Ayşe Kilimci

Bilimde kadınlar kızlar…

Dünyamızın yanlışlardan arınıp, kadın bilimcilerin hakkını değerlendirmesi, teslim etmesi, genç yetenekleri özendirerek, onları güçlendirmesi, kendine çekmesi gerek. Bu gün, sayısalıyla, düzeltilemeyeniyle, gerçekleri, gereksinimleri yüksek sesle dünyanın yüzüne karşı dile getirmek, kadınları , kız öğrencileri bilim dünyasına özendirmek, çekmek için her yıl kutlanan bir gün, güçlü nüfus, güçlü kadınlar kızlar, güçlü yarınlar ve yıkılmaz bir ekonomi demek.

Sevgili Susuz Dede

Sevgili Susuz Dede, size bu mektubu döşendiğim gün benim doğum günüm, siz eskiden bilmez idiniz böyle marifetleri. Sabahtan bu yana hem gönülden hem paradan yana borçlu olduklarım beni kutlayıp öpe duru…Bankalar kutluyor, borçtan azıcığını silelim yahut taksit erteleyelim diyen yok. Dostlar kutluyor eksik olmasınlar, ‘gel bir gevreği bölüşelim, bi kadeh bişey içelim buyur,’ diyen yok.

Onun arabası var

Savaşlar, ülke savunması amaçlı harekatlar olurken, insanın aklını başından alan güzellikler, şiirler, şarkılar, serçeler nereye gider diye düşünüyorsunuz biliyorum, siz de… Gökkuşağı, gece olduğunda yıldızlar ve Samanyolu nereye? Yoksa savaş ve ölüm onları da mı hükümsüz kılıyor?

Sevgili Ahmedo,

Sana mektup yazacağımı rüyamda görsem hayra yormazdım. Şimdi kalkıp yanıt yazarmışsın…Hatta zarfı elden teslim edicem, diye tuttururmuşsun… Neden sana camii ve şarapçı bakkal arası bir kader biçildiğini anlamazdık.Bir kulağına sigara sokulu, ötekine karanfil, ceket hırka gibi omuza alınmış, ya da yaka briti parmağına takılarak, sağ omuzdan sırtına atılmış, bin yıl önce (!) Behlül Kundura’dan alınıp, mecburen topuklarına basılmış sivri burun ayakkabıların, belden iple büzülmüş yamalı pantolonla, ömür galerimizden az parıltılı bir sahne kişisi gibi gelip geçtin…

Hayat, bazen tuttuğumuz yerden dökülüyor…

Ana babası arasında çekiştirilirken, kolu birinde, bacağı ötekinde kalan çocuktan beteriz. Yeni mi bu hallerimiz? Yok canım, birkaç kuşaktır devroluyor. Mayamız ekşiyeli çok oldu. Niye halledemiyoruz peki? Niyetimiz yok, ondan…Zor da, ondan…Öteki işlere, farklı kurum lara ve yasalara, olan yasayı eksik uygulayanlara mahkumuz, ondan.

Sevgili Avgi,

Eskiden zor olan işler şimdi kolay, kolay olan işlerse zor. Ömür uzadı, çile çoğaldı, çocuk azaldı, gelecek güvencesi daha da azaldı, doğması kolay, ölmesi zor, insan ömrü 120 yıl diye tutturdular, titrek ihtiyarlarla dolacak dünya. Siz büyük olasılık yaşlanamadan gittiniz, yaşlansaydınız, yani sizin dönemin yaşlılık sınırı olan kırkı bulsanız ne olacaktı sanki?

Hak-hukuk-guguk…

Gelelim sadede, ey sevgili (ve edepsizliği ele aldığında, kör zeka akıldaneliğe kalktığında da sevgisiz) okur, asker evlatlar sınır ötesinde eşkıya süpürüyor, teröristlerden ülkeyi ölerek koruyor, biz latife ediyoruz, bu ettiğimiz bile ayıp, değil ki sizin edemedikleriniz…

Sevgili Mülazim Mahmud Nedim Efendi,

Taş yensin, toprak yensin, gazel yensin, ekmek peynire, uçurtma uçurmaya hasret de olsa çocuklar, tek hayatta kalsın…Sevgili Mülazim, size teşekkür ederiz…Sizi okumamızı sağlayan M.P.Işın hanımefendiye ve yayınlayanlara da öyle.

İkinci bahar’ın akıldaneleri

Ülkemizdeki yaşlı hizmetine daha çok kafa yormamız, model uygulamalar ortaya koyup, hayata geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum…Bunun için geciktiğimizi de. Bir dönem, yaşlı gündüz bakımevi projesi uygulamasına katılmıştık, uygulamaya kısa süreli bir deneme olarak başlanmıştı, geriatri bölümüyle.Tekerlekli sandalye ile binilebilecek rampalı minübüsü ile yaşlılar evden toplanıyor, merkeze getiriliyordu.Yılda bir ay, yaşlının ailesinin tatile çıkabileceği zaman diliminde yaşlının özel etkinliklerin de yapılacağı yatılı kurum hizmeti alabilmesi projeler arasındaydı.

