spot_img

Vahap Coşkun

Marx’ı bırak, siyasete bak!

Yeğeni Ömer Öcalan ile yaptığı son görüşmede Öcalan, “Marx yazmak istedi ama yazamadı, bu konuda ciddi bir yoğunlaşmam var. Sanırım Marx’ın yazmak istediği son kitabı ben yazacağım” demiş. Oysa birileri ona, onun bir filozof ya da siyaset felsefecisi olmadığı söylemeli. Gerçek hayatta siyasetin kitaplarda yazılanlardan çok daha başka aktığını, 150 yıl önce bir başkasının yarım bıraktığını tamamlamanın bugün kanayan herhangi bir yaraya merhem olmayacağını hatırlatmalı.

Geri dönen kâbus

Milli irade türküsünü ağzından düşürmeyen AK Parti, artık kayyımlarla milli iradeyi gasp ediyor. Geçmişin müesses nizamıyla tutuştuğu kavgadan sağ çıkmasını halka borçlu olan bu parti, artık kayyımlarla halkın iradesini yok sayıyor. Dün bütün vatandaşların eşitliğini müdafaa ederek yol alan bu parti, artık kayyımlarla vatandaşların bir kısmını seçme-seçilme hakkından mahrum ediyor.

Vakit tamamdır

AK Parti’ye ve MHP’ye yakın bazı kalemler, 1 Ekim’den itibaren Erdoğan ve Bahçeli arasında bir uyum ya da uzlaşmanın bulunmadığını, tarafların birbirinden haberinin olmadığını öne sürüyorlardı. Lakin geçen hafta içinde Erdoğan ve Bahçeli ile onların kurmaylarından gelen açıklamalar, bu tezi boşa çıkardı.

CHP ve süreç

2013-2015 yılları arasındaki çözüm sürecinde CHP’nin mütereddit bir hali vardı. Toplumun sürece kredi vermesi karşısında, süreci engelleyen olmak istemedi, ancak süreci ilerletecek ya da hızlandıracak bir faaliyetin içine de girmedi. Fakat yeni süreçte çok daha aktif ve müspet bir role soyundu.

Elindeki kartı doğru zamanda açmak

Siyasette en önemli maharetlerden biri, elindeki kartı doğru zamanda açmayı bilmektir. Zira ne kadar değerli olursa olsun, elinizdeki kartı doğru zamanda masaya sürmezseniz, oyunu kaybetmeye mahkûm olursunuz.

Kayyım pilavı çok su kaldırır

İktidarın DEM Partili belediyelere el atmasını kimileri, zaten bir çözüm sürecinin olmadığının ve 1 Ekim’den beri olan bitenin bir tiyatro olduğunun açığa çıkması olarak yorumladılar. Aksi kanıdayım. Kayyımlar, bir sürecin olmadığından ziyade, süreçte işlerin iktidarın istediği gibi gitmediğinin bir göstergesi. Devlet, muhtemelen muhatapları ile bir mutabakata varamadı, onun için de dişini gösterdi. Çözüm süreçlerinin değişmez yazgısıdır; eğer süreçlerde başarı elde edilmez ve görüşmeler kesilirse, yumuşuma dönemlerininardından yoğun sertlik dönemleri gelir.

Sinekten yağ çıkarmak

Kürt meselesinin demokratik yollarla bir sulha kavuşturulmasını samimi olarak dileyenlerden beklenen, ne olmayacağını söylemek yerine ne olması gerektiğini göstermeleridir. Çünkü demokratik sorumluluk, bir umut varsa bunu büyütmeyi ve öyle ya da böyle bir kapı aralanmışsa bu kapının sonuna kadar açılması için uğraşmayı gerektirir.

Zaman ve zemin

Söylem düzeyindeki keskin yumuşamanın ve el uzatmaların, belli bir amaca odaklanan ve başı-sonu tutarlı biçimde tasarlanan bir yapıya evirilip evirilmeyeceğini ileriki günler bize gösterecek. Mamafih iktidarın, Kürt meselesinde yeni bir sayfa açma noktasında niyet beyanında bulunduğu da bir vakıa.

