Alper Görmüş

‘Karargâh rahatsız’ kıyametinin dört atlısı

Kullandığı başlığın nerelere gideceğini hesaplayamayan şuursuz bir gazete... Bu şuursuzluğa, “Hürriyet, bir cuntanın mesajını aktarıyor” diyerek takla attıran iktidar medyası... “Cunta değil, biz konuştuk” demeyip gazeteyi dört gün boyunca kıvrandıran ve bunu demek için Cumhurbaşkanı’nın meseleye el atmasını bekleyen Genelkurmay... Genelkurmay’a hiçbir şey demeyip bütün öfkesini gazeteye yönelten Cumhurbaşkanı ve hükümet... Hürriyet’in, küçük çaplı bir kıyamete yol açan “Karargâh rahatsız” haberinin dört aktörü ve onların performansları...

‘Kardeşlik’le çözülemeyecek iki büyük sorun

Kürtler ve Aleviler, kendi sorunlarının eşitlik içermeyen “kardeşlik” yaklaşımlarıyla çözülemeyeceğini çok uzun bir zaman önce öğrendiler. Artık onların istediği kardeşlik ve sevgi değil, eşitlik ve saygı.

‘Üst akıl’ söylemi tedavülden kalkarken…

Trump’ın devlet başkanı seçilmesinden sonra, “Türkiye’yi dizleri üstüne çökertmeyi stratejik hedef olarak belirlemiş üst akıl” söylemi hızla tedavülden kaldırıldı; çünkü ABD’nin yeni yönetiminin Türkiye’ye karşı eskisinden farklı bir tutum belirleme ihtimali çıktı ortaya. Demek ki neymiş? ABD (“üst akıl”) ile Türkiye arasında büyük, ideolojik, kutsal bir kavga yokmuş; bir siyasi kadronun değişmesiyle değişebilecek siyasi tutumlar varmış.

Şimdi de muhafazakârların anti-Amerikancılığı ‘error’ veriyor

Ulusalcılar, Kürtler, Kürtlerin legal-illegal siyasi hareketini destekleyen solcular ve nihayet muhafazakârlar... Hepsi de ideoloji düzeyinde sert anti-Amerikan çizgilere sahip... Fakat ne zaman ki Amerika onların siyasi pozisyonlarına yaklaşıyor, anti-Amerikan çizgiler hızla flulaşıyor... Bu açıdan şimdi sıra, Trump’tan sonra “üst akıl” söylemini unutmuş görünen muhafazakâr siyasette...

‘Hayır’ için ikna kampanyası kimi hedef almalı, kimi alıyor?

CHP, tıpkı seçimlerde olduğu gibi propagandasını “Rejimin elden gidiyor oluşu”, “Atatürk devrimlerine karşı son ve büyük kalkışma” gibi temalar üzerine kuruyor. Bu propagandayla yüzde 25’lik CHP oylarının “hayır” suretinde tecelli etmesi tabii ki sağlanacak. Fakat problem (ve ironi) şurada ki, CHP enerjisini oraya harcamasaydı da o kitle “hayır” diyecekti!

‘Evet’e çalışan ‘hayır’cılık…

Bir yanlışa karşı çıkmanın en etkisiz yolu, onun yanlış olduğunu bağıra çağıra biteviye tekrarlamak ve bu arada neden yanlış olduğunu anlatmaya pek az mesai harcamaktır. Bu, izleyenlerde, propaganda sahibinin kendi savunduğu teze ya da tezlere aslında çok da inanmadığına ve bu zaafını, çıkardığı gürültü içinde perdelemeye çalıştığına dair güçlü bir sezgi uyandırır.

Editoryal bağımsızlık: Fransa’da olan Türkiye’de neden olamıyor? (2)

Türkiye’de gazeteciler, patronların editoryal sürece müdahalelerini ne zaman “normal” karşılamaya başladılar? Bence başlangıç tarihini, kendisini patronun iş ortağı olarak konumlayan ve bunda bir sorun görmeyen genel yayın yönetmenlerinin ortaya çıktığı 1990’ların başına kadar götürebiliriz (simge isimler tabii ki Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu’dur).

