Alper Görmüş
‘Halka rağmen halk için’ci bir örgüt olarak PKK
PKK’nın hiçbir rasyonel düşünceye sığmayan, kendi tabanında bile öfke yaratan eylemleri, hiçbir rasyonel düşünceye sığmayan argümanlarla izah edilmeye çalışılıyor. Oysa bu eylemler ne PKK bir ‘kukla örgüt’ olduğu için ne de ‘sadece kendi çıkarlarını gözeten bir örgüt’ haline geldiği için işleniyor. Bu eylemler basitçe doğruluğuna inanıldığı için işleniyor. Bu da PKK’nın ‘halka rağmen halk için’i işte...
Bir ‘rüzgâr eken fırtına biçer’ hikâyesi…
2002’den sonra askerlerin AK Parti iktidarını hal’etmek için hiçbir şey yapmadıkları halde kendilerine karşı ‘kumpas’ kurulduğu söyleminin 17-25 Aralık’tan sonra AK Parti tarafından da satın alınmasının faturası çıkartılıyor... Askerler ‘madem iftiraya uğradığımızı kabul ediyorsunuz...’ diyerek diyet isterken, AK Parti cenahından ‘o kadar da değil’ itirazları yükseliyor. Bir ‘rüzgâr eken fırtına biçer’ hikâyesi...
Demokrasinin amigosu
İşadamı İshak Alaton için 2012’de kaleme aldığım portrede, “Sapına kadar devletçi ve tutucu iş dünyamızın içinden fışkıran bir demokrasi çiçeği...” diye yazmıştım. O portrenin, yazıldığı döneme ait güncel referanslardan arındırılmış kısa halini, Alaton’un aramızdan ayrılışı vesilesiyle Serbestiyet okurlarının dikkatine sunuyorum.
‘Subliminal darbe mesajı’na ve başka tuhaf şeylere dair ‘faydacı’ bir yazı
FETÖ soruşturmalarındaki bazı uygulamalarla ilgili olarak uluslararası demokratik standartları ve normları temel alan bir eleştirinin yetersiz ve faydasız kaldığı duygusunu taşıyorum. O nedenle bu defa, söz konusu pratiği, Ahmet ve Mehmet Altan’ın gözaltına alınması ve başka tuhaf örnekler üzerinden iktidara “faydası-zararı” açısından ele almak istiyorum.
Kemalist subaylar sahnede: Bit pazarına nur yağıyor…
Televizyonları işgal eden emekli askerleri dinleyip de Kemalist subayların AK Parti iktidarında darbe sözcüğünü akıllarına bile getirmediğine, herhangi bir Batı ülkesinin askerleri gibi davrandığına inanmak işten bile değil. Onlar böylece, 2002’den sonra AK Parti iktidarını hal’etmek isteyen yegâne gücün Gülen Cemaati olduğunu akıllara yerleştirmeye çalışıyorlar.
Teşkilatı mı cezalandıracaksınız, zihniyeti mi?
FETÖ soruşturması sürecinde ortaya çıkan kimi uygulamalar ve hatalar, Ergenekon ve Balyoz davalarını murdar eden eski uygulamalara ve hatalara fena halde benzemiyor mu? Aynı hataları yapıp her seferinde farklı sonuçlar beklemek, Türkiye’de neredeyse milli bir spor... Fakat bir önceki örnek bu kadar tazeyken, ondan ders çıkarmayıp bir kez daha aynı tuzağa düşülmesini anlamak çok zor.
‘Öcalan endişesi’nin büyümesine neden izin veriliyor?
Kürtler arasında Öcalan’ın sağlığına ve güvenliğine ilişkin kuşkular var, fakat hükümet bu kuşkuları giderecek herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Geçmiş olumsuz tecrübeler ortadayken, hükümetin nevzuhur “Öcalan endişesi” sanki hiç yokmuş gibi davranmasını nasıl izah edebiliriz?
