Ayşe Kilimci

Sevgili Giordano Bruno,

Dünya düşünememenin, sığ düşünmenin karanlığındayken nasıl böyle düşünmenin doruklarında gezindiniz, kısacık ömre bunca okumayı, öğretiyi, kitabı, başkaldırıyı nasıl sığdırabildiniz, ne yüce kişiymişsiniz. Dünyamız aydınlanma binyılında sözümona, şu saydığınız iki şey’leri anlayanlar çoğalırsa, aydınlık da çoğalır belki…Anlaması şöyle dursun, üstüne düşünüp taşınabilsek,o da bir ilerleme…

Kocamak mı, anlamak mı?

Sayın devletlular, siz gene de şu yaşlı mahallesi projesine mim koyun. Yaygın, kapsamlı şekilde çoğaltın. Yaşlılık (ve sonunda ölüm) hepimizin kapısına çökecek olan kara deve, önlemini uygun, yaygın, ucuz ve insana yaraşır alalım ki, yaşlılığın ve ölümün de güzeline hazırlanalım. Yaşlılığın ve ölümün güzeli mi olur, demeyin, öyle bir olur ki, hem en çok onların olur…

Sayın Ecevit,

Şimdikiler bırakın desteği, mazlumlara, bize sığınanlara düşman…Sorsanız, bilimden ve siyasi güçlülükten yanalar, ama, en büyük ödül olan Nobel’i en zor dalda ülkeye getiren Aziz Sancar’ı bıraksanız bir kaşık suda boğacaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı anlıyor, destekliyor diye… Öte yandan fizik örtmeni olan adaylarının bu koca ülkede, bağrı geniş Anadolu’ya Suriye’li sığınmacıları ne fizik ne kimya ne geometri hesabıyla sığdıramayıp, kapı dışarı edeceği vaadini alkışlıyorlar.

Bilim ve sanat gezer mi?

Bakan Naci Ağbal, Bayburt İlkokulunun bahçesindeki bilim otobüsünün açılışını yapmış. "Bilim Otobüsü"nün çocuklara bilimi aşılayacak çok güzel bir proje olduğunu belirten Ağbal, aracın kentteki tüm okulları dolaşacağını ve tüm öğrencilerin bu imkandan yararlanacağını, bu tür projelerin çocukların ufkunu açma noktasında önemli olduğuna inandığını vurgulamış.

Sevgili Musa Peygamber,

Filistinli kaçıncı kahır eleğinden geçiyor, dünya görmüyor, duymuyor, susuyor…Ne insan hakları ve hukuk ipleniyor, ne on emir… Binlerce yıl öncenin Peygamberine mektup yazıp sorgulamak bizim haddimiz olmasa da, şu dünya yüzündeki kör sağır yöneticileri sorgulamak, ilenmek hem haddimiz, hem hakkımız olsa gerek…

Kaybolan nedir?

Sağlıklı bir seçim ortamından yana olanlar susuyor, yeri ve yeni dar, fikri kıt’lar, ortaya atılıp oynamak isteyenler coşuyor. Bu arada, bizde eksilen, kaybolan nedir, diye tasalananlar olduğunu biliyoruz. Başta akıl, fikir, sağduyu, konuşup tartışma adabı yok’la eh işte arasında salınıyor. Üslup, edep, mantık şaşıp kalıyor.Ah, bir de gönül dilimizi bulandırmasalar…

Sevgili Hazreti Havva,

Bugünü analar gününe saymışlar.Analara tek taş felan, pahalı armağan almaya saymışlar…Kadın erkeğin dokanak taşı olmasın, ötesi şöyle dursun.Kadının yaslanacağı bir dağ olsun, daş olsun, evladlarına ve umuduna kıyılmasın, yanındaki muhabbetli ve incelikli sevdiği olsun.

Politikasını politikasızlını sevdiklerim,

Bizim yaş grubu lafla peynir gemisini yürüttüm sanan iktidarların, devlet çarkını layıkıyla çevirdiğini sananların hasarlı dönemdaşları. Ondan olmalı bu durumun, ilerlemenin ve sayılarının umrumuzda olmadığı…

Modası geçmek…

Ananem kirazlı muhabbeti severdi, tadıyla da ederdi, ne demeye getirdiğini anlamak elbet akıl isterdi. Erkek milletinin kendine yontup dümdük dediği kiraz var, bir de bilge kadınların kırk manaya çekilecek ‘kireez’ demesi var…

Sevgili Demirtaş Ceyhun,

29 Temmuz 2009’da öldünüz…Siz ve ölüm, yanyana gelemeyecek iki kavram.Öldü diyorlar, inanmıyorum, ama, kahkahanızı ve hep yiğitçe, yüksek sesle dile getirdiğiniz düşüncelerinizi duyamayınca, demek sahiden öldü, diye düşünmeden edemiyorum… Şimdi, çekip gittiğinizden dokuz yıl sonradayız. Neler geldi başımıza, bi bilseniz, işgal bile atlattık, darbe şöyle dursun… Siz haklı çıktınız, halkın siyasi bilinç tam’lığı savuşturdu, işgali.

