Oral Çalışlar
Gazze gözlemleri: Bütün dünya bize düşman mı?
Türkiye, Rusya faktörünün yeniden devreye girmesiyle bir denge siyaseti kurmaya çalışıyor. Bu yönelim, Batı’nın Türkiye’ye yönelik güvensizliğini körüklüyor. Türkiye geçmişte Batı kampının bir üyesi gibi hareket ediyordu. Bugün o kampın içinde mi dışında mı, bu net değil. Türkiye’nin kurucu önderi Atatürk de, Osmanlı İmparatorluğu da Batı uygarlığını hedef olarak önlerine koymuşlardı.
İsmet Paşa, Ecevit, Kılıçdaroğlu: Bir çizginin değişik halkaları
Ecevit köken ve eğitim itibarıyla Cumhuriyet’in şanslı kesimlerindendi. “Karaoğlan” diye anıldı, etrafında sempati halesi yaratmakta zorlanmadı. Ancak devletin otoriter yapısıyla her hesaplaşma girişimi, ona tehdit olarak geri döndü. Kılıçdaroğlu ise en alt sınıflardan, en yoksul “öteki”lerin arasından kendi özel çabaları ve gayretiyle bir yerlere geldi.
Kılıçdaroğlu siyasete neler kattı, nasıl bir profil çizdi?
Parti içindeki ulusalcı eğilim, Kılıçdaroğlu’nun izlediği geniş cephe stratejisinden memnun değil. Seçimi kazanma umudu nedeniyle seslerini yükseltmemişlerdi. 14-28 Mayıs sonrası tepkilerini artırdılar. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun başkanlık seçimindeki yenilgisinin nedenlerinden biri, parti içindeki ulusalcıların karşıt tutumuydu.
Teknolojiyi yaygınlaştırmak… Biz oraya gelebildik mi?
Teknolojinin ışık hızını geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu yolda hamle yapabilen, atılım cesareti gösterebilen toplumlar güçleniyor. İlk cep telefonlarının yayılmasında rol oynayan Nokia’nın bir Finlandiya kasabası olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Biz o tarihlerde suyu, elektriği kasabalarımıza getirmeye uğraşıyorduk. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Üsküdar’da “Köklü Miras’tan Türkiye Yüzyılı’na” temalı bir gezici eğitim tırının açılışını gerçekleştirdi.
İnanmak, eğlenmeye ve zevk almaya mani midir?
Anadolu’nun dört bir yanında yapılan düğünlerin çoğu kadınla erkeğin epeyce karışabildiği bir ortamda gerçekleşir. Bazı nispeten tutucu yöreler hariç, tüm Anadolu’da kadın-erkek halaya durur, birlikte oynar. Hatta tutucu yörelerde bile kadınlar erkeklerden çok kaçmaz. Bu eğlenme adeti, yüzyılların mirası olan bir gelenek. İslami kültürün bir anda bu geleneği yok sayması, yok etmesi düşünülemez. Onunla zıtlaşması da pek fayda etmez. Örtünme, kapanma gibi olgularla yaşayan çevreler de geleneksel eğlence kültürüne genelde dahil olurlar. Düğünlerde herkes göbek atar. “Allah” diye bağırarak göbek atanlar da vardır.
Kılıçdaroğlu’nun İçişleri Bakanı’na desteği siyasette yeni bir durum mu?
İktidar-muhalefet ilişkisi, oldukça sert bir siyasi ortamda seyrediyor. Ağır suçlamalar birbiri ardına geliyor. Mahkeme kararları, yargıya güvensizlik gibi konular, gündemden düşmüyor. İçişleri Bakanlığı’na İstanbul Valiliği’nden tanıdığımız Ali Yerlikaya’nın gelişiyle birlikte, operasyonlar ülke çapında yaygınlaştı, sürüyor. Kılıçdaroğlu’nun bakana destek çağrısı yapması, iktidar-muhalefet ilişkisi bağlamında özel bir durum.
İsrail’de yürüyen barışçı kadınlar… Gazze’den umuda yürümenin yolunu açıyorlar
İsrail’den gelen bir haber umutlandırdı. Binlerce Yahudi, Müslüman ve Hıristiyan kadın İsrail’de barış içinde birlikte yürümüştü. İsrailli şarkıcı Yael Deckelbaum “Annelerin Duası” şarkısını söyleyerek müziğin değişim için neler yapabileceğini göstermişti. Dünyanın dört bir yanında barış isteyenler benzer yeni bir dalga yaratabilir.
