Vahap Coşkun

İmamoğlu’nun demokratik cesareti!

İmamoğlu, ancak toplumsal kabul oranını artırdığı ölçüde, partisinin mensuplarının tercihini kendi yönüne çevirebilir. Halkta ne kadar destek görür ve siyasetini ne kadar halka mal ederse, tabanı da o kadar kendi yanına çekebilir. Ama İmamoğlu’nun bu vaziyetin gereğini yerine getiren bir siyaset izlediği söylenemez. En azından bugüne kadar!

Demirel’in Ecevit ve Çiller’le Türkiyelilik kavgası

Tanıl Bora’nın “Demirel” adlı son kitabını okurken, Demirel’in 1970’lerde Ecevit’le ve 1990’larda da Çiller ile tutuştuğu Türkiyelik kavgalarına rastladım. Demirel’in sözcüsü olduğu devlet aklı, resmi millet ve milliyetçilik anlayışındaki etnik özü esnetmeyi amaçlayan her arayışa şüpheyle bakar ve karşısında durur. “Türk”ü zayıflatacağını düşündüğü her kavram gibi “Türkiyelilik” kavramına karşı da teyakkuzu elden bırakmaz. Oysa sorun tam da bu özün kendisindedir. Dolayısıyla sorun yaratan bu öz değişmedikçe, bu arayışların önü alınamaz; isimler değişir ama tartışma baki kalır.

Arkadaşlıktaki saadete dair

Bir müşkülat çıktığında arkadaşlarımızı yardıma çağırabiliriz, bir hüzne düştüğümüzde arkadaşlarımıza sığınabiliriz. Salt mutluluklarımızı değil mutsuzluklarımızı da arkadaşlarımızla paylaşırız. Bir felakete duçar olduğumuzda, başımız dara düştüğünde arkadaşlarımıza müracaat ederiz. Bittabi bunların hepsi kıymetlidir, ancak bunlardan öte bir arkadaş, sırf varlığı ile mutluluk sebebidir.

Asıl ihtiyaç: Türklerin Türkiyelileşmesi

Türk Dil Kurumu, Türkiyeli kelimesini sözlüğe ekledi ve bu da küçük bir depreme sebebiyet verdi. Türkiyeli kelimesi için TDK, “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” tanımını yaptı. Nihayetinde TDK, Türkiyeli’yi sözlükten çıkardı. Peki, ne oldu? Türkiyeli kelimesi berhava mı oldu? Anlamını mı kaybetti? Sözlükten çıkarıldı diye hükmünü mü yitirdi? Hayır, öyle olmadı. Kelime hayatiyetini koruyor, mühim tartışmalarda başköşede oturmaya devam ediyor. Ama bu olan bitenden çıkarabileceğimiz bir sonuç var: Hep Kürtlerin Türkiyelileşmesinden söz ediliyordu ya, bu tartışma bir kez daha ortaya koydu ki galiba asıl ihtiyaç, Türklerin Türkiyelileşmesi!

İçerikten yoksun bir değişim

CHP’de içerikten yoksun bir değişim tartışması yapılıyor. “Değişim” kavramının cazibesinden ötürü herkes, hatta fiili olarak değişime karşı duranlar bile, değişimden yana olduğunu belirtiyor ama bu değişimin yöntemi ve muhtevası hakkında kallavi tek bir laf etmiyor.

Devrimci, şair ve seyyah

Üslup sahibi bir yazardı Roni. Onunla taban tabana zıt fikirleri savunsanız da, o kendisini okutmasını bilirdi. Samimiyeti yazılarına nüfuz ederdi; onu okurken o satırların çalakalem, iş olsun diye değil, hissederek ve emek sarf edilerek yazıldığını anlardınız. Bağlardı bu da sizi o yazıya, sonuna kadar giderdiniz. İnatçıydı; fikirlerinden taviz vermezdi, gerekirse mahallesini karşısına almaktan çekinmezdi.

Kaderci kurbağa

Bütün yaşamı boyunca bir “kaderci kurbağa” olmama mücadelesi verir Benedict Anderson. Kaderci kurbağa, hayatı boyunca yarım bir Hindistan cevizi kabuğu altında yaşar. Bütün gördükleri, bütün düşüncesi, kabuğun altındaki hayatıyla sınırlıdır. Anderson ise kaderci kurbağanın tersine, kabuğunun altında büzülmez, kabuğunu kırar ve hiçbir yerde yerleşecek kadar uzun süre kalmaz. İlgi alanlarını sürekli genişletir, yeniler.

