Etyen Mahçupyan

Abdullah Gül ne dedi?

Gül’ün geniş mutabakat isteğinin altında muhtemelen siyaset üstü konumda kalma, AK Parti içi bir siyasetin parçası haline gelmeme isteği vardı. Nitekim iktidarda bugün AK Parti değil, onun MHP ile bütünleşmiş ve böylece kuruluş ilkelerinin uzağına düşmüş bir versiyonu var. Buna karşılık eksik bir mutabakata dayanıldığında, kendisini özne kılan, kariyerist bir tavır sergilemiş olacağını öngörmüş olabilir…

Ayıp ve ötesi…

Gül aday olmasın diye defalarca heyet gönderen iktidar sahiplerinin, kamuoyu önünde FETÖ/PKK çeşitlemeleri eşliğinde tavsiye kılığında tehditler savurması, izana ve saygıya sığmayan bel altı hamleleri yapması halk vicdanında kaçınılmaz olarak yer edecek… Bu noktadan sonra kazansanız ne olacak? İktidarı can simidi olarak gören bir bağımlılık düşkünlüğünden bu ülkeye ne hayır gelebilir?

Zihin açıcı beyanlar

Ülkenin basit gerçeğini görmek bu kişilere zor geliyor… İktidara öylesine vasat bir yönetim aklı ve özgürlük alanlarını daraltan bir ideoloji hakim olmuş durumda ki, muhalefette farklı insanları buluşturmak için ilave bir çabaya ihtiyaç yok. İktidar muhalefet bloğunu bizzat kendi tutumu, söylemi ve uygulamaları ile yaratıyor, derinleştiriyor ve tahkim ediyor.

İktidarın haklı endişesi

Bahçeli’nin ‘ikbal arayışı’, ‘hülle ve hile’ lafları, AK Parti sözcülerinin ‘onursuzluk’ ve ‘ahlaksızlık’ ithamları, maalesef bizzat kendilerinin de katkıda bulunduğu siyasi ortam nedeniyle fazlasıyla abartılı kaçıyor. Hele muhalefetin adımını ‘FETÖ siyasi mühendisliğine’ veya ‘PKK terörünü perdeleyen siyasi uzantılara’ yormak, toplumun aklını küçümsemeye, veya toplumun aklını kullanmayan kısmına hitap etmeye çalışıldığına delalet ediyor…

Herkesin bildiği sır

Muhalefetin ortak adayda anlaşması halinde, bu seçimlerin ‘keyfi otoriterleşme’ ile ‘kurumsal demokratikleşme’ arasındaki tercihi ifade edeceğini söyleyebiliriz. Böyle bir durumda AK Parti’nin ‘reisçi kültüre’ mesafeli kesiminin sağduyulu davranması kimseye şaşırtıcı gelmeyecektir

Meğer asıl iktidar kimmiş!

Bahçeli’nin ve cumhurbaşkanlığı sistemini kotarıp Erdoğan’a sunanların istediği oldu… AK Parti koalisyonun küçük ortağı olarak onların isteğine uydu ve alınmış kararı bir miktar kendi ihtiyacına uydurdu. Proaktif olan, hedeflerini hayata geçiren, ortağını uyum göstermek zorunda bırakan Bahçeli idi… Bu da gerçek iktidarın kim olduğunu ortaya koyarken, bu denge ve ilişki biçiminin seçimden sonra da devamı halinde Türkiye’nin kimin iktidarında olacağını gözler önüne serdi.

Fransa’da OHAL yok mu?

Batının gelişmiş ülkelerini gereksiz yüceltmenin de anlamı yok. Ama onlarla aramızda apaçık bir fark var… Onların çapası toplum ve demokratik teamüller… Bizdeki çapa devlet ve otokratik teamüller. O nedenle OHAL oralarda hasar bırakmıyor, bizde ise sistemi tümüyle laçka hale getirebiliyor.

Bahçeli rüyasında kimi gördü?

Devletle Erdoğan arasındaki ilişki açısından bakıldığında birçok kişi seçimlerden sonra Erdoğan’ın kazanması halinde çok daha güçlenip her şeye hakim olacağı değerlendirmesini yapıyor. Oysa devlet kanadı Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kazanmasına muhtaç… Dolayısıyla öncesinde pazarlık güçleri zayıf… Oysa seçim sonrasında mesele yönetmeye geldiğinde zaten olay, konu ve kurum bazında bir pazarlık alanına giriliyor ve burada bürokrasinin eli çok daha güçlü.

Türkiye İran olur mu?

