Ana SayfaYazarlarSevgili Edâ’nım,

Sevgili Edâ’nım,

 

Şimdi eski mahalledeyim, bu mektubu senin iki evinin önünden geçtikten sonra yazıyorum.

Bizim buralara varoş diyorlar artık.Şehrin merkezine yürüyerek yarım saati bulmasa da yol.

 

Nohut oda bakla sofa evinin bitişiğine, elinin emeğiyle didinerek yaptığın ilki kadar minicik evini kümes yapmış, yeni sahibi. Bahçen yola gitmiş, eski evini yıkıp otopark yapmışlar, üç araç sığsa da, paralı otopark olmuş. Aslında hem otopark olanın hem kümese çevrilen evin üstünden yol geçiyormuş, şehir planında.

 

Kayalık zemine ev yapması hüner ister, taş ustaları vardı, taşın kalbini bulup, son çekiç darbesiyle taşı güm diye patlatan. İzmir sallansa  bizim mahallede tık olmazdı. Çevre ilçelerden göçmüş işçi aileler yaşardı, mahallemizde. Kadını erkeğiyle çalışkan, tutumlu, endamlı, güzel insanlardı bunlar. Yolumuz yoktu, sıkıştırılmış toprak yola su serper, kapı önlerinde otururduk, geceleri , mahallenin ortasındaki, gündüzün uçurtma uçurduğumuz koca tarlada çocuklar oynardı, mahallenin kedi köpeği de peşlerinde. Gökteki yıldızlarla yerdeki ateşböcekleri, o minik evlerden taşan ışıktan daha çoğunu serperdi, üstümüze. Sonra yol yapıldı, taş kakıp, kum döşediler, ilk yağmurda yokuş aşağı kumlar akıp gitti, toplayıp teneke içine koydu, çiçek ekip sattı, kimileri.

 

Taşlar sipsivri ortada kaldı. Bir uçtan gecekondular sarıyordu etrafı, hazine arazisini kim satıyordu, anlamazdık?Sonradan okulla, hastaneyle şenlenecek tepelerde yer çeviriyordu insanlar, tapu mapu hak getire. Bizim mahallenin yasa bilen, hazine malına saygılı olanlar bu işe yanaşmasa da, o dönem bir evlek yer çevirenin çoluk çocuğunun yüzü güldü. Derken afsalt Osman geldi, yollara o kara, yapışkan pis şey döküldü, yerin soluğu kesildi. Ağaçlar kesilip devrilirken, kondulara ikinci kat çıkıldı, mahallenin sütçüsü inekleri otlatacak tarla kalmayınca, işi bıraktı. Almancılar pıtrak gibi çoğaldı, bir mahalleden dört ev Alman’a yazılıp gitti, yolladıkları mektuplarda ‘bu hayattan kurtulduk, çok mes’uduz’ yazdılar.Biz, bu hayatı sürdürenlerin başına olmadık işler geldi. İlkin 27 Mayıs oldu, mahalleli söz birliği edip alyansını hazineye vermedi, zaten demokrat partiliydi çoğu. Aydemir kalkışımı olduğunda, amcaoğlum onun nârına yandığında mahalleli geçmiş olsun, tez kurtulsuna geldi. O ara Eshot otobüs koydu bizim tepelere, ilk seferde, tıpkı asfaltçılara yaptığı gibi çayla pişi ikram etti mahalleli, işçilere, ki çoğu iş arkadaşıydı zaten.

 

Elinin emeğini yiyen zenaatkar komşular arasında iki evde ‘bar kızı’ denen komşumuz vardı, biz çocuklar pek severdik, çünkü hem güzeldiler, hem iş saatleri akşam olduğundan, kapı önleri bize kalırdı, oynardık, hem bakkala yolladıklarında‘ paranın üstü sizde kalsın çocuklar’, derlerdi. Habire mevlüt okutan, kolsuz emprimeler giyinen, duvarlarında ud yahut mandolin asılı olan bu komşular giderek el çekti, başka muhitlere taşındı. Senin adam, Edâ’nımcım her gece dut gibi dönerdi işten. Öylesine dut olurdu ki, yokuş aşağı eve inerken, elindeki kesekağıdının dibi patlayınca, elmalar portakallar kendinden önce eve varır, kapıya tak tak yuvarlanınca hemen kapıya koşardınız, geldiğini anlayıp. Sen onun boş rakı şişelerini şişeciye satardın, dikiş dikerdin, o evi nasıl çevirirdin, anlamazdık. Mahalle kadınlarının işçiliğe, particiliğe, yardımcı sağlık hizmeti görmeye meyli çoktu, ötesine ne güçleri vardı çünkü, ne umutları. Lağımcılık yapıp sokak gezen Aysel de bizim mahalleliydi, suya bakan Afitap iki mahalle yukarıdaydı, iğneci, ağdacı, lokmacı, hallaç, bakkal, sütçü, orkestracı da mahallenin iş tuttuğu dallardı. Kervan’ın kurucu ve davulcusu, davudi sesi Cem Karaca’yı aratmayan solisti Erdoğan abi seksenini geçti, bu mektubu yazdığım gün ona uğradım, muhabbet ettik, bi İzmir’in Kavakları diye başlıyor, görmelisin.