Editoryal bağımsızlık: Fransa’da olan Türkiye’de neden olamıyor? (1)

Türkiye’de devlet ve hükümetler, medya patronlarından hep bir şeyler talep ettiler... Medya patronları bu talepleri “kendi” gazetecilerine ilettiler... Gazeteciler de onların bu taleplerini, editoryal bağımsızlığı ihlal pahasına çoğunlukla yerine getirdiler... Fakat bu yumuşak başlılığı salt bir “korkaklık” ve “boyun eğiş” olarak görürsek yanılırız; bu, “gönüllülüğü” ve “anlayışı”ı da içeren bir gazetecilik kültürü...

Bildiğimiz milliyetçiliğin geri dönüşü ve yeni dünya savaşı ihtimali

Küreselleşmenin bir siyasi proje değil, kapitalizmin geldiği aşamaya tekabül eden “doğal” bir süreç olduğunu öne süren liberal siyaset bilimciler, bu “alt yapı”nın “milliyetçilik” gibi bir “üst yapı”yı taşımasının mümkün olmadığını söylüyorlardı. Onlara göre, küreselleşme çağında milliyetçilik en fazla “kollektif kimlik ve gurur modelleri yaratan” pozitif (yumuşak) bir duyguya dönüşebilirdi.

Eleştiriye tahammül yoksa ‘seviyesizlik’ kaçınılmaz

İsmail Kılıçarslan ve Kemal Öztürk’ün iktidarın ‘etrafı’yla ilgili olarak işaret ettikleri ‘seviyesizliğin’ temelinde neyin yattığı hususu masaya yatırılmadığı sürece, iktidarın etrafını saran “yeni yetme”lerden şikâyetçi olmak çok da anlamlı değil.

Bir otoriterlik kaynağı olarak ‘dava’ siyaseti

Tarihçi Şükrü Hanioğlu 22 Ocak’ta Sabah gazetesinde çok önemli bir yazı kaleme aldı. Hanioğlu’na göre, Türkiye’nin iki asrı aşkın süredir kısa teneffüs araları dışında sürekli biçimde otoriter siyaset üretmesinin temel nedeni, iktidarların güncel toplumsal taleplerden kopup “dava siyaseti”ne yönelmesi...

İktidara yakın medyanın hali ve referandum…

AK Parti iktidarından hemen öncesine denk gelen iki büyük siyasi mücadelede (2000 ve 2002’de) iktidar partileri unutamayacakları ağır yenilgiler aldılar. Bu sonuçta iktidarı destekleyen medyanın feci performansının da rolü vardı. Bugünün iktidarı destekleyen medyası o günlerin medyasına fena halde benziyor.

10 yıl önce Dink’in bedeninin yanı sıra neyi vurmuşlardı?

Hrant Dink, herhangi bir siyasi-toplumsal husumette karşılıklı cepheleri oluşturan tarafların birlikte nefret ettikleri o istisnai insani ve kamusal özelliklere sahip figürlerden biriydi. O insanlardandı ki, varlığıyla mevcut husumeti adeta anlamsızlaştırıyor, bu da geleceklerini husumetin devamında görenleri çılgına çeviriyordu.

AK Parti, 7 Haziran benzeri bir ihtara hazır olmalı

AK Partililer, yeterince memnun olmadıklarında partilerine ihtar da verebileceklerini daha önce iki seçimde gösterdiler. Son seçimden bu yana, henüz AK Partililerin tepkilerinin ölçül(e)mediği çok büyük değişimler yaşandı. Bunlar, AK Parti tabanında negatif bir enerji birikimine yol açmış olabilir. Eğer öyleyse, AK Parti, kendisini sevenlerin üçüncü ihtarına hazır olmalı.

‘İktidar kaybı’ korkusu ve çatışmacı muhafazakârlık

Cioran, “En büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumların arasından çıkar” demişti... Türkiye maalesef, iktidardaki toplumsal kesimlerin iktidarlarını kaybetmelerinden sonraki esenliklerinin, hazır iktidardayken bütün mazlumların “kafasını kesmekten” (varlıklarını bastırmaktan) geçtiğine inananların ülkesi olmaya doğru gidiyor.