CHP’de üç ihtimal

CHP’nin ilerlemesi ise, ancak toplumla kucaklaşma çizgisini derinleştirmekle olabilir. Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi, uzak durduğu kesimlerle yakınlaştırma çabası, bu çerçevede son derece büyük bir önem taşır. Ama görünen o ki, bu yeterli olmadı. CHP’nin tarihsel bagajı, bu konuda daha incelikli, daha derinlikli ve daha yoğun bir çabayı gerekli kılıyor.

“İnsansak insanlığımızın gereğini yapacağız”

Bu yazıyı yazarken İzzet Akyol ile konuştum. O, bana Hollanda’da mülteciler için koalisyonu yıkan D66 lider Kaag’ın yanı sıra mülteciler konusunda takdire şayan bir siyaset izleyen bir başka partiden, Christian Union’dan (CU – Hıristiyan Birliği) bahsetti. İktidarın en küçük ortağı olan bu partinin lideri de bir kadın; Mirjam Bikker. Ülke genelinde oyu % 3-4’lere tekabül eden CU’nun seçmenlerini dindar Protestanlar oluşturuyor. Bırakın yabancıları ve Müslümanları, Katolik ve seküler Hollandalılara dahi hitap etmeyen bu Protestan partisi, mültecilerden oy alan D66 ile birlikte sonuna kadar mülteci haklarını müdafaa ediyor. CU seçmenleri kapalı devre bir hayat yaşayan, “haram dolu” olduğu gerekçesiyle büyük şehirlerden uzak duran insanlar, mültecilerin haklar…

Esas sınav

Mevcut şartlar altında HÜDA PAR, HDP’nin yerine ikame edilemez. HDP’nin bu noktada bir telaşa düşmesine hacet yok! Ama HDP’nin gerçekten endişelenmesi ve üzerinde uzun boylu düşünmesi gereken bir mesele var. O da, HDP’nin dindar-muhafazakâr Kürt seçmenlerle kurduğu ilişkinin zayıflığı ve bu seçmende HDP algısının olumsuzluğudur.

Slogandan ötesi

Mutlak iktidar aleyhtarlığı, HDP’ye birçok maliyet üretti. Evvela HDP’nin siyaset alanını daralttı. İktidar baskısı, HDP’nin sağlıklı bir muhasebe yapmasını engelledi. HDP’nin de bütün enerjisini iktidar karşıtlığına harcaması, HDP’nin seçmenine yeni bir söz söylemesini imkânsız kıldı. 2015’ten beri HDP’nin bütün siyasetini birkaç sloganın içine sığdırmak mümkün: “Seni başkan yaptırmayacağız”, “Faşizme geçit vermeyeceğiz”, “Tek adam rejimini/Diktatörlüğü yıkacağız.”

Yolculuklar üzerine

Tekniğin hızla ilerlediği bir çağda hayatın her geçen gün daha da mekanikleştiğinin ve her yanımızı saran modernleşmenin yaşamımızı kolaylaştırmakla birlikte bizi belli kalıplara zorladığının farkındadır Zweig. Ancak mevzu seyahat olunca, şahsiliğimizi muhafaza adına daha direngen olmamızı öğütler.

DEVA’dan mektup

Gelecek Partisi ile DEVA Partisi arasındaki birleşme/birleşememe konusuna dair değerlendirmemi içeren “DEVA bulmaz bir kibir” başlıklı yazım, beklediğimden daha fazla bir alaka ile karşılandı. DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen’in yazıma dair tenkitlerini içeren bir mektubunu sizinle paylaşmak isterim. Yazıda ileri sürdüğüm tezin yanlış olduğunu ve birtakım eksik bilgilerden kaynaklandığını iler süren Ekmen; birleşme/birleşememe sürecinin bütün aşamalarında partiler arasındaki görüşmeler, masaya getirilen teklifler ve partisinin tutumu hakkında ilk defa bu kadar açık konuşuyor ve bu kadar ayrıntılı bilgi veriyor.

“DEVA” bulmaz bir kibir

Gelecek Partisi (GP) ve DEVA Partisi, şimdiye kadar üç duraktan geçtiler. İlk iki durakta DEVA, ya binmesi gereken treni kaçırdı ya da yanlış trene bindi. Zannımca bu son durakta da aynı hatayı yapmak üzere; eğer sürekli tren kaçırır veya yanlış trene bilet keserseniz, menzile ancak rüyanızda varabilirsiniz.

Bir sonraki mukadder yenilgi

Kendi içiyle meşgul olmaktan dışarıya dönemeyen CHP, topluma zaman ayıramıyor, toplumun taleplerine kulak kesilemiyor, bunlara politikalar da üretmiyor ve tabiatıyla seçimleri de kaybediyor. Hal ve gidişatta bir değişiklik olmazsa, ki çok zor, Türkiye 2024’te CHP’nin bir sonraki mukadder yenilgisine tanık olacak.