Almanya çok kötü bir sınav veriyor
İsrail saldırganlığına karşı Almanlar beklentilerin aksine çok kötü bir sınav veriyor. Bir yanda sokaklarda Filistinlilerle dayanışma içinde olan insanlar da var. Ama siyasetçiler hem sağcısı hem solcusuyla insanlığı utandırıyor, dünyayı utandırıyorlar. Gazze’deki bir anıtın önünde 30 yıl sonra diz çökmek ihtimali acaba bir kader mi?
Rauf Tamer… Bab-ı Ali ıssızlaşıyor
Rauf Tamer’i bizler 12 Eylül 1980 öncesi günlerde Tercüman yazarı olarak tanıdık. Ben o dönemde bir solcu gazetenin genel yayın yönetmeniydim. Rauf Tamer, Bab-ı Ali’de fıkra yazarı diye anılan kalemlerdendi. Kısa ve vurucu cümlelerle ve bir solukta okunan yazılarıyla tanınırdı. Kendisi, 1959’da başladığı gazeteciliği son güne kadar sürdürmüştü. Rauf Tamer, sert polemikler yapan ateşli bir üslupla yazardı. Sağ kesimin önemli sözcülerinden birisi olarak kabul edilirdi. Kemal Ilıcak’ın yönetiminde Tercüman gazetesi sağın militan ve çok satan gazetesiydi.
Filistin, yalnızca Müslümanların meselesi değil…
Mescid-i Aksa’da namaz kılabilmek için, dünyanın dört bir yanından Müslümanlar Kudüs’e geliyor. Hannan Aşravi Bu dava, bu üç dinin de ötesinde dünyanın barış ve iyilik isteyen insanlarının ortak davasıdır. Hatırlatırım, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün önde gelen yöneticilerinden Hannan Aşravi Hıristiyan’dı. Aşravi uluslararası platformlarda Filistin’in en önemli temsilcisiydi. Filistin davası hangi inançtan, hangi mezhepten, hangi milletten olursa olsun bir hak hukuk davasıdır. Bu yalnızca Müslümanların davasıdır diye olaya yaklaşmak Filistinlilere haksızlıktır.
Tarsus Bienali, Ekrem Kahraman, Haşmet Zeybek…
Tarsus başlıklı bir vakıf iken Çukurova’ya döndürüldü. Müze hedefi de genişledi. Adana, Mersin, Hatay, Kahramanmaraş, Afşin, Osmaniye ve Tarsus’u kapsayan bir bölge müzesi. Merkezi Tarsus olacak. Ekrem hedefini şöyle anlattı: “Bütün gelişmeler dünyanın yeni bir döneme girdiğini, bütün bu eski mekanların tarihi şehirlerin giderek sanatla iç içe geçmeye başladığını gösteriyor.
El Fetih’ten Hamas’a… Filistin’de şiddet adım adım nasıl tırmandı?
Başlangıçta Filistinli direniş örgütleri milliyetçi, seküler, sol eğilimliydi. Filistin Kurtuluş Örgütü içinde, El Fetih, sağda kalıyordu. Filistinliler, İsrail baskıları karşısında seslerini duyuramadı. Giriştikleri eylemler kanla bastırıldı. Kaybettikleri topraklarına dönemediler. Oralara İsrail yeni yerleşim yerleri oluşturarak işgali kalıcılaştırdı. Bu kara tablonun, Filistinliler üzerinde oluşturduğu ağır maddi ve psikolojik baskı onların bir kesimini şiddet örgütlerine yöneltti. Geçmişte itibar edilmeyen ve gerici diye dışlanan küçük grupçuklar büyüdü. Solcuların, seküler toplulukların bir kesimi, İslamcılığa yöneldi. Geçmişte enternasyonal bir sol desteğine sahip olan Filistin’e destek daha çok İslam dünyasından gelmeye başladı.
14 yıl önce Hamas, İsrail ve terör için yazdıklarım: Söylenmedik ne kaldı?
