, Alaton’un aramızdan ayrılışı vesilesiyle Serbestiyet okurlarının dikkatine sunuyorum.
‘Subliminal darbe mesajı’na ve başka tuhaf şeylere dair ‘faydacı’ bir yazı
FETÖ soruşturmalarındaki bazı uygulamalarla ilgili olarak uluslararası demokratik standartları ve normları temel alan bir eleştirinin yetersiz ve faydasız kaldığı duygusunu taşıyorum. O nedenle bu defa, söz konusu pratiği, Ahmet ve Mehmet Altan’ın gözaltına alınması ve başka tuhaf örnekler üzerinden iktidara “faydası-zararı” açısından ele almak istiyorum.
Kemalist subaylar sahnede: Bit pazarına nur yağıyor…
Televizyonları işgal eden emekli askerleri dinleyip de Kemalist subayların AK Parti iktidarında darbe sözcüğünü akıllarına bile getirmediğine, herhangi bir Batı ülkesinin askerleri gibi davrandığına inanmak işten bile değil. Onlar böylece, 2002’den sonra AK Parti iktidarını hal’etmek isteyen yegâne gücün Gülen Cemaati olduğunu akıllara yerleştirmeye çalışıyorlar.
Teşkilatı mı cezalandıracaksınız, zihniyeti mi?
FETÖ soruşturması sürecinde ortaya çıkan kimi uygulamalar ve hatalar, Ergenekon ve Balyoz davalarını murdar eden eski uygulamalara ve hatalara fena halde benzemiyor mu? Aynı hataları yapıp her seferinde farklı sonuçlar beklemek, Türkiye’de neredeyse milli bir spor... Fakat bir önceki örnek bu kadar tazeyken, ondan ders çıkarmayıp bir kez daha aynı tuzağa düşülmesini anlamak çok zor.
‘Öcalan endişesi’nin büyümesine neden izin veriliyor?
Kürtler arasında Öcalan’ın sağlığına ve güvenliğine ilişkin kuşkular var, fakat hükümet bu kuşkuları giderecek herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Geçmiş olumsuz tecrübeler ortadayken, hükümetin nevzuhur “Öcalan endişesi” sanki hiç yokmuş gibi davranmasını nasıl izah edebiliriz?
13 yıl sonra yine ‘haklı cinayet’, yine ‘anlamlı cinnet’
Bir baba öz kızını “tarikata girdi” diyerek öldürmüşse... Medya, olayı; ilk yaşandığında (2003) “laiklik”, ikincisinde (2016) “FETÖ” hassasiyeti nedeniyle “haklı cinayet” ve “zavallı baba” formatında haberleştirmişse... O ülke, ideolojik-siyasi cinnetin deli gömleğini giymiş demektir.