Berat Özipek

Şimdi de uluslararası öğrenciler hedefte

Türkiye’deki 300.000 uluslararası öğrenciyi ülkeye kazandırmak için dünyanın dört bir yanına gidip ailelerle ve çeşitli devletlerin yetkilileriyle görüşüp onları ikna eden insanların yıllar boyunca verdikleri emeklerin bir anda berhava edilmesi için geçtiğimiz Cuma günü ilk darbe vuruldu. Eğer Türkiye bu kötülüğe de teslim olursa, kaybettiği sadece uluslararası öğrencilerle gelen yıllık 3 milyar dolardan ibaret olmayacak.

Anayasa Mahkemesi doğru yerde duruyor

Türkiye son on yılda ciddi sarsıntılarla karşı karşıya kaldı. İşte böyle bir dönemde AYM adeta çalkantılı bir denizin içinde parlak bir deniz feneri gibi durdu. Herkesin, tüm kurumların yaşananlardan etkilendiği bir dönemde mahkeme, adalet ve demokrasi adına son umudun istinatgahı oldu. Bu hak edilmiş prestij heba edilmemeli. Bugün eğer Hükümet biraz dikkatli bakacak olursa, AYM’den şikâyet etmesi değil gurur duyması gerektiğini anlayabilir. Bugünkü yeniden yapılandırılmış şekliyle AYM esas olarak kendisinin eseri ve en iyi eserlerinden biri.

“Şu an Türkiye’den dışarıya yansıyan çok olumsuz bir görüntü var”

Son zamanlarda Türkiye’den dışarıya, özellikle Arap coğrafyasına yansıyan görüntüler hali hazırda ciddi anlamda hem yatırımların çekilmesine, tur iptallerine ve uluslararası öğrencilerin Türkiye’ye gelmekten vazgeçmelerine sebebiyet veriyor. Eğer Türkiye’den dışarıya bu şiddet görüntüleri, Araplara yönelik saldırganlıklar, kötü davranışlar ve sosyal medyada paylaşılan o utanç verici görüntüler devam edecek olursa, bunun çok da uzun olmayan bir vadede Türkiye’nin bölgedeki yerini, konumunu ve Türkiye’nin ekonomisini ciddi anlamda çok daha fazla olumsuz etkileyeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

Kâğıt toplayıcısı Yusuf Bey yalnız değil

İstanbul’da kâğıt ve şişe toplayıcılığı yaparak ailesinin geçimini sağlarken bir anda kendisini Suriye’de bulan Yusuf Bey’in hikayesi bu. Kişilik hakları ve güvenlik konusunda ihtiyaten tam kimlik bilgisini vermeyip, kendisinden Yusuf Bey olarak bahsedeceğiz. İstanbul’da sığınmacıların toplanıp apar topar sınırdışı edildiği son iki-üç yılın hikayesi bu aynı zamanda. Ayrı düşmenin, mağduriyetin, kol kanat germenin, başarılı bir hukuk mücadelesinin ve kavuşmanın hikayesi. Ve sığınmacıların karşı karşıya bulundukları sorunları anlamak bakımından da çarpıcı bir örnek.

Tarih tekerrür eder mi?

Batı cephesinde yeni bir şey yok. Geride bıraktığımızı sandığımız tarihin bizi yüz yıl sonra benzer bir tercihle karşı karşıya bıraktığını görmek can sıkıcı. Haksızlık etmemek için bu noktada bir izaha gerek var: DEVA ve Gelecek partileri, içinden geldikleri siyasi gelenek itibarıyla, partnerlerinden farklı olarak ittihatçı zihniyetten değiller. Ama onların varlığı bu koalisyonun niteliğini değiştirmeye yetmiyor. Unutmamak gerek ki geçen yüzyılın başındaki ittifak da sadece ittihatçılardan oluşmuyordu.