İsrail gibi zengin, silahlı örgütlenme bakımından gelişmiş bir ülke, yoksul Filistinliler karşısında çaresiz durumda. Gazze’ye atılan bombaların da İsrail’e ‘intihar bombacılar’ı olarak geri döneceğini kim yadsıyabilir? İsrail devleti, yüzlerce Filistinliyi bombalarla öldürüp, aç susuz bırakıp çıldırtırken, bundan başarılı siyasi sonuçlar elde edebilir mi? Filistin sorunu, İsrail’in dünyaya anlatmak istediği gibi yalnızca bir ‘terör sorunu’ değildir. Filistin sorunu, bir milli sorundur. Ortadoğu’nun kadim halklarından Filistinliler, yıllardır Ortadoğu’da yersiz yurtsuz oradan oraya sürülüyor…
AK Parti’den ayrılarak kurulan partilerin geleceği
Bu partilerin merkez kadroları güçlerini siyaset sahnesinde denemek istiyor. Ancak, dediklerini yaparlarsa muhalefetin seçimleri kaybetmesine neden olmak gibi bir suçlamayla yüz yüze gelebilirler. Siyasi zeminleri yerinden oynayabilir. Sonuç olarak, seçmen gerçekçidir. Kazanamayacak adaylara sırf “seni seviyorum” diyecek bir yeni seçmen kitlesinin oluşabileceğini tahmin etmiyorum. O zaman bu partiler, bu çok taraflı açmazı kırabilecekler mi? Toplum için yeniden umut olabilecek bir bağımsız dinamik ortaya koyabilirler mi? Zor bir dönem.
CHP İstanbul İl Kongresi’nden izlenimler
İstanbul Kongresi Ekrem İmamoğlu’nun hakimiyetinde geçti. Sezgin Tanrıkulu’nun sitemlerle dolu konuşması kongreye damgasını vurdu. Canan Kaftancıoğlu’nun kadın siyasetçilere “Çıkın konuşun, siyaseti erkeklere terk etmeyin” çağrısı anlamlıydı. Medyaya kavgalı bir ortam havası yansıdı. Benim gözlediğim gayet sakin bir hava vardı. Gerilim yoktu. Tartışmalar gayet yumuşak bir iklim içinde cereyan ediyordu.
10 yıl önce 10 yıl sonra: AK Parti
Eğer bir ülkede, milletin iradesi gasp ediliyorsa, çeteler, karanlık odaklar cirit atıyorsa, vesayetçi odaklar kendini hakim olarak görüyorsa, orada ne huzur ne refah ne hak ne özgürlük olur." 10 yıl önce işte böyle bir rüzgar esiyordu. Bu rüzgar Kürt sorununun çözümü yolunda en radikal adımların hazırlayıcısı oldu. Türkiye bazı en tartışılmaz, en tabu konularda, neredeyse her şeyi konuşuyor, tartışıyordu. O günlerde devlet yöneticilerinin söylediklerini bugün bir yurttaş söylemeye kalksa, başına ne geleceğini kimse kestiremez. 15 Temmuz darbe girişimi maalesef siyasetin de toplumun da iktidarın da kimyasını alt üst etti. Normalleşmenin yerini kutuplaşma aldı. İktidar muhalefet ilişkisi yerinden oynadı.
Türkiye’nin çağdaş uygarlık hedefi
AK Parti iktidarı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile getirdiği gibi çok önemli yeniliklere doğru adımlar attı. Ancak şimdi zaman zaman çıkan krizlerden biri daha karşımızda. Türkiye yönünü başından beri Batı’ya çeviren yani çağdaş uygarlığı önüne hedef olarak koyan bir ülke. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapının en önemli parçasıdır. Askeri vesayet dönemlerinde başı derde girenlerin, hak arayanların en önemli başvuru makamı oldu. Türkiye, bu krizi de evrensel hukuka sarılarak aşacaktır.
Adalara yeni kaymakam geldi
Adalar’da daha önce olmayan veya kısıtlı kullanılan su, elektrik, doğal gaz deniz altından geçirilerek getirildi, hizmete konuldu. Rahmetli Kadir Topbaş’ın katkılarını hatırlatmak isterim. Çözüm bekleyen konular: Çöp, akülü araçlar, çarşının uygar ve temiz bir görünüm kazanması, sahillerin yurttaşların kullanımına açılması… Tabii bisikletler ne olacak? Kontrolsüzlük zaman zaman ciddi kazalara neden oluyor. Şimdiye kadar onca görüşme yapılmasına rağmen yine belediye ile hükümet arasında uzlaşma sağlanamadığı için olan bize oldu. Hızla artan turist ilgisini de dikkate alan bir gelecek planlaması şart. Yeni kaymakamımıza “hoş geldin” derken, taze taze sorunlarımızı önüne koyuyoruz. Kendisine “kolay gelsin” diyor, başarılar diyoruz.