13 yıl sonra yine ‘haklı cinayet’, yine ‘anlamlı cinnet’
Bir baba öz kızını “tarikata girdi” diyerek öldürmüşse... Medya, olayı; ilk yaşandığında (2003) “laiklik”, ikincisinde (2016) “FETÖ” hassasiyeti nedeniyle “haklı cinayet” ve “zavallı baba” formatında haberleştirmişse... O ülke, ideolojik-siyasi cinnetin deli gömleğini giymiş demektir.
AK Parti-Cemaat ittifakı: Vur, fakat dinle (6 ve son)
2003 yazının büyük endişesi, “Cumhuriyet’in 80. yılını bu iktidarla mı kutlayacağız” sorusunun etrafında şekillenmişti. Anayasa profesörü köşe yazarına göre böyle bir şey olamazdı, şunun şurasında beş ay vardı, “ne yapılacaksa o zamana kadar mutlaka yapılmalı”ydı... Eski bir Anayasa Mahkemesi Başkanı da 'ordunun hukuk kuralları içinde yapacağı bir müdahaleyi destekleyeceğini' bildiriyordu.
AK Parti-Cemaat ittifakı: Vur, fakat dinle (5)
AK Parti iktidarının daha ilk aylarında, iktidarı kamuoyu önünde yıpratmaya dönük açık asker-medya prodüksiyonunun paralelinde, yıllar sonra ortaya çıkacak başka süreçler işliyordu: Darbe hazırlıkları ve darbe planları... Bunlar o gün için toplumun bilgisinin dışındaydı ama, iktidardaki siyasetçiler, TSK içinde kendilerini her an diken üstünde hissettirecek birtakım gelişmeler olduğunu biliyorlardı.
AK Parti-Cemaat ittifakı: Vur, fakat dinle (4)
Bugünden bakıldığında, Ocak 2003’te Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi olan “sahte şeyh” haberleri ancak tebessümle izlenebilir... Fakat o günlerin “irtica geldi, geliyor” atmosferinde, meselenin hafife alınacak bir yanı bulunmuyordu. Bunların üstüne gelen 23 Nisan 2003’teki “resepsiyon krizi”, iktidarın süngülerini iyice düşürmüştü.
AK Parti-Cemaat ittifakı: Vur, fakat dinle (3)
İlk AK Parti hükümetinin henüz ikinci ayında askerlerin ve medyanın birlikte kotardığı bir prodüksiyona öylesine büyük bir umut bağlanmıştı ki, ortaya çıkan tabloya, “28 Şubat süreci”ne nazireyle “8 Ocak süreci” denildi... Hükümetin suçu, YAŞ’taki ihraçlara şerh koymasıydı. Askerler, hükümeti, gazetecilere verdikleri bir resepsiyon üzerinden haşlayınca medyada tarifsiz bir sevinç boy gösterdi. Olan biteni “YAŞ mı kuru mu, gördünüz” terbiyesizliğine vardıranlar bile vardı.
AK Parti-Cemaat ittifakı: Vur, fakat dinle (2)
AK Parti iktidarına karşı daha ilk aylarında darbe planları yapıldığı ortaya çıktığında pek rağbet gören bir argüman vardı: “Programı bile belli olmayan partiye karşı darbe mi yapılırmış?” Bu kişilerin anlamadıkları, anlamak istemedikleri ya da anlamaz göründükleri şey şuydu: AK Parti, yapıp ettiklerinden ya da yapıp edeceklerinden, yani programından dolayı değil, kimliğinden dolayı devrilmeyi hak ediyordu ve programını beklemeye hiç gerek yoktu!
AK Parti-Cemaat ittifakı: Vur, fakat dinle (1)
Bir siyasi iktidarın, sonunda darbeye kalkışacak bir cemaatle yıllar boyunca ittifak yapmasını, ‘aldatıldık’ diyerek izah etmesinde sayısız sorunun olduğu muhakkak. Fakat madalyonun öbür yüzü de var. İktidarın hangi denizde o yılana sarıldığına bakmazsak, tablo eksik kalır. Bu yazı dizisinde, AK Parti adlı balığın 2002’de girdiği sularda karşılaştığı düşmanca atmosferin kronolojik bir dökümünü bulacaksınız. Yani bir anlamda, ‘o deniz öyle olmasaydı AK Parti yılana sarılır mıydı?’ sorusunun peşine düşmüş bir yazı dizisi...