“Devlet”in barışı

Bugün iktidarın içeride ve dışarıda altından kalması gereken yükleri, varmak istediği hedefleri ve yararlanabileceği fırsatları var. Kürt meselesinin çözümü; Türkiye’nin bu yüklerden kurtulmasına, hedeflere ulaşmasına ve fırsatları kullanmasına azami derecede olumlu etkide bulunur. Eğer “devlet”in eli, böyle bir düşünsel arka plana yaslanarak uzatılmışsa, yapılması gereken en kısa zamanda bu rasyonel tercihin siyasetini ortaya koymak, plan ve programını yapmaktır.

Bir üst aklımız vardı, bir de faiz lobimiz!

Vakti zamanında bir “üst akıl” vardı. Bir maymuncuk gibiydi mübarek, her kapıyı açıyor, her sorunun altında o yatıyordu. Sonra, hareket kabiliyetini mi yitirdi bilinmez, üst akıl usulca meydandan çekiliverdi. Zira yeni bir gözdemiz vardı: “Faiz lobisi”. Artık ne üst akla dikkatimizi çeken var ne de faiz lobisine lanet okuyan. Vazifelerini yaptılar, sıralarını savdılar ve ömürlerini tamamladılar.

Devletin temelini çökertmek

Devlet, işkenceyi meşrulaştıramaz. Kişiye isnat edilen suçun ağırlığı, devletin intikamcı bir ruh haline girmesine, hukuku paranteze almasına ve hukuku çiğneyenlere göz yummasına gerekçe oluşturamaz. Çünkü hukuksuzluğa sapmanın kaçınılmaz sonucu, adaletsizliktir; yani devletin temelinin çökmesidir.

CHP’nin iki marazı

Sert taban ve aktivizme meyyal olma, CHP’nin iki büyük marazı olarak öne çıkıyor. İktidara giden yolu kısaltması, CHP’nin bunların üstesinden gelmesine, yani tabanını dönüştürmeye ve siyasete odaklanmasına bağlı.

Bir Efsane, Bir Kahraman, Bir Aziz: Dostoyevski

Dostoyevski’nin hem ketum tavrı hem de önümüze koyduğu eşsizi dünyanın derinliği onu anlamamızı zorlaştırır.  Onun dünyasının içine girmek kolay değildir; aklın cesaretini kırar ve insanı korkutur. Dostoyevski’yle aramızda sağlıklı bir bağ kurmanın yolu, kendi kökümüzü kazımayı ve kendimizle yüzleşmeyi gerektirir. Bize biraz daha Dostoyevski lazım…

Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın konuşması: Anladığı dilden

Özkaya’nın Kuran-ı Kerim’den alıntılar yapması laikliğe halel getirmez. Bir mahkeme başkanı fikrini daha iyi ifade etmek için filozoflara da, din adamlarına da, kutsal kitaplara da, din dışı metinlere de başvurabilir. Bunda bir beis yok. Mühim olan, konuşmanın içeriği ve somut koşullarda nereye oturduğudur. Özkaya üç şarttan bahsetti: Yargı bağımsız ve tarafsız olmalı, bireysel başvuruların etkinliği korunmalı ve yargı makamları hukuk dairesinin içinde kalmalı. Kim bilir, Kuran-ı Kerim’den getirilen referanslar, belki de, muhataplarıyla “anladıkları dilden” konuşmak gerektiği düşüncesinin bir neticesidir.

Can simidi

İktidar güç kaybediyor ve düştüğü kuyudan kendi çabasıyla çıkması zor görünüyor. Buna mukabil, CHP’de olan-bitenlerin gösterdiği üzere, Türkiye’de muhalefetin iktidara can simidi uzatmada göz kamaştıran bir maharete sahip olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Korkmayın, Kürtçe yemin de kabul edilir!