Avrupa ile habire yol ayrımına gidip geliyoruz
Türkiye Cumhuriyeti, altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğunu ve kendi kanunlarının üstünde bir yere sahip olduğunu belirtiyor. Yine de “içişlerimize karışamazlar” tepkisinin beklendiği gibi devam edecek olduğu anlaşılıyor. AİHM kararları olsun, Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı, sert itirazlar, “önyargılı davranıyorlar” çıkışları görebiliyoruz. Ancak Türkiye’deki hukuk sistemi, bu kararı uygulamakla yükümlü. Siyaseten bu kararın ve bu gibi kararların uygulanmasına yol verilerek, Avrupa ile ilişkilere, yeni bir yön çizilebilir.
74 yıl önce Faik Öztrak, Menderes’i neden eleştirdi?
Adnan Menderes, iktidarı öncesi dönemde Meclis’teki tartışmalarda tek parti, tek adam rejimine yönelik “eleştirici” bir kimlikle öne çıkıyordu. Çok tanıdık bir isim olan Faik Öztrak (tabii ki dede Faik Öztrak) CHP grubu adına yaptığı konuşmada Menderes’i şöyle cevaplamıştı: "Tek parti zihniyetinin en koyu ve güçlü uygulandığı dönemde bu arkadaşımız bazen parti müfettişi, bazen Grup Yönetim Kurulu Üyesi, bazen komisyon sözcüsü idi ve parti içinde daima tek parti zihniyetini savundu."
Yüzyıl dolarken geldiğimiz nokta parlak mı sizce…
Geçen yüzyıl içinde hiçbir ilerleme kaydetmediğimiz de söylenemez. Artık, “Müslüman” da “laik” de gördü ki her iki gerçeklik de ülkenin gerçekliği. Seçimler de genelde yaklaşık “yarı yarıya” sonuçlar veriyor. O zaman artık sadede gelelim: Birinci yüzyılını tamamladığımız cumhuriyet, ortak mirasımız. Ortaklaşa var edilmiş bir yönetim biçimi. Peki geleceği nasıl biçimlendireceğiz? Bu ortaklığı nasıl içselleştireceğiz?
Yarı-Başkanlıkta uzlaşılabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni bir anayasa yapmak istediklerini bunu da uzlaşarak yapmayı tercih edeceklerini ifade etti. Şimdilik taraflar sessiz. Ancak Ankara’da bir çıkış yolu bulabilir miyiz diye nabız yoklayanların olduğunu duyuyorum. Ankara sohbetlerimden çıkardığım derslerle şöyle bir yorum yaptım: Bizim yönetme geleneklerimiz Selçuklu İmparatorluğu’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar yarı başkanlık sayılacak bir sisteme daha çok benziyor. Bir tarafta üstün yönetim iradesini temsil eden padişah, öte tarafta başkanlığını daha çok devşirme kökenli sadrazamların oluşturduğu bakanlar kurulu. Bu iki güç arasında oluşan kuvvetler paylaşımı bir nevi kuvvetler ayrımı anlamına da yorumlanabilirdi. Yeni anayasa çabası içine girişilecekse-bence girişilmelidir- önce ‘Neden yeni bir anayasa?’ sorusuna cevap bulunmalıdır. Yarı başkanlık meselesinin üzerinde biraz düşünelim.
Necip Fazıl ve Sezai Karakoç hangi zinciri kırdı?
Muhafazakâr dünya neden bir Yaşar Kemal çıkaramadı? Bir Orhan Pamukları, bir Nazım Hikmetleri neden yoktur? Bir Ahmet Kaya neden oradan kafa kaldırmaz? Raif Cilasun da ilginç ve kendine özgü bir muhafazakâr romancıdır ama uluslararası olamamıştır. Bu tartışma içinde Necip Fazıl ve Sezai Karakoç öne çıkıyor. Onları diğer muhafazakâr sanatçılardan farklı yapan ne?