Bu iki ülkenin kaderini küresel piyasalardan ayrıştıran ortak özellikler bulunabilir. Ama herhalde Türkiye’nin de onlarla aynı kabın içinde yer alması ve olumsuz yönde savrulması fazlasıyla umut kırıcı bir durum. Ne var ki Türkiye’ye ilişkin beklentiler o denli bozulmuş durumda ki, Merkez Bankası’nın ‘radikal’ bir hamle yapmaması halinde, ekonominin dengeleri piyasanın insafına kalmış gözüküyor.

Adil şahitler

"Toplumun çoğunluğu, zaten meşru yönetimi desteklemektedir. Darbe teşebbüsüyle ortaya çıkan tehdit, bu desteğin gücüyle belki biraz geç ama mutlaka bertaraf edilebilir. Bu nedenle halk tarafından engellenen bir darbenin ardından yaşananların ‘başarılı’ olmuş bir darbe sonrasında yaşananlardan farklı olması gerekir.”

12 Eylül, 28 Şubat ve bugün

Eğer cemaatçiliği aşan bir toplumsal normalleşmeyi olumlu algılıyorsak, dindar cenahtaki bu basiretli yaklaşımın kıymetini bilmekte yarar var. Bu topraklarda en az bulunan hasletlerden biri nesnellik çünkü... Ne tarihe bakarken, ne diğer kimliklere yaklaşırken, ne de kendi özelliklerimizi irdelerken nesnel olabiliyor, çünkü gerçeklerden korkuyoruz.

Beka meselesi

Türkiye güçlü potansiyelleri olan ama zayıf bir ülke… Öte yandan bu zayıflıkla yüzleşebildiği takdirde, onu alt edebilecek esneklik ve birikime de sahip. Ne var ki siyaset alanının toplumsal dinamikleri iğdiş etme gücü devam ederken, bugün o siyaset alanının bizatihi yozlaşması ve kurumsal yapının iflası tehlikesi ile karşı karşıyayız.

Diriliş ihtiyacı

Erdoğan’ın dünyasında 2019 bu ülkenin ve milletin yeniden doğuş anını simgeliyor. Bu an tarihsel bir boşlukta yer almıyor… Herkes ‘bizim kim olduğumuzu… nereden gelip nereye gittiğimizi anlayacak’ derken ezeli ve ebedi bir tarihsel özneye atıfta bulunuyor. Sanki Türkler efsunlanmış, uyutulmuş şekilde yüzyıllarca kaldıktan sonra, şimdi Erdoğan ve onun vizyonu sayesinde ‘dirilip’ tarih ve siyaset sahnesindeki ‘gerçek’ hüviyetlerini cümle aleme kanıtlamanın eşiğindeler.

Yıllardır bu anı bekleyenler için

Bizdeki bu ‘başarı’ açlığının ama başarıyı ille de başkalarına haddini bildirme olarak duyumsamamızın nedenleri ne olabilir? Her imparatorluk gibi yükselen ve sonrasında gelen yeni dünyaya adapte olamayarak dağılan Osmanlı’yı niçin nesnel bir bakışla ele alamıyoruz? Belki de bunun altında Osmanlı devletini ‘gerçekte’ hiçbir zaman kendimize ait hissetmememize karşın, kayıplarından doğrudan etkilenmiş olmamız yatıyor. Belki de ‘bizim’ olduğu söylenen ama hiçbir zaman ‘bizim’ olmayan devletin, nihayet bu sefer bize ait olduğuna inanma ihtiyacıdır bu…

İnandığını bilgi sanmak

Nihayet bütün bu retorik “biz Corc’un ağzına bakarak hareket etmeyiz” cümlesi ile tamamlanıyor. Böylece ekonomi biliminin kökü dışarıda, gayrı milli bir nitelik arz ettiğini anlıyoruz. Yabancıların ürettiği bilim enflasyonu faizin nedeni olarak öne sürerken, meğerse bizim içimize ‘kötülük’ sokulmak istenirmiş… Bize de milliyetçi davranıp bilimi değiştirmek düşermiş…

Ekonomide ‘muhteşem’ başarı

Ülke ekonomisinin ‘röntgenini’ ortaya koyan birçok gösterge var… Büyüme, işsizlik, gelir dağılımı, enflasyon, faiz hadleri, döviz kuru hadleri, bütçe açığı, cari açık gibi… Bunlara güven ve istikrar algısını, nihayet geleceğe dönük beklentileri de eklemeniz gerekiyor. Sağlıklı ve iyi bir ekonomi bütün bu unsurların kendi içinde ve gözetilen hedefler uyarınca ‘birlikte’ yönetilmesini gerektiriyor. Bu faktörlerden birini seçip onu istediğiniz rakama getirmek çok kolay… Buna ‘başarı’ denmesi ancak kendimizi kandırmak olur. ‘Başarı’ bu faktörler arasında öncelikli gördüklerinizi ‘aynı anda’ istenilen seviyeye getirirken, diğerlerinin de istenmeyen düzeylere gelmemesini sağlamak.