Diyarbakır Barosu’nda stajını başarı ile tamamlayan bir avukatın, yemin töreni esnasında yemin metnini önce Kürtçe, ardından Avukatlık Kanunu’nun 9’uncu maddesinde belirtilen şekilde Türkçe okumasının ardından bir fırtına koptu. Oysa bu yeni bir durum değildi. Dileyen avukat anadilinde de yemini edebiliyordu. Ancak bu sene, muhtemelen memleketin üstüne çöken milliyetçi havanın da tesiriyle, Kürtçe bu kez de bir yemin vesile kılınarak kriminalize edilmeye çalışıldı. Akabinde Diyarbakır Barosu bir bombardımana tabi tutuldu. Ne yazık ki Ankara 2 Nolu Barosu da bu bombardımanda en önde konumlandı. Bu, kendine “baro” diyen bir yapı için gurur duyulacak bir hal olmasa gerek!

Yolun Bittiği Yerde

Yolun Bittiği Yerde, Muhsin Kızılkaya’nın içinde Hakkâri geçen denemelerinin bir kısmını bir araya getiren bir kitap. İçindeki denemelerin tamamı Hakkâri’ye dair olan kitabın adı, şehrin çok da uzak olmayan geçmiş halini tasvir eder.

Ört ki ölem

AK Parti, iktidar yolculuğunda birbirine tamamen zıt iki yol takip etti. İlk yol ülkenin önünü açarken, ikici yol ülkeyi çıkmaza soktu. Ancak buna rağmen seçmen Mart 2024’e kadar AK Parti’yi ilk sırada tutmaya devam etti. Bunun bir sebebi iç ve dış tehditlerin ciddi görülmesi ve önceliğin bu tehditlerin bertaraf edilmesine verilmesiydi. İkincisi ise, muhalefetin seçmen çoğunluğunda, ülkeyi idare edebileceğine dair yeterli güveni oluşturamamasıydı.

“Banliyösü Fransa olan bir şehir”

Victor Hugo, Sefiller adlı eserinde “1862’nin Paris’i, banliyösü Fransa olan bir şehirdir” der. Bütün bir Fransa kenar mahalle, şehir olan bir tek Paris! Lakin bu şehrin de kendi kenar mahalleri vardır ve Hugo, Paris’i ve Parislileri anlamak için bizi bu kenar mahallelere davet eder.

Edebiyat Devrimi

Evet, devlet güçlü olabilir. Kendine bağlı aydınlarla seferberlik ruhu içinde hareket edebilir. Ama bu, tamamen yeni, kendisini idealize ettiği bir dili yaratabileceği anlamına gelmez. Zorlamayla ve emir-komutayla yeni bir dil yaratılamaz. Velhasıl dil, emir ile hizaya sokulamaz. “Edebiyat Devrimi” de bunu bütün açıklığıyla ortaya koyar bir eser.

Mevsim normalleri

MHP ile ortaklığı devam ettiği müddetçe AK Parti’nin kutuplaşma çarkından çıkması mümkün değildir. Nitekim Bahçeli rest çekince Erdoğan’ın frene basmak mecburiyetinde kalması ve memlekette siyasi havaların mevsim normallerine dönmesi de bunun teyidi niteliğindedir.

Sevgili Atatürkçüğüm

İlkokul eğitim müfredatında Atatürk anlatısı, eşzamanlı olarak iki taraflı ilerler: Bir taraftan, Cumhuriyet’in, devletin, toplumun, halkın varlığı Atatürk’e bağlanır; o olmasaydı, bugün sahip olduğumuz hiçbir şeye sahip olmayacağımız düşüncesi çocukların zihnine kazınır. Diğer taraftan da Atatürk’ün ölümsüz olduğu, gönüllerde yaşadığı, onları (çocukları) her zaman izlediği ve onlardan çok şey beklediği vurgulanır.