Ne Ecevit kaldı ne de Türkeş… Ama 12 Eylül yaşıyor
12 Eylül artık kurumlaştı. Her ne kadar askerin siyaset üzerindeki ağırlığı kalkmış olsa da otoriter siyaset kendini çok net şekilde hissettiriyor. 1981 Anayasası'nın ruhu yaşıyor. Siyasetçi-halk ilişkisi, kurumların giderek merkezi otoriteye daha fazla bağlanması... Darbenin canlı bir organizma olarak aramızda dolaştığını hissediyorum.
12 Eylül’ü Amerikalılar mı yaptı?
12 Eylül iddia edildiği gibi Amerikalıların hazırladığı bir darbe miydi? Bir yönüyle evet diyebilirim. Batı dünyasına bir tehdit olarak kabul edilen Komünist Sovyetler rejiminin hemen yanı başında bir sol parti iktidarı tehlikeli olabilirdi.Bülent Ecevit’in NATO ve Ortak Pazar (AB) konusundaki yaklaşımları Batı dünyasında endişeye sebep oluyordu.
Akşener neden böyle davranıyor?
Akşener, neden böyle davranıyor sorusu kafalarda. Bir ihtimal CHP ile işbirliği seçmen kitlesini eritiyor. Önüne konan anketler belki de öyle gösteriyor. Ancak muhalefeti parçalamanın İYİ Parti seçmeni dahil muhalif seçmende bir karşılığının olduğunu sanmıyorum. Başarı ihtimali olmayan bir çıkmaz sokak.
Angela Berzeg: 81 gündür Korhan’dan haber yok…
“Korhan’ı çok özlüyorum. Onu bulmak istiyorum. Onu birileri kaybettiyse bizden ne istiyorlar? Tina’nın kendiliğinden geldiğini düşünmüyorum, bir şekilde köye getirildiğini sanıyorum. Tina evimize ve arkadaşlarımızın evine geldi, sabahın erken saatlerinde bulundu.”
İki günlük, Ankara turunun özeti: Gazetecilerin dertleri ve yeşil pasaport
İki günde dört görüşme yaptım. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala. Üç görüşmeyi Ankaralı meslektaşlarımla yaptım. Hande Fırat, Zafer Şahin, Mehmet Acet, Melik Yiğitel ve Sinan Burhan. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir gün önceki görüşmemi yazmıştım. Ankara’da “yeşil pasaport” önerimizi makul bulan bir havayla karşılaştık. Parti gruplarının da gereken ilgiyi göstereceğini düşünüyoruz.
Kılıçdaroğlu: “Kitle önünde bir değerlendirme yapmalıydık”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile partinin geleceği, 14-28 Mayıs seçimleri üzerine konuştuk. İzlenimim: Kılıçdaroğlu, CHP genel başkanlığını sürdürmeye kararlı görünüyor. Kişi adı vererek kimseyi suçlamıyor. Sakin bir şekilde kongreleri izliyor. “Kamuoyu önünde bir özeleştiri yapsanız daha iyi olmaz mıydı?” soruma şöyle cevap verdi: “Seçimden birkaç gün sonra kamuoyu önüne ekibimle birlikte çıkıp hesap vermeyi, bir özeleştiri yapmayı gerçekleştirebilirdik. Aslında parti kademelerinde bunu yaptık. Ama açıktan herkesi bilgilendirici bir değerlendirme yapmamış olmamız bir eksiklik.”
Heyecanlı bir Ankara turu
Türkiye’de basın kartlı gazeteci sayısı, son verilere göre, 17 bin 618. Bu gazetecilerin bir kısmını devlet memurları oluşturuyor ve onların da çoğunun zaten yeşil pasaportu var. O yüzden de tüm basın kartlı gazetecilere yeşil pasaport verilmesi durumunda, yeşil pasaport sayısında herhalde en fazla 10 bin civarında artış söz konusu oluyor. Ancak şu anki yaklaşım sadece 10 yıl kıdemli basın kartlı olanlara yeşil pasaport verilmesi yönünde olduğu için bu şekilde yeşil pasaport edinecek gazetecilerin sayısı 10 binden de daha düşük bir rakama iniyor.