Vahap Coşkun
Diktatörlerin çocukları
Binlerce, milyonlarca insanın hayatını zehreden, gözünü kırpmadan katliamlar gerçekleştiren, en yakın dostlarını bile ölüme göndermekten çekinmeyen bir diktatör, akşam eve geldiğinde tonton bir ebeveyne dönüşebilir mi? Bir diktatörün kızı ve/veya oğlu dengesini koruyabilir, normal bir hayat sürdürebilir mi? Jean-Christophe Brisard ve Claude Quétel, ‘Diktatörlerin Çocukları’ adlı kitaplarında bu ve benzeri sorulara yanıt veriyor.
Kurbanlık koyun
On yıllar önce rahatlıkla konuşulan konular, bugün ya konuşulmaz oluyor ya da konuşanın başına olmadık işler geliyor. Tanrıkulu örneğinde olduğu gibi bir milletvekili dahi, hem de mahkeme kararlarına atıf yaptığı bir konuşmasından ötürü siyasi ve hukuki cendereye alınırsa, ne tarihten bir ders çıkarılır ne de müspet manada herhangi bir mesafe alınabilir. O vakit de geçmişin yükünden kurtulmak mümkün olmaz ve tarihin tekerrür etme ihtimali artar. Zira “geçmiş”, her zaman “geçmiş” olarak kalmaz.
Kerkük ateşi
KDP; Irak Meclisi’nde temsil edilen bir parti; Kerkük’te milletvekili, Irak hükümetinde bakanları var; dolayısıyla KDP’nin Kerkük’teki binasına dönmesi ve Aralık ayında yapılacak İl Meclis Seçimleri için faaliyetlerde bulunmasından daha doğal normal şey olmaz. Ancak bazı güçler¸ Kürtlerin Kerkük’teki nüfuzlarını artıracak bu gelişmeden rahatsızlık duyuyor ve KDP’nin Kerkük’te varlık göstermesine itiraz ediyorlar. Irak ve Kerkük üzerindeki kontrolünü korumak isteyen İran ve İran’a yakın Iraklı gruplar bunların başında geliyor. İran’a çok yakın olan Türkmen Erşat Salihi’nin ve Haşdi Şabi’nin Kerkük’teki hadiselerde başrolde olmaları, İran’ın durduğu yeri gösteriyor.
Ortaya karışık
Yeni bir yol bulmak ya da yeni bir yol açmak, öyle söylendiği kadar kolay olmuyor; risk almayı ve kararlı olmayı gerektiriyor. İYİ Parti’de ise o emareler yok; bu nedenle parti herhalde bir süre daha ortaya karışık bir şekilde devam edecek.
Akşener’in açmazı
Akşener, bir açmazda; ya seçimlere kendi başına girip mutlak bir başarısızlığa uğrayacak ya da içine pek de sindiremediği bir ittifakın içine girecek. Muhtemelen başarısızlığın yıkıcılığıyla uğraşmak yerine gerçekte kırgın olduğu ve kurtulmak istediği ittifakı ehveni şer görecek. Doğrusu başka da bir şansı yok! Bugünlerdeki yüksek sesi belki olası ittifak pazarlığında elini yüksek tutmak için olabilir ama muhataplar da o elin artık o kadar güçlü olmadığını biliyor.
Hayali Cemaatler
Benedict Anderson’un 1983 tarihinde yayınlanan ‘Hayali Cemaatler’ kitabındaki temel tezi, milliyetçilik kadar milletin de, 18’inci yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan özel kültürel yapımlar olduğudur. Elbette bu tez, hemen bir sorunun yanıtlanmasını gerektirir: Bu özel kültürel yapımların daha önce ya da daha sonra değil de bu tarihte ortaya çıkmasının hikmeti nedir?
Yükselen milliyetçilik!