DEVA ve Gelecek: Masadan kalkmak veya masada kalmak

Her iki partiden isimlerle konuştuğumuzda sözlerin ve bağlayıcılık gücü ahlaki kınamadan ibaret olan protokollerin ötesinde bir güvenceden söz edemiyorlar. Böyle bir durumda geriye beraber yola çıktıkları partilerin veya başkan adayı olarak önerdikleri kişinin siyasi dünya görüşüne ve güven açısından yıllar içinde sergilediği tutuma bakmak kalıyor, ki bu açıdan baktığımızda tablo hiç iç açıcı görünmüyor. Çünkü tam da bu kriterler, “neyine güvendiniz?” sorusunu gündeme getiriyor; ideolojisine mi, haklar bakımından bugüne kadar sergilediği tutuma mı yoksa bugünden sonrasına dair taahhütlerine mi?

Şimdi ayrımcılar; nasipse sonra demokrat olacaklar

Sevdiklerimize karşı iyi olmak için adalete ihtiyacımız yoktur. O asıl sevmediklerimiz söz konusu olduğunda gereklidir ve bizi haksızlık etmekten alıkoyacak olan da sadece odur. Sesi duyulmayanlara, oy hakkı olmayanlara, onların durumunu bile bile kötü davranan, toplumun geri kalanını onlardan nefret ettirmek için uğraşan ve 10 yıl boyunca sabırla nefret biriktiren birinden demokrasi ve adalet beklemek ancak tepkisellikle zedelenmiş bir muhakemenin sonucu olabilir.

Adaletten taviz Deva olmaz

DEVA Partisi’nde sığınmacı meselesinde iktidardan, olması gerekenden ve kendi eski konumundan daha geri bir noktaya savrulmayı ifade eden bir durumu gözlemlemek mümkün. Bunu sadece Ali Babacan’ın konuşmalarından değil, son yayınlanan “Sığınmacı Sorununun Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi Eylem Planı” başlıklı belgede de görebiliyoruz.

“Ukrayna’daki savaş üzerinden göçmenler haksız yere hedef alınıyor”

“Bazı çevreler Ukrayna halkının onurlu direnişini överken bile Afganistanlılara ve Suriyelilere haksız bir biçimde saldırmaktan geri durmuyor. Anlıyorsunuz ki ayrımcı ırkçı zihniyet dünyanın neresinde olursa olsun iyi bir şey söylemeye çalışırken bile aynı kötü, ayrımcı, can yakıcı dili kullanıyor.”

“Birikimlerinden istifade edemediğimiz sığınmacı akademisyenler Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıyor”

“Üniversiteler evrensel bilgi yuvalarıdır. Üniversite dediğimiz yerler doğası gereği çeşitlilik, çoğulculuk içerir ve içermelidir. Dolayısıyla bu kadar büyük bir imkanın, Türkiye’de bulunan büyük potansiyelden ülkenin istifade etmesinin engellenmesi akıl dışı bir durum. Siz engelleri kaldırın, üniversitelerde katkı yapabilecek olanlar yapsın. Kendi alanında önemli çalışmalar ve eserler ortaya koyan isimler Türkiye’de ama akademi bundan istifade etmemeyi tercih ediyor.”

“Seçime gidilirken sığınmacılarla ilgili bir centilmenlik anlaşması yapılmalı”

“Sığınmacı hakları konusunda hassas, adalet perspektifine sahip insanlar her kesimde var. Onların seslerini dile getirmeleri, seslerini birleştirmeleri bu süreçte önemli. Seçimlere gidilirken partilerin bir tür centilmenlik anlaşması yapmalarını sağlamak, yani sığınmacıları siyasetin gündeminden çıkartmak gerekiyor.”

CHP’nin Suriyeli sığınmacılara karşı tavrını ameliyat masasına yatıran rapor

İktidarın sığınmacı politikası çok konuşuldu. Peki ana muhalefet partisi CHP bu konuda ne düşünüyor, ne yapıyor ve nasıl bir politika öneriyor? Serbestiyet yazarı Berat Özipek’in hazırladığı “CHP ve Suriyeli Sığınmacılar / Ayrımcılık, Ötekileştirme ve Nefret Üretiminin Politik Dili” başlıklı rapor, sıklıkla göz ardı edilen ve “şimdi sırası değil” denerek ötelenen temel bir insan hakları sorununda muhalefetin durumunu mercek altına alıyor.