Darbe komisyonu: ‘Yaşasın siyaset’ demiştim ama…

15 Temmuz’da canları pahasına darbeye direnen insanlara saygı göstermenin en iyi yolu, o gecenin bütün hakikatini gözler önüne sermek olabilirdi, artık klişe haline gelmiş cümlelerle onların ruhaniyetlerine hitap etmek değil... Komisyon, sadece o gece canlarını verenlere karşı değil, biz geride kalanlara karşı da görevlerini yerine getirmedi, tam bir hayal kırıklığı oldu.

Nöbetleşe tahammülsüzlük, nöbetleşe zorbalık…

Algıları esas alarak konuşursak, toplumumuzun bir “nöbetleşe tahammülsüzlük” ve onun üzerinden yürüyen bir “nöbetleşe zorbalık” toplumu haline geldiğini söyleyebiliriz: Nasıl ki bir zamanlar laik-seküler çevreler “çağdaşlık” adına kendilerininkine benzemeyen hayatlara karşı tahammülsüzdüler, şimdi de aynı tahammülsüzlük İslam’ın vaz’ettiği doğrular adına kendilerine yöneltilmiş durumda... Algı böyle.

Alevi gençliği (2016): ‘Mazlum, mağdur, masum, kaygılı…’

PODEM’in “Kentsel Alevilik ve Alevi Gençlerin Kimlik Arayışları” başlıklı araştırması, kentlerdeki Alevi gençlerinin ruh hallerini ve yönelimlerini saha çalışmasıyla belirlemeye çalışan önemli bir çalışma. Araştırma, bir kez daha Alevilerin duymak istediği şeyin kardeşlik ve sevgi değil, eşitlik ve saygı olduğunu gösteriyor.

Uğrunda ‘kendi ölülerimizi’ bile harcadığımız siyasi hırslarımız…

Siyaset ve ideolojiyle tıkabasa dolmuş insanların nasıl bir dünya yaratacaklarını anlamak için sosyal medyaya bakmak yeter. Fakat bu halin çok daha iç acıtıcı başka sonuçları da var ve bence bunların başında insanların siyasi cinayete kurban gitmiş “kendi ölüleri”ni bile siyasi hırsları uğruna araçsallaştırmaktan çekinmemeleri geliyor.

‘Kaos ortamını takiben ordu darbesi’ ihtimali (2)

Deniyor ki önce 12 Eylül öncesi koşullar oluşturulacak, sonra da yeni bir 12 Eylül olacak... Ne var ki gerek darbeyi “kaçınılmaz” hale getirecek “kaos ortamı”nın oluşmasını, gerekse de darbeye karar vermeyi mümkün kılacak koşullar bakımından iki dönem arasında çok büyük tecrübe farkları var. Düz bir akıl yürütmeyle “o zaman oldu, şimdi de olur” denemez.

‘Kaos ortamını takiben ordu darbesi’ ihtimali (1)

Eski Hava Kuvvetleri Savcısı ve Balyoz davası sanığı Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok’un “Kaos ortamı önlenemezse emir komuta zinciri içinde darbe olacak” uyarısı ne anlama geliyor? Bu samimi bir uyarı mı, bir tehdit mi, yoksa Cumhurbaşkanı’nı bir şeye zorlamayı amaçlayan taktik bir çıkış mı?

Modernliğe İslam ve İslamcılar da direnemedi

Mehmet Metiner’in büyük bir samimiyetle anlattığı huzursuzluğunun kökenleri üzerinde düşünmeye başladığımızda aklımıza ilk gelecek kavram ‘modernlik’ olacaktır. Metiner ve başka dindar entelektüellerin bize anlattığı huzursuzluk, hayatını Tanrı’nın emirlerine, kutsala göre düzenlemesi gerektiğine inanan insanların, Tanrı’nın men ettiği ya da dini açıdan ayıplanan şeylerin iğvasına kapılmalarından kaynaklanan ‘modern’ bir huzursuzluk...

CHP’nin anlamadığı: Siyasi pazarlık ilkesizlik demek değildir

CHP, başkanlık tartışmalarının başından itibaren siyasi pazarlığı düşkünlük ve ilkesizlik sayan temel muhalefet çizgisine uygun bir çizgi izledi ve “konuşacak bir şey yok, karşıyız”dan başka bir şey demedi... Kanaatimce CHP’nin siyasi pazarlıktan bu kadar uzak duruşunda, temsil ettiğine inandığı değerlerin “yüksekliği” nedeniyle kendisini başka siyasi güçlerden “daha eşit” hissetmesinin büyük rolü var.