Yüzde 20 civarlarında dolaşan bir milliyetçi seçmen tabanı var. Yeni bir durum değil bu; 1999’dan beri bu seçmen her seçimde farklı parti amblemleri altında buluşsa da kendisini belli ediyor. Mayıs 2023’e bu arka plandan bakıldığında görülen şu: 2018’de MHP ve İYİP’in toplam oyları % 21’e tekabül ediyordu. 2023’de MHP, İYİP ve ZP’nin, yani üç milliyetçi partiyi tercih eden seçmenlerin oranı % 22 oldu. Dolayısıyla iki seçim arasında bir puanlık bir fark var. Yani seçimlerde milliyetçiliğin –üzerinde fırtına kopartılacak düzeyde- bir yükselişi yok! Milliyetçiliğin sayısal bir artış göstermese de, psikolojik etkisinin arttığı iddia edilebilir. Burada da ihtiyatlı olmak gerekir. Nihayetinde seçimleri yine de mültecilere/sığınmacılara karşı en mutedil dili kullanan, en az milliyetçilik yapan Erdoğan kazandı. O nedenle muhalefetin seçim sonuçlarını milliyetçiliğe bağlaması ve iktidarın seçim zaferini daha fazla milliyetçi olmasıyla açıklaması, gerçeği anlamaya değil, ancak kendisini kandırmasına hizmet edebilir.
Demirel (II): “Ben Devlet Fikrinin Adamıyım”
Uzun siyasi hayatı, Demirel’in kimlikler arası geçişlerinin bir resmi gibidir. 1965-1971 arasında liberalimsi, 1971-1980 arasında cepheci ve milliyetçi, 1980-1991 arasında kuvvetli bir demokrat, 1991-2000 arasında da giderek artan tonda devletçi Demirel portresi beliriyor karşımızda. Fakat Demirel siyasetinde süreklilik gösteren iki hat vardır. Demirel hangi siyasi siyasi elbiseyi üstüne geçirirse geçirsin, bu hatlardan ayrılmaz…
Bir ömür “Her şey çok güzel olacak” ile geçmez!
CHP’de genel başkanlık düğümünün, Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı son açıklamayla çözüldüğünü söylemek mümkün. İmamoğlu, eğer 2024’te İBB Başkanı sıfatını muhafaza ederse, muhalefetin kanadın en kuvvetli ismi haline gelir. İmamoğlu’nun hedef çıtasını artık daha yüksek bir noktaya koyduğu, CHP Genel Başkanlığına değil Cumhurbaşkanlığına, söylenebilir. Peki, İmamoğlu’nun diğerlerinden ayırt eden bir fikri var mı? Hayır, yok. Onu gördüğünde seçmenin kafasında beliren bir düşünceden söz edilebilir mi? Hayır, edilemez. İmamoğlu, her toplantıda halkın üzerine onların hoşuna gideceğini tahmin ettiği mesajları boca ediyor. Fakat toplantı bitiğinde insanların aklında nerdeyse tek bir söz kalmıyor.
Demirel (I): Ben sizin ıstırabınızın çocuğuyum
Tanıl Bora, yaklaşık 600 sayfalık Demirel adlı eserinde; bir yandan Demirel’in 1924’te başlayıp 2015’te sona eren serüvenini gözler önüne sererken, diğer yandan da bize Türkiye’nin bir asırlık hikâyesini, bu hikâyede rol alan belli başlı aktörleri, siyasetteki değişim ve süreklilik noktalarını sunuyor.
Kağıt üzerinde akılcılık
Plan şöyle; İmamoğlu 2024 seçimlerine girer ve bir zafer daha kazanırsa, muazzam bir avantaj sağlar. Eğer senaryo bu şekilde akarsa, 2028 yılına İmamoğlu, muhalefetin doğal cumhurbaşkanı adayı haline getirir ve onun adaylığının önünde durmak zorlaşır.
Plan, güzel! Peki, hesaplı ve akılcı olduğu izlenimi uyandıran bu güzel plan tutar mı?
Plandaki akılcılığın, kâğıt üzerindeki bir akılcılık olduğunu düşünüyorum. Kâğıt üzerinde dört başı mamur bir planın ise, gerçek hayatta ne oranda tatbik edilebileceği belirsizdir. İmamoğlu bakımından cevabını arayan iki temel soru var.
İmamoğlu’nun demokratik cesareti!
İmamoğlu, ancak toplumsal kabul oranını artırdığı ölçüde, partisinin mensuplarının tercihini kendi yönüne çevirebilir. Halkta ne kadar destek görür ve siyasetini ne kadar halka mal ederse, tabanı da o kadar kendi yanına çekebilir. Ama İmamoğlu’nun bu vaziyetin gereğini yerine getiren bir siyaset izlediği söylenemez. En azından bugüne kadar!