Türkiye-Mısır yakınlaşmasında göz önüne alınması gerekenler

Şizforenik bir iç ve dış politika ayrımı mı, ülkede demokrasi isterken bunu uluslararası ilişkilere karıştırmamak mı, yoksa muhalefet edeyim derken öfkeyle savrulmak mı? “Krizi başlatan Türkiye’nin Akdeniz’de düşmanlarını çoğaltması” diyebiliyor mesela bir arkadaşım, Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile ilişkilerinden söz ederken. Sanki Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasının Gazze katliamı ve benzeri sebepleri yokmuş gibi. Sanki şu an devam eden ve 9’u çocuk 20 Filistinlinin hayatını kaybettiği Mesci-i Aksa Baskını türünden devlet terörü yeterli sebep değilmiş gibi.

Ortaöğretim başarı puanı, pandemi ve adalet

Öğrenciyi iyi yetiştiren ve dolayısıyla yüksek başarı göstermesini sağlayan özel okulları bir yana bırakacak olursak, pek çok okul, öğrencinin gerçek notunu değil, onu sınavda haksız biçimde öne geçirecek notlar vererek, bu kuralı “müşterilerine” haksız avantaj oluşturma fırsatı olarak kullanıyor.

O çocuklara da ‘haydi okula’ diyebilecek miyiz?

İstanbul’un daha fazla iç göç almaması için Suriyeli ailelerin Türkiye’de hangi ilde kayıtlıysalar o illere gönderilmelerine amir düzenleme şimdi binlerce çocuğun eğitiminin önünde bir engel durumuna geldi. Düzenlemeye rağmen İstanbul’da kalan ailelerin çocuklarına şimdi “sadece ailenin kayıtlı olduğu ilde kayıt yaptırabilirsin” deniyor.

Karantina günlerinde sığınmacıları unutmayalım

Salgın bitene kadar dışarı çıkmamaları bekleniyor haklı olarak. Ama evde kalmak onlar açısından hiç kolay değil. Geçenlerde Adana’da polisin dur ihtarına uymadığı için kalbinden vurularak öldürülen 19 yaşındaki Suriyeli genç Ali için de kolay değildi. Çünkü onun evinde de ekmek bekleyenler vardı.

Şehir yaşamalı

Şehir Üniversitesi, Türkiye’de değerli bir kimliğe sahip olan az sayıdaki üniversiteden biri. Bilim Sanat Vakfı’ndan miras aldığı eleştirel İslami perspektifi de içeren güçlü entelektüel altyapısı, oraya her gittiğinizde evrensel anlam ve içeriğiyle “üniversite”yi hissettiren atmosferi, içinden geçtiğimiz çalkantılı dönemlerde öğrencileri ve öğretim üyeleriyle tüm akademik topluluğunun akademik özgürlüğünü tanıma konusundaki hassasiyetiyle, ülke için muhafaza edilmesi gereken bir fikir mecrasını ifade ediyor.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan doğru yerde duruyor

“Sadakat”e gelince. Eğer adalete ve hukuka sadakatten söz ediyorsak, -ki bir hakim söz konusu olduğunda başka türden bir sadakatten söz edemeyiz- Zühtü Arslan o ilkelere gayet sadık. Bundan 30 yıl önce onu tanıdığımda nerede duruyorsa yine aynı yerde duruyor.

Yadırgamamız gereken Arapça tabela değil ayrımcılık olmalı

Türkiye, birilerinin kendi dilinde tabelasını bile asamadığı, bunların tartışıldığı ve özgürlük için Avrupa’dan örnekler getirildiği bir ülke olmamalı. Çünkü bir zamanlar vardı ve meşruydu çeşitlilik bu topraklarda. Hem de yüzyıllar boyu.

Raporları beklerken adalet gidiyor

Kim olursa olsun, önleminizi alın, kaçma ve delilleri karartma ihtimalini ortadan kaldırın, sonra geniş geniş yargılayın. Sonuçta suçu ispatlanırsa cezasını tastamam verirsiniz; masum olduğu anlaşılırsa da vicdan azabı çekmezsiniz. Ama gereksiz yere tutuklayıp, dışarıda olması mümkünken hapiste tutarsanız, yarın masum olduğu ortaya çıkarsa, o vebalin altında ezilirsiniz.

“Tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle birlikte”

“Giden gitti, esas somut suç isnat edilebilecek olanları ellerinden kaçırdılar, el önünde onlar vardı, onları buldular ve cezalandırıyorlar” diyor bir hukukçu arkadaşım. On beş ay. Dile kolay. Hali hazırda bu tutukluluğun kendisi bir cezaya dönüştü.

Amerika’daki mahkeme neyi yargılıyor?

Bir devletin tek yanlı ambargo koyma yetkisini tartışmadan davayı konuşanlar farkında olmasalar veya farkında değilmiş gibi yapsalar da şu an ABD açıkça hukuksuzluk yapan bir devlet. Katar veya Arabistan’dan açık açık haraç isterken yaptığının bir benzerini Türkiye’ye de yapıyor.

TEOG’un Aşil Topuğu veya yeni sınav sistemi için bir öneri

Hormonlu olsun veya olmasın, sayısız okulun farklı sebeplerle aynı standartta not vermediği bir ortamda çözüm ne olmalı? Eğitim emektarı, sınıf geçme notunun yerleştirmeye etkisinin ortadan kaldırılmasını öneriyor.

TEOG sonrası adil bir sınav sistemi nasıl olmalı?

 TEOG’un yerine getirilecek sınav sistemiyle ilgili endişeli bekleyiş devam ediyor. Yapılan açıklamalardan yeni sistemin niteliğini anlamak da mümkün değil. Önce usul açısından yapılagelen ciddi bir...

Kürdistan referandumu ve siyasi basiret

Türkiye’nin sorunun taraflardan biri olmaması, aksine, çatışma potansiyelini eritecek ve izleyeceği politikayla büyük devletlerin bölge üzerindeki hegemonyasını pekiştirmelerine izin vermeyecek biçimde, hem Irak Kürdistanı’na, hem de Irak ve İran’a söz söyleyebilecek bir diyalojik ilişki zemininde kalabilmesi, bağımsızlık kararından kaos bekleyenlerin hevesini kursağında bırakabilir._x000D_ _x000D_

TEOG olmadığında…

“Büyük mutfakta iyi yemek pişmez” demişti Nietzsche, kamusal eğitimden söz ederken. Pişmedi de. “Tevhidi Tedrisat” cenderesi içinde kalarak bu ülkenin eğitim sorununu gereği gibi çözmek hiçbir hükümet için mümkün değildi ve bugüne kadar bunu başaran olmadı. Dahası, nüfus arttıkça, milyonlarca çocuğun sorunlarını aynı hantal yapının içinde çözmeye çalışmak daha da zor hale geldi.

Hükümet bilgilendirme sorumluluğunun farkında mı?

Çözüm Süreci'nde de aynısı olmuştu. Hükümet en haklı olduğu konularda bile açıklama yapmadığı, toplumu bilgilendirmediği için meydan süreci bozmaya çalışanlara kalmıştı. Gündem tartışmasız biçimde onlar tarafından belirlenmişti ve onlar da her gün, her an, süreci aşındırmak için ellerinden geleni yapmışlardı.

Travmaya teslim olmamak

Adalet ilkesi bakımından herkesin makul ve kabul edilebilir gerekçelerle suçlanması hukukun gereği. Ama tutuklama için bu da yetmez, yargılama sürecinde onun neden tutuklu yargılanması gerektiği de aynı şekilde hukuki bakımdan kabul edilebilir bir temelde ortaya koyulur.

Referandum kararının siyasi ve stratejik boyutu

Tarihi bir dönemecin başındayız ve bu kritik dönemde Türkiye’nin Irak Kürtlerinin yanında durması, sadece geçmişin günahından kurtulmanın tarihi bir fırsatı olmakla kalmaz; kalıcı bir güven duygusunu tesis etmenin de zeminini teşkil eder.

Geçmişin hayaletlerinden kurtulmanın zamanı

Sınırlarının hemen dışındaki Kürt varlığını artık bir tehdit olarak görmekten vazgeçmiş, dahası onları küresel ve bölgesel güçler karşısında yalnız bırakmayan özgüvenli bir Türkiye, bölgesel anlamda doğru bir politikayı izlemekle kalmaz, kendi içindeki Kürtlerde de aidiyet duygusunu pekiştirir.