Sevgili Cemal Süreya,

Ölüme çeyrek kala bir zamandı bu dediğim, çetemizin adı Evcil Kalemşorlar Çetesi, idi. Simgesini siz çizdiniz, lastik mühür ısmarlayacaktınız ve yazışmalarımızda, duyurularımızda bunu kullanacaktık, mühürleyecektik sözü. Hayatlarımızın mührü şiirdi, evet, sözün mührü de Evcil Kalemşorlar Çetesi…

Ben öldüm amirim, zahmet etmeyin!

Şiddet, her yerde, yalnız sevgili, eş değil, ailenin öteki üyeleri, baba ve koca evi yanında iş yeri şiddeti, mülteci olmak zorunda kalanların ya göç yolunda ya sığındıkları öteki ülkede maruz kaldığı şiddet...

Sevgili Kıymet,

Aşk da mı bir şiddet, hem şiddetin esaslısı?Ama sizin aşkınız ölüme çıkmayacaktı, yaşayabileydiniz, yani öldürülmeyeydiniz…Erkeğin aşkı meşki, işi gücü, fikri niyeti varsa şiddet, yoksa şiddet…_x000D_ _x000D_

Büyük işin büyük kahramanı küçük kızlar…

Hangi disiplinden ve siyasi görüşten olursanız olun, sahnelenmek istenen oyunun, ard niyetin ve bir yangın çıkartmaya uygun gazelin olduğu yerde kibriti her zaman kötücüllerin çaktığını bilirsiniz, sizi de yakar bir ucunuzdan , bunu da yalnız siz bilirsiniz.

Yarelerden yare beğen…

Hiç konuşmayan bir çocuğumuz vardı, yuvada. Öyle gururlu, inatçıydı ki, personelin elinden su bile içmez, gider yağmur göletinden avuçlardı suyu. Bizim dilimize epey zaman direndi. Bilmeyen ahraz sanırdı, söyleneni duymaz (dan gelir) kendi ağzını açıp tek kelime bizim dilden konuşmazdı.Ne hazin ve ne ibretliktir ki, anadili yasak olan oğullarımız ses bayrağımız oldular, sonrakileri saymıyorum, ilk simgelerden Yaşar Kemal, Zaza beyi Cemal Süreya… Yok mu bunda ibretlik bir hal, ey ahali?

Sevgili Anne Frank,

"Böyle zamanlarda yaşamak zor: içimizdeki idealler, hayaller ve umutlar yaşamın acımasız gerçekleri yüzünden paramparça olur….Hayatımı kaos, acı çekme ve ölüm üzerine kurmam mümkün değil. Dünyanın yavaş yavaş vahşete büründüğünü görüyorum; bir gün bizi de yok edecek olan fırtınanın sesini duyuyorum; milyonlarca insanın acı çekişini hissediyorum.”

Çocuklar, ah çocuklar…

Çocuklar biliyor aslında kim çakma seviyor onu, kim naylon makamından kim kalp makamından seviyor…Kimi siyasilerin gösterisinde kucağa gitmeye direnen çocuk yanında, Cumhurbaşkanının yanağını okşayan, onu sahiden sevdiği gülen yüzünden belli olan da çocuk.

Sayın Yaser Arafat,

Ama bilin ki, şimdi şer görünen durum, hayra dönüşecek, İİT’nı toplayıp yöneten ve doğu Kudüs Filistin’in başkentidir, diyen Erdoğan gibi, (bazı marjinal adları geçersek), bu iki mafya bozuntusuna diklenen, dünyanın kaç bucak olduğunu söyleyen şimdiye kadar HİÇ olmamıştı…Dünya Erdoğan’ın durduğu yere geliyor, gelecek, gelmek zorunda ve o koca Amerikanya ülkesi, başındakiyle birlikte siyasi yenilgiyi görecek, dediği sözü yutacak, faş malamat olacak

Yılın son sesleri/Dünyamızın halleri

Kudüs’lü, Cüneyd de, ki henüz 15’inde, yirmi kadar İsrail askerince, gözleri bağlı götürülüyor, çekilen resim İsrail zulmünün daha nicesini göreceğimiz zulmünün bu aralar yapılan son eylemi. Çocuklar öldürülüyor, gençler yaka paça götürülüyor, terörist denilerek…_x000D_ _x000D_

Sevgili Ömer Hayyam,

Ortadoğu başta olmak üzere, dünyamıza barış dileyin ey Hayyam… Beyhude savaşlar Ortadoğunun kaderi olmasın, insanlar, insan tohumu çocuklar , kuşlar ölüp ölüp durmasın, dünyamız yeniden yaşanır bir yer olsun, umutlarımız ziyan olmasın…_x000D_ _x000D_

İpine de tipine de maşallah

Günümüzdeki kimileri Usulizade’de makamından olmasın varsın, tek sözü usulü dairesinde söylesin, canımı yesin… Hikmetinden sual olunmasa da Yarabbicim, kimilerini, ötekilerin sabır sınavı için kopya vermeye mi yarattın?