Çocukça oyunlar…

’Ya seçilecek cumhurbaşkanıyla başbakan başka partilerden olursa, ne olacak?’ diyorlar.Tam da bayram kutlamalarına denk geldi, belki amaçlanan böylesiydi, bir partiden 15 vekil bir başka partiye gönderildi. Ödevini yapmayan ya da bir suç işleyen öğrenciler gibi dizildi hepsi, sanırsınız tek ayak üstünde cezaya kalmışlar. İçleri kan ağlıyordu, belliydi, kameralar önünde olmayalardı tırnak da yiyebilirlerdi, iyidir, öfkeyi atar, onu da yapamadılar.

Sevgili Sakiye Abla,

Sakiye ablam sen gideli çok oldu, memleket değişti, siyaset çok değişti, artık kül yutulmaz zamanlardayız. Cilalı gerçekler çağı, bu çağ.Öyle eski plakları çevirip söylemekle, beni siz yarattınız canlarım demekle, bayram törenlerinde el kol sallamakla, kemikleşmiş oylarla gün doldurmak, siyaset yaptım, ülkeyi kalkındırdım demekle olmuyor.

Çocuklar nasıl neş’eyle dolar?

Permeperişan edilen, kime nasıl hesap soracağını bilemeyen, buna gücü yetmeyen, şaşkın, yolsuz yoldaşsız edilmiş çocuklar ordusu doğruya nasıl yönlendirilecek?İçlerinde şenlik ateşleri nasıl tutuşturulacak?Yaşayıp durdukları nasıl unutturulacak, nasıl avutulacak bu çocuklar?

Sevgili Mimar Sinan,

Önemli olan arayışın hiç bitmeyeceği, son nefese kadar…Bu yücelikle 99 yaşta bile dünyayı yeniden kurabilecek hayal ve gerçeğin gücüne sahip olma ayrıcalığı ruhunuzun, aklınızın hangi farklı yaradılışındandı? Ondan mı kafatasınızı çaldılar? Açıp içine baktılar? Ve neden yerine koymadılar?

Mülteci tarihi yazmak…

Kimbilir, belki vicdanımızın sesi, dilimizin, gözümüzün, kalbimizin bağı mültecilerin tarihi doğru yazıldıkça, hikayeleri anlatılıp şiiri söylendikçe çözülür…Aslolan silah, kimyasal, düşmanlık ve silah tacirlerinin kazancı değil, aslolan barış.

Sevgili Yaşar Kemal,

 Hem ustam, hem ağam. Arzuhalcilerin en esaslısı, adamların adamı, emekleri sağdıç emeği… Hemite’den çıktınız yola, Göğceli’den yani, şimdinin Gökçedam’ı…Nigâr hanımla Sadık efendinin oğlu kör Kemal…Nüfusa kaydınız...

Tiyatora!

"Sahne, dünyanın aynasıdır, ayna gerçeği gösterir, kabare tiyatrosu dev aynadır, içbükey ayna. Biraz büyütür, abartır, herşeyi milletin gözüne sokar ki, kendini sorgulayıp doğruyu, iyiyi seçsin, insan. Bir ülkede kabare tiyatrosu yoksa, o ülkede ciddi eksik vardır."

Sevgili Mastroianni,

Kızılderili şarkısı bir navajo dermiş ki, ‘Tüm gördüklerini hatırla/ çünkü tüm unuttukların/devam ederler rüzgârla uçmaya.’ Anılar önemli, haklısınız…Bir şarkı, bir yemek, bir görüntü, hatta koku…Bıçak Sırtı’nda kopya insan nasıl acı çekmişti, içi içini yiyordu çektiği acıdan, bir geçmişi yoktu, tek anı kırıntısı yoktu…

Hayatımız roman…

Savaş yorgunlarının, darbe ve işgal mağdurlarının, vatanı düşman eline geçip, mülteciliğe yazılanların, ülkesi gür güvende olsun diye canından geçenlerin kendilerinin yahut ömür yoldaşlarının anlatacağı kimbilir neler olmalı?

Sevgili Prenses Süreyya,

Sizin kederli hikayenizin ardından Şah kocanızın üçüncü evliliğinin fotografileri sayfa sayfa basıldıydı, çatılmış kılıçlar altından geçip, sonra Kur’an-ı Kerim tutulduğunda, kutsal kitabın da altından geçilen düğün resimlere bakardık. Kadınlarımızın bazısı Süreyya yanlısıydı bazısı Farah Diba yanlısı.