Kurbağa Manastırı

Kemal Gözler’in sunuş ve çevirisiyle Türkçeye kazandırdığı Kurbağa Manastırı, bir kurmaca, alegorik bir eser. Ülkemizin önde gelen anayasa hukuku hocalarından biri olan Gözler, içinde bulunulan vaziyeti pür bir hukuki metinle tasvir etmek yerine edebiyatla anlatmayı seçmiş. 14’üncü yüzyılda bir dünya kurmuş ve Türkiye’de üniversitenin başına gelenleri bir manastır ve bir rahip üzerinden Latince aktarmış.

İspanya kazanınca, biz de kazanmış sayıldık

Maçtan sonra İngiliz hoca, kendine uzatılan mikrofonlara, İspanya’nın kupanın en iyi takımı olduğunu, finalde de çok iyi bir futbol sergilediklerini ve şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiklerini söyler. Herkesin duygularına tercüman olur. Gerçekten de sağından soluna, sıkı taraftarından göz ucuyla bakanına, uzmanından müptelasına herkes, ilk gününden son gününe kadar kupaya İspanya’nın futbolu damga vurduğu ve şampiyonluk tacının İspanya’nın hakkı olduğu noktasında hemfikirdi. Böylesine bir uzlaşı, futbolda çok rastlanılır bir şey değildir!

Türkiye’nin linç rejimi

Günah keçisi haline getirilenleri linç etmeye hazır bir kitle, kışkırtma çıkarmakta mahir gruplar ve kötülüğü harekete geçirmeyi gaye edinmiş siyasiler ortalıkta kol geziyor. Küçük bir kıvılcım şehirleri bir yangın topuna çevirebilir ve o top geçip gittiği her yeri küle çevirebilir. Ve ne yazık ki Türkiye’nin tarihi bu türden meşum hadiselere yabancı değil, bu ülkede insanlar birçok linçe ya da linç girişimine tanık oldu.

Bu soyadı alınmamış ise…

Devletlerin, hem modern öncesi dönemde hem de modern dönemde yönetimi altında bulunanların isimlerine müdahale ettikleri görülür. Meltem Türköz, “Bu soyadı alınmamış ise…” başlıklı çalışmasında, Türkiye’deki 1934 tarihli Soyadı Kanunu’nu bu çerçevede ele alır.

Raydan çıkınca

Siyasi alanda kalem oynatan bir yazarın tesiri, günü ve geleceği ciddi ve düzgün okuyabilme becerilerine bağlıdır. Daha doğrusu, öyle olmalıdır. Normali budur. Ancak Türkiye’de normalden sapan bir durum var.

Annemizin liginde vaziyet

Annemizin ligi, geçen yıl dengeden yoksundu. Galatasaray 102 puanla şampiyon, Fenerbahçe 99 puanla ikinci oldu. Galatasaray ile üçüncü olan Trabzonspor arasındaki tam 35 puanlık fark, ligin dengesizliğini gözler önüne seriyordu.

Eğrisi doğrusuna

İki farklı galibiyet, Türkiye için harika bir başlangıç oldu. Ama giden-gelen bir maç oldu. Türkiye ezici bir üstünlük kurarak kazanmadı. Her iki devrede de iki farklı Türkiye vardı. Maç berabere de bitebilir, hatta kaybedilebilirdi de. Türkiye adına en müspet husus, takımın coşkusunun yerinde olmasıydı. Kazanma arzusu ve mücadele azmi üst seviyedeydi. Ayrıca takımdaki yetenek-tecrübe dengesi de kıvamında; Arda ve Kenan gibi çok parlak bir gelecek vaat eden yetenekler ile Hakan, Orkun, Salih gibi zorlu liglerin tozunu yutmuş tecrübeliler var. Onların daha uyumlu hale gelmesi, takımın daha başarılı sonuçlara götürebilir.

Bilanço

İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, doğrusuyla yanlışıyla bir futbol sezonunu daha geride bıraktık. Şampiyonlar taçlarını taktı, kupalar müzelerini buldu, düşenler de bahtlarına yandı. O halde topun peşinde geçen bir senenin bilançosunu çıkarmanın vaktidir…