Altın vuruş ve Sinderella

Cumhurbaşkanlığı Sistemi uzun vadeli ve kalıcı bir değişim için yapılmıyor. Yani uzun uzadıya düşünmelerine ve çekinmelerine gerek yok. Aksine çok daha değerli olan ‘anlık ve geçici’ bir ihtiyaç nedeniyle hayata geçiriliyor. İhtiyaç ise belli: Bürokrasi, yasama ve yargı engeline takılmayan, hızlı davranabilen ve denetlenemeyen bir yürütme. Şimdi bazı münafıklar ‘niçin böyle bir sistem isteniyor’ diye sorabilirler ama elinizi vicdanınıza koyun… Kim istemez?

Güncellenmesi gereken

İslam’ın gündelik detaya inen öğretisi dindarın yüzeyselliğine mahkum düşebiliyor. Detaycılığın kutsanması eğilimi ile birlikte bazen bunun bağnazlığa kadar gidebildiğini görüyoruz… Müslümanların kendi inançlarına sahip çıkmaları, bu konuları açık yüreklilikle ama derinliğine konuşabilmelerine muhtaç… Dini otorite üzerinden meseleyi halletmek hızlı ve cazip bir çözüm yolu gibi gözükse de, söz konusu konuşmayı engellediği oranda yüzeyselleşmeyi artıracaktır. Bu yüzeyselleşmeye siyasi meşruiyet sağlama çabası ise fırsatçılığı ve bağnazlaşmayı davet eder.

Ekonominin derdi siyaset

Ne var ki dış yükümlülüklerin dış varlıkların iki misli oranda arttığı bir ekonomide döviz kurlarını tutmanız pek kolay değil. Nedeni ise niçin yatırım yapılmıyor sorusu ile aynı… Vatandaş ülkesine güvenini kaybetmiş gözüküyor. Yoksa her alım fırsatında döviz mevduatları daha da büyümezdi. Bu güvensizlik irrasyonel addedilemez, çünkü yurt dışı finansmanın faizinde de Türkiye giderek kendi muadili ülkelerden olumsuz ayrışıyor.

AK Parti’nin kaderi…

Siyasete girdiği andan itibaren Ergenekonculardan Gülencilere çok sayıda aktör AK Parti’ye zarar vermek için uğraşmış ama becerememişti. Görünen o ki şimdi bunu bizzat AK Parti ‘başarıyor’… Aynen laik kesimin bu ülkeyi yönetme fırsatını kötü kullanması gibi, bugün İslami muhafazakarlar da tarihin bahşettiği şansı boşa harcıyor, kendi geleceklerini karartacak şekilde israf ediyorlar.

Bu kadar korkmak iyi değil

Milli davalar’ nedeniyle halkın bunlara tepkisi fazla olmayabilirdi ama seçimde kaybetme korkusunun nasıl bir tepki üreteceğini bilemiyoruz. ‘İttifak Yasası’nın getirdiği, oy pusulasının teke indirgenmesi, sandık kurulu başkanlarının merkezi atama ile yapılması, sandık kurulu mührü taşımayan oy pusulaları ve zarflarının geçerli sayılması, seçmen talebiyle kolluk güçlerinin çağrılması gibi ‘yenilikler’ akla hiç de hoş hatıralar getirmiyor.

Afrin’i azımsamak ve abartmak

Türkiye’nin meseleye etnik açıdan bakmadığını da göstermesi gerekiyor. PYD’nin bile etnik bakışı terk ettiği bir ortamda Kürtleri kucaklamayan herhangi bir düzenin çözüm olma ihtimali yok. Ve bu noktada Sünni Arap dünyasındaki ırkçılığa yakın yaklaşımların aşılması hiç de kolay olmayabilir.