HDP, düştüğü yerden nasıl kalkar?

PKK, şiddeti bir araç olarak kullanmanın da ötesinde, onu neredeyse amaç gibi gören bir örgüt... HDP’nin şiddet karşıtlığı ise PKK’nın şiddetini şöyle serâzâd kınayabilecek kadar ilkesel değil. HDP şiddetle çok derin bir hesaplaşmaya girişebilir, Kürtlerin hak mücadelesinde siyasetten başka hiçbir meşru araç tanımadığına kitleleri gerçekten inandırabilirse, işte o zaman düştüğü yerden kalkabilir.

Sadece bedenlerimiz aynı gemide…

Ne kadar can sıkıcı olsa da, şu “hepimiz aynı gemideyiz” klişesiyle gerçekçi bir hesaplaşmanın zamanı gelmedi mi? Karanlıkta ıslık çalmanın, “mış gibi” yapmanın âlemi yok, birbirimizi kandırmayalım: Çok uzun bir zamandır “biz” derken, bu topraklarda yaşayan insanların tamamını değil, sadece “biz”e benzeyenleri kast ediyoruz. Dolayısıyla: Bedenlerimiz aynı gemide olabilir fakat ruhlarımız kesinlikle değil.

AK Parti ‘siyasetsiz seçmen’lerin davranış modelini unuttu mu?

Türkiye’de oylarını sadece iş, hizmet, yatırım, proje gibi ölçülerle veren ve yüzde 20-25’lik bir kitle oluşturan “siyasetsiz seçmen”ler, “ülkenin beka kaygısı ile yüzyüze olması” nedeniyle oy verme alışkanlıklarını değiştirebilirler mi? AK Parti, bugüne kadar oylarının tamamını aldığı bu kitleden bu defa böyle bir ‘fedakârlık’ bekliyor gibi... Bu beklenti gerçekçi mi?

Ahmet Türk’ün tutuklanması: ‘Yok artık’ duygusuna devasa bir katkı

12 Eylül’den önce ‘sol’da ve ‘sağ’da terörün hedefi olarak seçilen ve toplumda ‘onlar bile’ ya da ‘yok artık’ duygusu yaratan ılımlı isimler geniş ‘sol’ ve geniş ‘sağ’daki ılımlı eğilimleri törpüleyip uçlarda birikmeyi teşvik etmişti... Hiç kimsenin şüphesi olmasın, Ahmet Türk’ün tutuklanması da Kürtler arasında ‘yok artık’ duygusuna yol açarak barışçı, uzlaşmacı eğilimleri törpüleyecek.

Akar’ı ve Fidan’ı çağırmayan komisyon ‘araştırma’ sıfatını hak eder mi?

MİT Müsteşarı Fidan 15 Temmuz gecesi, 20:30 ile 22:00 arasında konuklarıyla birlikte MİT binasında yemekteymiş... Yani o altın saatlerde ülkenin alt üst olma ihtimaline karşı neler yapılması gerektiği üzerine kafa yorulmuyor da yemeğe oturuluyor. Bu bana hiç makul ve mantıklı gelmiyor... Fidan gibi Akar’a da sorulması gereken hayati sorular var, fakat anlaşılan onlar TBMM komisyonuna çağrılmayacaklar.

AK Parti, çok ağır bir hatanın eşiğinde

Çocukların cinsel istismarını düzenleyen ceza maddesinde hükümetin önerdiği değişikliğin “ilk ve son kez” kaydıyla yapıldığını duymak yürek soğutucu bir etki yaratmıyor. Çünkü genel af, paralı askerlik, vergi affı örneklerinde defalarca görüldüğü gibi her “son kez”den sonra devamı mutlaka geliyor. Bunun geleceği bilindiği için suç daha kolay göze alınıyor ve bu iş zamanla berbat bir sarmala dönüşüyor.

Seçimler, ‘cool’ tercihler, tercihini çarpıtanlar

Seçim tahminleriyle gerçek sonuçlar arasındaki uyumsuzluk, post modern çağ seçimlerinin alâmet-i fârikalarından biri olmaya başladı... Bu farka yol açan etmenlerden biri de bazı seçmenlerin, “cool” sayılmayan tercihlerini gizlemeleri ya da çarpıtmaları...