Bağrına taş basma devrinin sonu

2019’da HDP, Demirtaş’ın ifadesiyle, “bağrına taş basarak” CHP’ye oy verdi. Görünen o ki, HDP için bağrına taş basma devri sona erecek, bundan sonra HDP’nin muhalefete bağlılığında bir azalma olacak ve yeni rota 2019 çizgisini esas alınarak çizilecek.

Kürdistan’la barışmak

Osmanlı’nın Kürdistan’ın ismiyle bir derdi olmaz, Kürdistan’a Kürdistan der. Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde de Kürdistan ismi sakıncalı görülmez. Nitekim Mustafa Kemal resmi beyanlarında da, şahsi mektuplarında da Kürdistan’ı kullanmaktan imtina etmez. Tarihi, coğrafi ve siyasi bir gerçeklik; faşizan bir gayretle ortadan kaldırılamaz. Kürdistan da öyle bir gerçeklik; ne göz kapatmakla karartılabilir ne de ceza vermekle insanların hafızalarından kazınabilir.

Değişimin önünü açarak tarihe geçmek

Kılıçdaroğlu’nun partiyi soktuğu rota, CHP’yi halka yakınlaştırdı. Elbette oy düzeyinde umulan sıçramayı gerçekleştiremedi CHP ama tarihsel yükünün en azından bir kısmından kurtuldu: Az buz bir iş değil bu; o nedenle bunun göz ardı edilmemesi ve bu siyasetin mimarı olduğu için Kılıçdaroğlu’na hakkının verilmesi gerekir. Ancak kaybetti. Tabiatıyla bu netice, onu da siyasetini de sorgulanır kıldı. Seçmende büyük çaplı bir değişiklik talebi var. Kılıçdaroğlu bu talebi kabullenmeli ve değişimi kolaylaştıran bir aktör olarak rol üstlenmeli. Gerek kendisi gerek partisi için doğru olan bu!

Hakikaten, siz neden ayrısınız?

Ayrı partileşme, iki aktörün, hayati derecede önem arz eden hatalarının ilkiydi. Çünkü kamuoyu, Davutoğlu ile Babacan arasında, her birinin ayrı bir parti kurmasını gerektirecek kadar esaslı bir fark görmüyordu. Dolayısıyla güçlerini birleştirdikleri takdirde onlara kredi açabilecek bir zemin vardı; yeni partinin güçlü ve iddia sahibi olması kuvvetle muhtemeldi.

Milliyetçilik üzerine notlar

Orwell, milliyetçiliği bir tek ideoloji ile sınırlandırmaz; her etnisitenin, her dinin, her mezhebinin, her ideolojinin milliyetçi müntesiplerinin olabileceğini bize gösterir. Eğer Orwell’ın bu milliyetçi aynasını çevremize tutarsak, kimliklerinden azade, sağımızda solumuzda ne kadar çok milliyetçinin olduğunu fark edebiliriz. Ve hatta kim bilir, o aynada belki kendimizi de görebiliriz!

Aklileşmeye dönüş

Erdoğan, genel olarak, makul isimlerden oluşan bir “kabine” kurdu. Popülist, içeride ve dışarıda birçok soruna sebebiyet veren, liyakatsiz ama aşırı partizan, devlet yönetme adabına aykırı davranan tartışmalı isimleri kenara koydu. Bürokrasiyi tanıyan, liyakatli, teknokrat ve devlet ciddiyeti taşıyan isimleri sahaya çekti. Kabine, bu haliyle, üç kritik konuda akli hamleler yapılacağının bir işareti olarak okunabilir.

Güçlü dönmek için verilen bir ara

Demirtaş, HDP’den kopmaz, aktif bir tavır takınmasa da HDP’nin içinde kalır; ne başka bir yere gider ne de yeni bir yer inşa etmeye kalkar. Popüler bir kişilik Demirtaş; seçmende bir karşılığı var, dolayısıyla onun bugün siyasetten çekilmesini, yarın şartlar değiştiğinde HDP’ye daha güçlü bir şekilde dönmek için verilen bir ara olarak yorumlamak daha doğru olur.

Fokurdayan kazan

Başarısızlığı tek bir tarafa mal etmek hakşinas sayılmaz, Demirtaş’ın da sorumluluğu var. Zannımca bu sorumluluk, bundan böyle daha çok gündeme gelecektir. Evvelden kapalı kapılar ardından kalan kimi eleştiriler, gün yüzüne çıkacaktır. Demirtaş kılıçları çekti; eşyanın tabiatı gereği bu da onun hem genel tercihlerinin ve hem de seçim sürecinde izlediği siyasetin daha çok sorgulanmasına neden olacaktır.HDP’de kaynayan kazan birçok gelişmeye gebe!