Düşman kim?

Çok rastladım, fütursuzca telefon çaldıran sürücüye, mesaj yazan yahut gelen mesajı okuyana… Sabır sabır, nereye kadar?…Kendi ailenizde altı can’ı aynı kazaya kurban vermişseniz ve ülkemiz ailesinden her gün onlarcasını kaybetmekte, sakat kalanları görmekteyseniz hele…

Sevgili Eınstein,

Aşkın, matematik ve fiziğin, müzik ve öteki sanatların, barışın, dostluğun, buluşların filizlendiği o büyülü küre, onlar yüzünden yuvarlanıp gidecek sonsuz kara. Ruhunuzu sıkmak istemezdim, ama, sizden sonraki dünya böyle…Hawkıng de anlatacak size zaten. Bu halden kurtuluşun formülü, izafiyet teoriniz yahut öteki buluşlarınızdan bin kere zor, haklısınız…

Aman doktor, kine ilaç…

Bir esaslı reçete, ey tabibler, dünyamızın siyasi delilerinin aklını başına getirecek… Memleketin kendinden tayin namus bekçilerine, kindarlarına, sevgisizlik şöyle dursun, diliyle zehirleyen, edepsizliğiyle, kötücüllüğüyle, beyinsizliğiyle âleme nizâmat verme cür’etindekilere, kökten sürme terbiyesizlerine bir çare, altmış akıl, yetmiş fikir…

Sevgili Zeytin,

Nuh’un gemisine hayatın sürdüğünün yeşil izi olarak, güvercinin gagasında gelendin hani? Kin ve emperyalist paylaşımlar bunu buyurdu, gencecik askerlerimiz tam zeytine duracak çağdaki fidanlar gibi toprağa düşüyor.

Kadınlar, ah kadınlar…

8 Mart’ı bilse ne olur, bilmese ney, Suriye’li,Filistin’li kadınlar? Sürekli, sistemli işkenceye, tecavüze uğrayan, kürem kürem öldürülen kadınlar? Vatanından, evladından, huzurundan edilenler? Ya onları görmeyen, görmek istemeyen, görmezden gelenler? Yardım çuvalını, duvağını evladına kefen yapan kadınların olduğu dünyada herkes sussun, zerrece utansın, yahut elele verip, bu eğri dünyayı düzeltsin.

Sevgisiz diktatör babalar,

Baba oğul Esad’ları iyi bilen Lübnan’lı yönetici Joumblatt, iyi tanıdığı baba Hafız Esad’ın tam bir diktatör, bir cani olsa da, oğlundan daha uygar olduğunu vurgular.’Bir gün Beşşar bana ülkede babasının fotoğrafı kalmadığını söylerken, onu silmek ister gibiydi.Patolojik bir yalancı olduğunu anlamak için psikiyatr olmaya gerek yok,

Hangi meslek gidici, hangi hüner ebedi?

İş duyuruları gözünüze çarpıyor olmalı : Remayözcü, son ütücü, ilk ilikçi, overlokçu, makastar, manikürcü. Meslek de kazanç da garanti, manikürcünün, masajcının, eve gelip hizmet veren kuaförün, Keyveni’nin(geniş çaplı sofraların günübirlik yemek ustası, tükendi tükenecek…) iş fırsatı yanında bahşiş de cabası.

David Stoliar,

Nuh’un gemisinden huzura inmek, Struma ve diğerlerinden huzura ermenin yanında ne ki? Hangi gemiden indi , bunca insana kıyanlar? Hem dünyayı hem Kudüs’ü yok sayanlar, dünya da Kudüs de büsbütün benimdir, diyenler? Dün mağdurken bugün zulme tenzil_i rütbe edenler?

Köklere hücum!

Günümüzde ailesine gözünün bebeği gibi sahip çıkamayan insan, asırlar önceki atalarını merak etse ne olur, etmese ne? Bir heves, belki merak, yerini sağlama alma gayreti belki…Ya tersi çıkarsa? Ya işler sanıldığı gibi olmayıp, azıcık karışıksa (!) Yaaa…

Düşünüp söyleyip çekip gitmek…

Defteri kapandı, derler ya hani, son soluktan sonra, kapandı, bitti, artık tamam… Sizden için bu söz belki, eli deklanşörden çekildi, artık çekmeyecek, bunca çektiği fotoğrafa ortaya koyduğu nice benzersiz işe sayın, bilen bilmeyene anlatsın, esaslı değerlerinizin farkına varın, kendi defteriniz kapanmadan, diye söylenebilir.