Alper Görmüş

İzlanda tarzı direniş

İzlanda’nın benzersiz futbol hamlesinde son 15 yıldaki alt yapı yatırımlarının önemi büyük. Fakat İzlanda’nın, dünyanın en güçlü millî takımlarından biri olan İngiltere’ye karşı öne geçtikten sonra sergilediği benzersiz direnişi izledikten sonra, bunun sadece alt yapıyla sağlanamayacağını düşünmeden edemedim.

‘Bağımsız İngiltere’de ve ‘Bağımsız Türkiye’de etnik sorun

İskoçların ve yıllardır Britanya’dan ayrılma mücadelesi veren Katolik İrlandalıların Brexit’e gösterdikleri tepki ve Avrupa Birliği vurgusu, AB’nin etki alanı içinde yer alıp da etnik sorunlarla yüzyüze bulunan ülkelerin ve bu arada Türkiye’nin dikkatle izlemesi gereken bir ders içeriyor.

‘Balyoz kumpasçıları’na neden ulaşılamıyor?

Ortalık ‘kumpas, kumpas’ diye inliyor ama yargı henüz Balyoz’un somut kumpasçılarıyla ilgili bir iddianame hazırlayamadı. Bu arada Balyoz belgelerini yayımlayan gazetecilere ağır hapis cezaları talep eden bir iddianame de çıkageldi. ‘Kumpas var kumpasçılar bulunamıyor’ tablosu bir süre daha devam ederse, ‘kumpas’ iddialarının içi tamamen boşalacaktır.

Bir ‘eğlence-oyalama’ aracı olarak ‘seri katil Atalay Filiz’ haberleri…

Çağdaş insanın doymak bilmez ‘eğlence-oyalanma’ arzusunu tatmin etmeye çalışan medyanın, hakiki cinayetleri de bir araç olarak kullanmadaki cüretli kararlılığı gözden kaçmamalı.

‘Hizmet ve yatırım’ vurgusu Kürtlerde neden tepki yaratıyor?

AK Parti’nin Güneydoğu’daki yatırımları sürekli vurgulaması, Kürtler arasında ‘hizmet, iş ve aş’ karşılığında kimlik ve eşit vatandaşlık taleplerinden tâviz verme, onurlarından vazgeçme çağrısı olarak yorumlanıyor ve tepkiyle karşılanıyor. Şimdi, büyük bir inşa faaliyetinin arifesinde AK Parti bu vurgu üzerinde bir daha düşünmeli.

Anti-Amerikancılığın ‘error’ verdiği an: Sıra Kürt siyasetinde

İdeoloji ve ilke temelinde anti-Amerikan, anti-emperyalist olduğunu iddia eden siyasi akımlar, zamanı geldiğinde bunları unutup Amerika ile dost olabiliyorlar. Anti-Amerikancılığının ‘error’ verme sırası şimdi ‘Marksist’ PKK temelli Kürt siyasetinde...

Dijital oyunbozanların dokunulmazlığı

Panama Belgeleri’ni yayımlayan John Doe takma adlı ‘dijital oyunbozan’, yayımladığı manifestoda hükümetlerin oyunbozanlara hukuki ‘dokunulmazlık’ sağlamaları gerektiğini savundu. AİHM’nin Nokta dergisi ile ilgili olarak verdiği karar, bu ‘hayal’in bir gün gerçek olabileceğini söylüyor bize.

Hrant Dink sadece Alman Parlamentosu’na ‘size ne’ dememişti

Hrant Dink, ülke parlamentolarının 1915 Büyük Felaketi’yle ilgili kararlar almalarına her zaman karşı çıktı fakat biri hariç: Alman Parlamentosu’nun 2005’te aldığı karar. Dink’i böyle düşünmeye sevk eden saiklerle Türkiye’nin bu son soykırım kararına öncekilerden daha büyük bir tepki göstermesine neden olan saikler aynı.

Gezi için ‘Ataerkil siyasetin sonu’ demiştim ama…

Gezi eylemlerin altıncı gününde (6 Haziran 2013), T24’te kaleme aldığım ‘Ataerkil siyasetin sonu’ başlıklı yazıda, eylemleri ‘ataerkil yönetim tarzı’na büyük bir itiraz olarak niteledikten sonra Türkiye’nin artık bu ‘tarz’la yönetilemeyeceğini öne sürmüştüm... O yazıda, bu ‘tarz’da ısrar edilirse ne olacağını da tahmin etmiştim.