Limana yaklaşan gemi

Şimdi muhalefetin önünde duran soru şu: İktidara gelmesini sağlayacak kadar bir güveni nasıl elde edecek? Değişim talebini iktidara nasıl taşıyacak? Bunun için eski yola mı dönecek yoksa yeni yolda devam mı edecek? Eski yolun yol olmadığına şüphe yok; onunla muhalefetinin yanına yöresine yaklaşılmayacağı açık. Çare, yeni yolda ısrar etmekte; onu geliştirmekte, daha doğru dürüst hazırlık yapmakta, eksiğini gediğini tamamlamakta yatıyor.

Çalan çanlar

Yüzde 13-14 umulan bir seçimde HDP yüzde 10’un altına düştü; bu, partinin küçülme trendine girdiğini gösteren güçlü bir uyarıcı. HDP yönetiminin bu sonuç üzerinde ciddiyetle düşünmesi ve vaziyetinin ayrıntılı bir muhasebesini yapması gerek. Önü alınmazsa, bu küçülme trendi hızlanabilir. Velhasıl, duyan kulaklar için tehlike çanları çalıyor!

Kürtlerin bulguru

Özdağ için bu mutabakatın büyük bir başarı olduğuna kuşku yok; % 2’lik bir oyla bütün koşullarını % 45 almış bir adaya dayatmak, az buz bir iş değil. Lakin Kılıçdaroğlu için bir başarı hikâyesi çıkmaz bu mutabakattan. İlk turda da Kürt illerinde seçime katılım, Türkiye ortalamasının altında kalmıştı. Özdağ ile verilen resmin ve imzalanan mutabakatın ardından, Kürt seçmenlerin sandıkla mesafesi daha da açılabilir. Elbette bu da Kılıçdaroğlu’nun aleyhine yazar. Hülasa Kılıçdaroğlu, büyük bir iştahla milliyetçilerin pirincine giderken Kürtlerin bulgurundan olabilir.

İyileşmenin ilk şartı

20 yıldır kaybedilen her seçimden sonra etrafı kaplayan söylemler, muhalefetin bir bölümünün gerçeği görmesini, yenilgiyi kabullenmesini engelliyor. Seçmenin neden kendilerini tercih etmediğini anlamalarını imkânsız kılıyor. Başarısızlıkla yüzleşmekten imtina ediliyor ve teselli, komplo teorilerinde bulunuyor.

14 Mayıs 2023: Cumhur İttifakı

14 Mayıs’ın arifesinde, biraz da 1950’nin 14 Mayıs’ından hevesle, değişimi arzulayan bir dip dalgadan bahsediliyordu. Lakin bu, milliyetçi bir dip dalga çıktı. Cumhur İttifakının beka ve güvenliği öne çıkaran, muhalefeti terör örgütleriyle özdeşleştiren, dini ve milli değerlerin tehdit altında olduğunu söyleyen, HDP destekli bir yapının ülke için tehlike teşkil ettiğini belirten söylemi seçmende ciddi karşılık buldu. Kendi adıma, iktidarın 2018 ve 2019 seçimlerinde abartarak kullandığı bu dilin istiap haddinin dolduğu kanaatindeydim. Lakin MHP’nin, İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin ve Sinan Oğan’ın aldıkları oy oranları, bu dilin, bütün tüketilmişliğine karşın, daha seçim kazandıracak kadar bir kudrete sahip olduğunu açığa çıkardı.

Muhalefet için seçim: 14 Mayıs mı yoksa 3 Kasım mı?

İlk 14 Mayıs’ın üzerinden yaklaşık üç çeyrek asır geçti. Pazar günü sandığa yansıyacak olan irade, 73 yıl önceki gibi bir değişime kapıyı aralayabilir. Türkiye, hâlihazırda normalini kaybetmiş bir ülke; muhalefetin seçimi kazanması halinde; ekonomide, hukukta ve devlet yönetimde normalleşmeye dönüş yolunda hızlı adımlar atılabilir. Ekonomi yönetimi daha akılcı bir temele oturabilir, iktidarı kullanmadaki keyfilik azabilir, bürokrasi daha liyakatli ellere teslim edilebilir vs.

İnce’nin çekilmesi

İnce treni kaçırdı ve yanlış kararlarla -bir nevi- kendi ipini kendisi çekti. 14 Mayıs akşamı, kimin kazandığını ve kimin kaybettiğini öğreneceğiz; ama İnce için artık merak etmeyi gerektirecek bir husus yok; onu şimdiden kaybedenler hanesine yazabiliriz.