Ordu’da yeni düzen ve ‘istemezük’çü muhalefet
Türkiye’de ‘istemiyoruz’ ya da ‘kahrolsun’ diyerek görevini yaptığını düşünen bir siyasi muhalefet var. Pek ‘radikal’ fakat siyaseten etkisiz bu muhalefet yeni bir sınavla karşı karşıya... Bakalım, ‘bir daha ihtilal üretemeyecek bir ordu’ doğrultusunda atılan adımlar konusunda bu muhalefet nasıl bir tavır sergileyecek...
Belki de ‘akim kalmış bir darbe’den başka çare yoktu (3)
İktidar, akim kalmış darbenin sağladığı meşruiyet zeminini kullanarak, ‘bir daha ihtilal ürtemeyecek bir ordu’ hedefi ve askerin sivil denetimi doğrultusunda atılabilecek en radikal adımları hiç tereddüt etmeden atıyor. Fakat bir ülkede ‘darbe mekaniği’ne zemin hazırlayan yegâne şey askerin sivil denetimindeki eksiklikler değil.
Belki de ‘akim kalmış bir darbe’den başka çare yoktu (2)
Darbelerin sadece ordunun sivil denetiminin yetersizliği nedeniyle ortaya çıktığını düşünmek doğru değil. Bir miktar hata içerdiğini kabul ederek şu teşbihe başvuracağım: Bu biraz, çok sayıda nüans ihtiva eden toplumsal sorunların sadece güvenlikçi politikalarla çözülebileceğine inanmaya benziyor.
Belki de ‘akim kalmış bir darbe’den başka çare yoktu (1)
Akim kalmış 15 Temmuz darbesinin, ‘ihtilal üretemeyecek bir ordu’ hedefi doğrultusunda benzersiz fırsatlar sağladığı hususunda benim hiçbir kuşkum yok. Hatta kafamda daha ‘deli’ bir soru var. Acaba diyorum, Türkiye’nin böyle bir yola girebilmesi için akim kalmış bir darbenin gerekli şart olduğunu söyleyebilir miyiz?
Naif bir yazı…
15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında birinci derecede rol oynayan kitleler ilk kez güçlerinin farkına vardı. Bundan mutlular, fakat aynı zamanda bu onları çok talepkâr yapmış görünüyor. Başta idam talebi olmak üzere ısrarlarının dineceğini hiç zannetmiyorum. Hükümet ve devlet bu konuda çok zorlanacak.
Artık kimse ‘Ne yani, asker kendi uçağını mı düşürecekti’ demesin!
Başta Meclis’in bombalanması olmak üzere 15 Temmuz darbecilerinin göze alıp uyguladıkları eylemlerin bazılarını açıklamakta zorlanıyoruz... Bu neviden eylem planları 2003’teki Balyoz darbe girişiminde de vardı ve bunlar, ‘Milletin ordusu bu kadar kötülüğü göze alır mı’ itirazı üzerinden, kamuoyunu Balyoz’un ‘kumpas’ olduğuna ikna etme yolunda epeyce iş görmüştü.
Düşmansız yapamamak, düşmansız yapamayanlar…
İsrail ve Rusya barışlarını izleyen ‘iç düşmanlıkları da azaltalım’ önerisinden sonra etraf, “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın” diyenlerle doldu. Düşmansız yapamayan zevatın ayarlarını ‘dış düşman’larla barışın değil de ‘iç düşman’larla barışın bozması ise özellikle dikkat çekiciydi.
AB, Kürt meselesi, vesayet ve ‘eski ezberler’
Türkiye’nin en temel meselelerinde demokrasi imâ eden bütün önerilere ‘eski ezberler’ muamelesi çekmek refleks haline geldi. Bence ‘eski ezberler’e karşı açılan savaşın esas nedeni, artık temel siyaset haline gelen ‘millîlik’ siyaseti... Bu siyasetle uyum içinde olmayan bütün öneriler bundan böyle de ‘eski ezber’ ilan edilecek ve ‘temel siyaset’ değişmedikçe de bu iş böyle devam edecek.