Kılıçdaroğlu’nun ruh hali

Bence CHP Genel Başkanı’nın ‘kan’lı, ‘bedel ödeme’li, ‘hapiste yatma’lı sert çıkışları, görünüşün tersine, mücadeleci bir ruh haline değil, mücadeleden umudunu kesmiş nihilist bir ruh haline tekabül ediyor.

Leninist dindarlığın sonu!

İslamcılık, devlet iktidarını ele geçirip, onun üzerinden İslami bir toplum yaratma hedefiyle yöntem olarak tipik bir ‘Leninist’ stratejiye sahipti. İslamcılardaki laiklik alerjisi de devletseverlik de bu stratejiden neş’et ediyordu. Tunus’un saygın Müslüman siyasetçisi Gannuşi’nin bu stratejiyi net bir biçimde mahkûm etmesi, İslamcılık siyasetinde yeni bir dönemin sembolik başlangıcı sayılmalı.

‘Daha fazlasını’ isteyip Kürtleri kızdırma sırası devlette…

Devlet de PKK da, kendisini avantajlı gördüğü her kritik aşamada Kürtlerden ‘daha fazlasını’ istedi. Bu tavır her zaman ‘daha fazlasını’ isteyen tarafa karşı bir tepkiye yol açtı. Şimdi tepki görme sırası, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını Kürtlerin ‘anlayışla’ karşılamasını bekleyen devlette...

Duygu Asena: Kadının adını koyan kadın (3)

Duygu Asena doğmunun altmışıncı, ölümünün onuncu yılında yıl boyu düzenlenen etkinliklerle anılıyor. Bu çerçevede yayımlanan “Orada Kadınlar Var Mı?” adlı kitap için kaleme aldığım uzun portrenin üçüncü ve son bölümü: Mücadele yılları.

Duygu Asena: Kadının adını koyan kadın (2)

Duygu Asena doğmunun altmışıncı, ölümünün onuncu yılında yıl boyu düzenlenen etkinliklerle anılıyor. Bu çerçevede yayımlanan Orada Kadınlar Var Mı? adlı kitap için kaleme aldığım uzun portrenin ikinci bölümü: Çocukluk, gençlik, evlilik ve soğuk ‘yuva’lar...

Duygu Asena: Kadının adını koyan kadın (1)

Duygu Asena 19 Nisan 1946’da doğdu; bu yıl doğumunun altmışıncı, ölümünün onuncu yıldönümü... Duygu Asena’yı kadın hareketi üzerinde hakiki bir etki yapan kadınların baş sıralarına yerleştiriyorum ve çok önemsiyorum.

Bir kısım medyaya geçmiş olsun!

İktidar bloğundaki ikili karar mekanizması, iktidara yakın gazeteler için de büyük bir sıkıntı kaynağıydı. Şimdi, Davutoğlu’nun gitmesiyle birlikte birlikte bu sıkıntı kökten halledilmiş oldu. Bu durumda, basınımızın bir bölümü için ‘geçmiş olsun’ dileğinde bulunmak yerinde değil mi?

Ankara garı katliamı bir ‘kırmızı pazartesi’ cinayeti miydi?

10 Ekim 2015’teki Ankara garı katliamıyla ilgili olarak hazırlanan müfettiş raporu, bu olayın da tıpkı Hrant Dink cinayeti gibi ‘yol verilmiş’ bir cinayet olabileceğine dair emareler içeriyor. Bu önemli rapor basının sadece bir kanadının ilgisini çekti.

İçine gireceğim bir gayretin girizgahı olarak…

Bir gazeteci, kamusal önemi olan bir haberin peşine düşmeden önce, kendisini ait hissettiği siyasi kutup açısından o haberin fayda-zarar analizinin peşine düşüyorsa, ona artık gazeteci denebilir mi?

‘Millîlik’ de bir siyasettir ve her siyaset gibi tartışılabilir

Markar Esayan, iktidar bloğunun ‘millîlik’ ekseninde yeni bir ‘temel siyaset’ üretmeye çalıştığına dair tespitlerimi eleştirdi. Farkımız şurada: Ben, başka siyasetler gibi ‘millîlik’ siyasetinin de tartışılabilir olduğunu söylüyorum. Esayan ise ‘organik lider’ (kendi tanımlaması) tarafından üretildiği için tartışmayı gereksiz buluyor.

Şimdi PKK ne yapar, devlet ne yapar?

Bundan sonra PKK ne yapar, devlet ne yapar? Kötümser senaryo: PKK ‘kırlarda savaşa devam’, devlet ‘son terörist öldürülünceye kadar’ der... İyimser senaryo: Devlet maksimalist hedeflerinden taviz vermiş PKK ile yeniden konuşmaya başlar.