 

Hatırlar mısın, sanıyorum 12 Mart muhtırası sonrasıydı, Clay Foreman boks maçını, bizim televizyondan izlemek için, Amerika’daki maç saati bizim geceyarısından sonra, 03.00’e denk geldiğinden, o saatte mahallenin bütün adamları iki dirhem bir çekirdek giyinip, taranıp, traş olup, kimi elinde demlik, kimi sigara, kimi bi tepsi kurabiyeyle bize gelmişti, seninki de…İskemlelere oturup, maçı izlemişlerdi…Yok canım, nereden hatırlayacaksın, sen o tarihten önce öldün. Muhtıradan önce de kocana görücü geldi, ben de bunun hikayesini yazdım, hala içimi sızlatan bir hikayedir bu. Kim onu senin gibi sevebilir, senin gibi her işini görür, sininin üstünde akşam demlenmesi için çırpınırdı ki?

 

Ama işte görücü geldi, kocanı aldı götürdü. 12 Eylül’e çıkan geceyarısı gene bizim mahalleden yollara düştüm, darbenin içinden geçtim.Kız kaçıranıyla, iş batıranıyla, hercaisi havaisiyle, siyaset meraklısıyla, ramazan davulcusuna çiftetelli çaldırıp, oynayanıyla, on çocuk yaptığı için Kızılay’dan altın madalya verileniyle, bu hayattan kurtulmak için Almanya’ya yazılanıyla, şimdi çoğu yürürlükten kalkan işlerin belini bükeniyle, yazlık sinema tutkunlarıyla, bizim evi kiralayıp umumhaneye çevireniyle, ( bunu da yazdıydım, Kiracı adıyla), ceketini satıp çocuğunu okutanıyla, şambalicisi, karadutçusu, oduncusu, lağımcısı, kısmet açanı, çöpçatanı, mektup yazıp okuyanıyla, arzuhalcisi, dert dinleyeni, refakatçisi, kokoreççisiyle, börekçisiyle ne şenlikli mahalleymiş meğer. Bir mahalleden beş altı hikaye çıkar mıymış, eh, biz yazdığımıza göre çıkarmış demek, marifet yazanda mı, yazdıranda mı? Fetö’nün sahne aldığı yıllar olduğunu çok sonra anladık, Kestanepazarı vaizliği meğer perdesiymiş.O zamanlar ‘go home yankee’ diyen gençler şimdi Amerika’nın dümen suyunda, Yersen, Fetö, yemezsen işgal. Gel de bu işe akıl erdir.Mahallemizin yeni sakinleri doğu göçmenleri ve savaş yüzünden ülkesinden kaçmak zorunda kalanlar. O eski mahalle kavgaları kalmadı, şimdi kavga daha büyük, sinik, yenik, baş eğik yaşayıp yetinmekle, büyümek, güçlü olmak, kendi geleceğini kendi çizmek, darbecilerden hesap sormak ve kabına sığamamak arasında.

 

Evine telefon bağlanamadıydı, şimdi hepimizin elinde cep telefonu.Televizyonun özeli, renklisi, film kanalları. Darbeler devri sona erdi, hamleler devrindeyiz neyse ki…Yeni gelenler bizim minik , eski evleri beğenmedi, gecekondu apartmanlar dikti, ruhsatsız, ayarsız…Eski evlerin çoğunun kapısında kilit. Çocukları okuyanlar yeni semtlere göçtü, yeni yeni meslekler çıktı, ne adını demeye dönüyor dil, ne de ne işe yaradıklarını anlıyoruz. Bu hayattan (!) kurtulmak için gidilecek ülke çoğaldı, bütün dünya…

 

Biz burada pek şenlikliyiz, acaba nasıl sizin dünya?

- Advertisment -