Savaşa dönüşmüş siyaset, medya, sosyal medya
Siyaset bir savaşa dönüşmüşse ve siyasi taraflar birbirlerini ‘düşman’ olarak görüyorlarsa, başta medya olmak üzere her şey bir silaha dönüşür, bütün silahlar da düşmanı ‘imha’ amacına yönelir. Türkiye’de siyaset, geleneksel medya ve sosyal medya işte bu nedenle bu kadar şiddetle ve düşmanca duygularla dolu.
‘Mış gibi’ sivilliğin serencamı
Hükümetle İHH arasında İsrail’le anlaşmadan sonra ortaya çıkan gerilim, Türkiye’de devletle sivil toplum ve onun örgütleri arasındaki ilişkinin özel niteliğini gözler önüne seren yeni bir gelişme oldu. Bu vesileyle bir kez daha anladık: Toplumun düşüncesinde ve duygusunda devletin yeri böyleyken, o toplumun içinden çıkan sivil toplum örgütlerinin ‘sivilliği’ de devletin izin verdiği kadar olur.
İzlanda tarzı direniş
İzlanda’nın benzersiz futbol hamlesinde son 15 yıldaki alt yapı yatırımlarının önemi büyük. Fakat İzlanda’nın, dünyanın en güçlü millî takımlarından biri olan İngiltere’ye karşı öne geçtikten sonra sergilediği benzersiz direnişi izledikten sonra, bunun sadece alt yapıyla sağlanamayacağını düşünmeden edemedim.
‘Bağımsız İngiltere’de ve ‘Bağımsız Türkiye’de etnik sorun
İskoçların ve yıllardır Britanya’dan ayrılma mücadelesi veren Katolik İrlandalıların Brexit’e gösterdikleri tepki ve Avrupa Birliği vurgusu, AB’nin etki alanı içinde yer alıp da etnik sorunlarla yüzyüze bulunan ülkelerin ve bu arada Türkiye’nin dikkatle izlemesi gereken bir ders içeriyor.
‘Balyoz kumpasçıları’na neden ulaşılamıyor?
Ortalık ‘kumpas, kumpas’ diye inliyor ama yargı henüz Balyoz’un somut kumpasçılarıyla ilgili bir iddianame hazırlayamadı. Bu arada Balyoz belgelerini yayımlayan gazetecilere ağır hapis cezaları talep eden bir iddianame de çıkageldi. ‘Kumpas var kumpasçılar bulunamıyor’ tablosu bir süre daha devam ederse, ‘kumpas’ iddialarının içi tamamen boşalacaktır.
Bir ‘eğlence-oyalama’ aracı olarak ‘seri katil Atalay Filiz’ haberleri…
Çağdaş insanın doymak bilmez ‘eğlence-oyalanma’ arzusunu tatmin etmeye çalışan medyanın, hakiki cinayetleri de bir araç olarak kullanmadaki cüretli kararlılığı gözden kaçmamalı.
‘Hizmet ve yatırım’ vurgusu Kürtlerde neden tepki yaratıyor?
AK Parti’nin Güneydoğu’daki yatırımları sürekli vurgulaması, Kürtler arasında ‘hizmet, iş ve aş’ karşılığında kimlik ve eşit vatandaşlık taleplerinden tâviz verme, onurlarından vazgeçme çağrısı olarak yorumlanıyor ve tepkiyle karşılanıyor. Şimdi, büyük bir inşa faaliyetinin arifesinde AK Parti bu vurgu üzerinde bir daha düşünmeli.
Anti-Amerikancılığın ‘error’ verdiği an: Sıra Kürt siyasetinde
İdeoloji ve ilke temelinde anti-Amerikan, anti-emperyalist olduğunu iddia eden siyasi akımlar, zamanı geldiğinde bunları unutup Amerika ile dost olabiliyorlar. Anti-Amerikancılığının ‘error’ verme sırası şimdi ‘Marksist’ PKK temelli Kürt siyasetinde...