Korumacılık ve küreselleşme

Korumacı ortamların en büyük zararını ise Türkiye gibi dünya sahnesinde daha etkili roller üstlenme ve yüksek gelişmişlik düzeylerine ‘sıçrama’ potansiyeli olan ülkeler çekiyor. Örneğin çalışabilir eğitimli nüfus küresel ortamda büyük bir avantaj iken, korumacı atmosferde yüke dönüşebiliyor. Çünkü korumacılık ülkeleri karşılıklı olarak benzer ‘tedbirlere’ yönelttiği ölçüde, yapısal reformların önünü kesiyor.

Dindarların 28 Şubat’ına doğru mu?

Gelinen noktada, aynen geçmişteki iktidarlara benzer şekilde, AK Parti’ye de kendi cemaatini toplumun yerine koyan, o cemaate hizmet ve hizmet götürerek seçim kazanmayı hedefleyen, seçimi kazanamamayı milli bir felaket olarak algılayan sağlıksız bir anlayış hakim olmuş gözüküyor. Hakem devleti hayata geçiren bir parti, şimdi ‘taraf devlet’ üretmekle kalmıyor, onun üzerinden toplumu parçalara ayırıyor, makbul vatandaşı yeniden tanımlıyor, dışında kalanı gayrı milli, hatta hain ve suçlu ilan edebiliyor.

Şekerin millisi

Acaba Cargill ile Zarrab davası arasında bir ilişkinin varlığı mı bizi bu özelleştirme noktasına getirdi? Kendi kelimeleriyle “Sarraf ve Cargill, İran’a ilki hayali diğeri gerçek ihracat yaparken, İran’ın Halk Bankası’ndaki aynı hesabında tutulan parayı kullanıyor yani paylaşıyorlardı. Yani rakiplerdi… Cargill’in karı kendi hanesine yazılmayacak herhangi bir yolsuzluğu ya da usulsüzlüğü Türkiye’de çözemeyince ABD’ye götürmüş olması gayet mümkün.”

Medyada gönüllü araçsallaşma

Bütün bunlar olurken, öne sürülen tezlerin ve ortaya konan performansın inandırıcı olması, eğer hedeflere ulaşılamıyor ise buna bir ‘günah keçisi’, hatta daha iyisi kadim bir düşman bulunması lazım. İşte dış mihraklar, emperyalistler, faiz lobileri vs bu işlevi yerine getiriyor. Bu kanaatlerin yerleşmesi ise tabi ki söylem sürekliliğine ve misyonerce mücadeleye katkı veren bir medyaya muhtaç…

Faiz niye bu kadar önemli?

Faizlerin yüksekliğinden ‘faiz lobisi’ kazanıyor dense de, aslında bankalar dahil kimse kazanmıyor, çünkü hem piyasa daralıyor, hem risk artıyor, hem de elde tutulan tahvillerin değeri düşüyor… Öte yandan kaybeden de ‘millet’ değil, başkası… Faiz tartışmasının ardındaki yakıcı soru ise galiba şu: İnşaatın durakladığı bir atmosferde düşük büyüme ve istihdamla seçim kazanılabilir mi?

Ceylanpınar’ın faili hâlâ aramızda

Söz konusu provokasyon için en büyük aday ise ‘derin’ Gülen yapılanması. Ne var ki iktidar/devlet suçsuz insanların onların eliyle tutuklanıp cinayetle suçlanmasından ve böylece cinayetin faili meçhul kılınmasından hiç rahatsız gözükmediği gibi, her nedense bugün de Ceylanpınar’ı ‘FETÖ ile mücadele’ kapsamında görmüyor…

Suriye üzerine yeni sorular

Şu an için Türkiye’nin ilerlemesi Rusya’nın işine gelirken, her üçü de Türkiye’nin bu topraklarda kalıcı olmayacağına güveniyor. Çünkü muhtemelen ÖSO’nun kendi başına bölgeyi yönetemeyeceğini, bir barış düzeni kuramayacağını ve Rejim ile muhalefet arasında yeniden savaş başlayacağını öngörüyorlar. Bu durumda Türkiye ÖSO’ya yardım edemeyecek ve Rusya/İran kendi tasavvurlarına uygun bir çözümü elde edecektir…

Nereden çıktı bu Karamollaoğlu?

Karamollaoğlu güçlü bir Meclis’e sahip, yürütmenin gerçek anlamda denetlendiği, yargının hükümetin etkisinde olmadığı bir başkanlık sistemini ve siyasetin araçsallaştırılmadığı bir yönetim anlayışını savunuyor. Türkiye öyle bir noktada ki henüz on yıl önce AK Parti’nin yaklaşımını izah eden bu bakış, bugün Karamollaoğlu’yu ‘özgün’ bir siyasi ses haline getirmiş durumda.