Son tecrübe, Kürtlerin hiçbir zaman ayaklanmayacağını ima ediyorsa?

PKK, ilan ettiği ‘devrimci halk savaşı’na Kürtlerin kitlesel olarak katılacağını ummuştu, fakat olmadı. Bu tecrübe, onun da ötesinde böyle bir şeyin hiçbir zaman olmayabileceğini ima ediyorsa, bundan sonra n’olmak ihtimali var?

Balyoz (2010) ve ‘sol’ askeri darbe (1971) arasındaki benzerlikler

Tıpkı Balyoz gibi 1971’deki ‘sol’ askeri darbe davası da beraatle sonuçlanmıştı ama, tarihin nihai hükmü çok farklı oldu. Bugün artık herkes biliyor ve kabul ediyor ki, o davadan beraat edenler, 9 Mart 1971’de ‘solcu’ bir asker-sivil darbesi planlamışlardı... O davadan bir sanık yakınının gözünden iki dava arasındaki benzerlikler...

Herkesten önce sahibini vuran bileşim: Öfke artı çaresizlik

Çeşitli siyasi akımlardan muhaliflerin yazdıklarını okudukça, aklıma ister istemez öfke ve çaresizliğin girdabındaki insanların, en sonunda kendilerini vuracak muhtemel davranış biçimleri geliyor. Neyse ki arada, öfkeyi dizginleyip siyasi alternatif üretmekten başka yol olmadığını söyleyen muhalifler de var.

Darbe davalarına bugünden bakış (3)

Bence tarih, davaları murdar eden Cemaat’in yanı sıra, kendi siyasi yararlarını azamileştirmek amacıyla 2002’den sonraki darbeci girişimleri tümden yok sayan ‘kumpasçı’ yaklaşımları da mahkûm edecek.

Darbe davalarına bugünden bakış (2)

Laik kesim, 2010’dan sonraki darbe davalarının tümüyle “kumpas” olduğunu, hiçbir gerçek delile dayanmadığını savundu. Cemaat’in 17-25 Aralık atağından sonra iktidar çevreleri ve iktidara müzahir medya da benzer bir tutum içine girdi. Oysa her iki kesim de delillerin ikili hakikatinin farkındaydı.

Darbe davalarına bugünden bakış (1)

2002’den sonra AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırmayı hedefleyen illegal girişimlere yönelik davalar haklı ve meşruydu. Fakat önce Cemaat’in dava süreçlerine kendi örgütsel amaçları doğrultusunda yaptığı müdahaleler, ardından AK Parti ile Cemaat arasındaki iktidar mücadelesinin telkin ettiği yeni ittifak arayışları bu hakikati gölgeledi.

Öcalan’ın zamanı geldi mi?

Cengiz Kapmaz, “Öcalan’ın ‘zamanı’ geldi” başlıklı yazısında, “İmralı’da Öcalan’ın kapısını çalmanın barış için Türkiye'nin önüne yeni ufuklar açacağını düşünüyorum” diye yazdı. Ben de aynı kanaatteyim: Devlet ve Kandil, Öcalan olmaksızın da çatışabilirler fakat Öcalan olmaksızın barışamazlar!

‘Aşırı haklı’ların aşırı tahammülsüzlükleri hakkında…

‘Aşırı haklılık’ kavramını ilk olarak 2012’de, sahibine şiddet kullanma meşruiyeti dahi sağlayan bir ‘haklılık’ hali anlamında kullanmıştım. Şimdi, yaşamakta olduğumuz dizginsiz hoşgörüsüzlüğün ve tahammülsüzlüğün kaynakları üzerine düşünürken ona yine başvurmak gereği duyuyorum.

Gazeteciliğimizin bir hastalığı: ‘Fiil’e değil ‘özne’ye odaklanmak

Bir fiili ‘A’ öznesi gerçekleştirdiğinde farklı, ‘B’ öznesi gerçekleştirdiğinde farklı tutum alan bir gazetecilik yalnız hakbilir davranmamış olmaz, inandırıcılığını da yitirir.

Can korkusu, başka her şeyi önemsizleştirirse ne olur?

Hızla yaklaştığımızı düşündüğüm “can korkusunun kendisinden başka her şeyi önemsizleştirdiği koşullar” oluştuğunda, Türkiye’nin yakın tarihinde defalarca tecrübe ettiğimiz dinamikler yeniden harekete geçebilir mi?