Sevgili Platonov,

Dünyamız şimdi sizin erkenden bıraktığınız zamankinden de kötü durumda. Oysa sizin çağınız ve sizler ne büyük bedeller ödemiştiniz, ne acılar çekmiştiniz, savaşlarla ölümlerle sınanmıştınız… Varılan yer bu olmamalıydı. İyilerle kötülerin, insana kıyanlarla insanı el üstü, göz nuru, baş tacı edenlerin, inancın karşısındaki hinliğin, doymazlığın, insana kıyanların savaşı sürüyor.

Koymaca akıl kuşluğa kadar/ Kadına şiddeti anlamak aklımız kadar…

Bizim Eşrefpaşa’da altmışlı yıllarda sokak satıcısı bir kumaşçımız vardı, her tür kumaş satan bir Yahudi vatandaşımız. Kumaş toplarını taşıdığı arabayı semt girişinde parkeder, bir omzuna yünlü, ötekine keten kumaş, ama birer karış şerit halinde, atar, elindeki katlanır tahta metreyi şrak şrak diye açıp kapatarak geçerdi. Niye ‘kumaşçı geldi hanım,’ diye bağırmadığını sorunca, ‘siyaset yavrus, siyaset’ derdi, kendince doğruydu, onun satış siyaseti buydu.

Hikaye kahramanına mektubumdur:

’ İnsanları sürekli bilgisizlik içinde bırakmaktansa, çabucak silinecek de olsa bilgi vermek için…Hiçbir şeyle bir şey arasından bir şeyi yeğlemek ona daha adil geldiği için.’Genel, mutlak ve insan aklını aşan bir soru bekliyordu sizden, siz tuttunuz bambaşka bir şey sordunuz. Hikayelerin sonu olmaz, Mr.Pohotny…

Kızları kurtarmak

Dağınık hizmet ve önlemlerin, böylesi bütünleştirilmiş ve devletin her yönden destek çıktığı, sağlık hizmeti kadar, belki ondan da fazla sosyal hizmetin verileceği, ilgili uzmanların farklı birimlerdeki dağınık hizmeti yerine, tek merkezde toplanacağı bir proje, hız’ın, gizliliğin, bütüncüllüğün desteğiyle hedefi on ikiden vurmaz mı?

Sevgili Signora da Vinci…

İnsanlık tarihinin en iyi resimlerinden kabul edilen Mona Lisa’ya 1503'te başlamışsınız, bitince de hiç yanınızdan ayırmadan, gittiğiniz her yere götürmüşsünüz. 1504’de babanız ölünce miras için kardeşlerinizle epey çekiş etseniz de sonuç, hüsran. Ama amcanızı çok sevdiğiniz amcanız bütün varlığını size bırakmış, neyse ki…_x000D_ _x000D_

Bayan Golda Meir,

Uluslar arası parasal güç, sistemler üstündeki kontrol gücü elinde tutarken, ortadoğuda kim var kim yoksa yumul böcüsü gibi kendi üstüne kapansın, görmesin, düşünmesin, istemesin , güçsüz kalsın, diyen de sizinkiler. Filistin konusundaki insanlık ötesi tavrını vicdanı ve aklı olanlar kınarken, siz madame sanırım öbür taraftan alkışlıyorsunuz…

İç sızı makamından…

Yarın Gazi’nin ölüm yıldönümü. Nice törene katılmış/hazırlamış biri olarak onun yasını kiminle, hangi duruşu ve sözüyle o kimsenin, hatırladığımı düşündüm…_x000D_ _x000D_

Sevgili Edâ’nım,

Lağımcılık yapıp sokak gezen Aysel de bizim mahalleliydi, suya bakan Afitap iki mahalle yukarıdaydı, iğneci, ağdacı, lokmacı, hallaç, bakkal, sütçü, orkestracı da mahallenin iş tuttuğu dallardı. Kervan’ın kurucu ve davulcusu, davudi sesi Cem Karaca’yı aratmayan solisti Erdoğan abi seksenini geçti, bu mektubu yazdığım gün ona uğradım, muhabbet ettik, bi İzmir’in Kavakları diye başlıyor, görmelisin.

Selluka’yı bilir misiniz?

Bunca duygusal özgeçmişini yazdıkça, İzmir’de pek çok kasabın dükkanına niye bu adı verdiğini düşündüm…Farklı semtlerde öyle çok Selluka Kasabı var ki…Bir ara Manolya Kasabı da çoktu. Kasabın duygusallığı deyip, geçelim.O kasaplar değil mi, bir zamanlar kasap vitrinlerinde asılı karkasların poposuna krepon kağıdından güller tıkan?

Sevgili Fidel,

Lavgarlık ettik comandante, bir komutanın başka ve yalan bir dünyadan gelen bunca lafı dinlemeye dermanı ve zamanı olmayabileceğini unutarak…Hoş, siz bi vakitler BM ‘de 4 buçuk saat süren bi konuşma yapmıştınız di mi, eh, onun yanında bizimkisi hikaye…Hem orada zaman sonsuz, bir fısıltı olarak da olsa kulağınıza çalınır belki, mektubumuz._x000D_ _x000D_