Demirel’in Ecevit ve Çiller’le Türkiyelilik kavgası
Tanıl Bora’nın “Demirel” adlı son kitabını okurken, Demirel’in 1970’lerde Ecevit’le ve 1990’larda da Çiller ile tutuştuğu Türkiyelik kavgalarına rastladım. Demirel’in sözcüsü olduğu devlet aklı, resmi millet ve milliyetçilik anlayışındaki etnik özü esnetmeyi amaçlayan her arayışa şüpheyle bakar ve karşısında durur. “Türk”ü zayıflatacağını düşündüğü her kavram gibi “Türkiyelilik” kavramına karşı da teyakkuzu elden bırakmaz. Oysa sorun tam da bu özün kendisindedir. Dolayısıyla sorun yaratan bu öz değişmedikçe, bu arayışların önü alınamaz; isimler değişir ama tartışma baki kalır.
Arkadaşlıktaki saadete dair
Bir müşkülat çıktığında arkadaşlarımızı yardıma çağırabiliriz, bir hüzne düştüğümüzde arkadaşlarımıza sığınabiliriz. Salt mutluluklarımızı değil mutsuzluklarımızı da arkadaşlarımızla paylaşırız. Bir felakete duçar olduğumuzda, başımız dara düştüğünde arkadaşlarımıza müracaat ederiz. Bittabi bunların hepsi kıymetlidir, ancak bunlardan öte bir arkadaş, sırf varlığı ile mutluluk sebebidir.
Asıl ihtiyaç: Türklerin Türkiyelileşmesi
Türk Dil Kurumu, Türkiyeli kelimesini sözlüğe ekledi ve bu da küçük bir depreme sebebiyet verdi. Türkiyeli kelimesi için TDK, “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” tanımını yaptı. Nihayetinde TDK, Türkiyeli’yi sözlükten çıkardı. Peki, ne oldu? Türkiyeli kelimesi berhava mı oldu? Anlamını mı kaybetti? Sözlükten çıkarıldı diye hükmünü mü yitirdi? Hayır, öyle olmadı. Kelime hayatiyetini koruyor, mühim tartışmalarda başköşede oturmaya devam ediyor. Ama bu olan bitenden çıkarabileceğimiz bir sonuç var: Hep Kürtlerin Türkiyelileşmesinden söz ediliyordu ya, bu tartışma bir kez daha ortaya koydu ki galiba asıl ihtiyaç, Türklerin Türkiyelileşmesi!
İçerikten yoksun bir değişim
CHP’de içerikten yoksun bir değişim tartışması yapılıyor. “Değişim” kavramının cazibesinden ötürü herkes, hatta fiili olarak değişime karşı duranlar bile, değişimden yana olduğunu belirtiyor ama bu değişimin yöntemi ve muhtevası hakkında kallavi tek bir laf etmiyor.
Devrimci, şair ve seyyah
Üslup sahibi bir yazardı Roni. Onunla taban tabana zıt fikirleri savunsanız da, o kendisini okutmasını bilirdi. Samimiyeti yazılarına nüfuz ederdi; onu okurken o satırların çalakalem, iş olsun diye değil, hissederek ve emek sarf edilerek yazıldığını anlardınız. Bağlardı bu da sizi o yazıya, sonuna kadar giderdiniz. İnatçıydı; fikirlerinden taviz vermezdi, gerekirse mahallesini karşısına almaktan çekinmezdi.
Kaderci kurbağa
Bütün yaşamı boyunca bir “kaderci kurbağa” olmama mücadelesi verir Benedict Anderson. Kaderci kurbağa, hayatı boyunca yarım bir Hindistan cevizi kabuğu altında yaşar. Bütün gördükleri, bütün düşüncesi, kabuğun altındaki hayatıyla sınırlıdır. Anderson ise kaderci kurbağanın tersine, kabuğunun altında büzülmez, kabuğunu kırar ve hiçbir yerde yerleşecek kadar uzun süre kalmaz. İlgi alanlarını sürekli genişletir, yeniler.
CHP’de üç ihtimal
CHP’nin ilerlemesi ise, ancak toplumla kucaklaşma çizgisini derinleştirmekle olabilir. Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi, uzak durduğu kesimlerle yakınlaştırma çabası, bu çerçevede son derece büyük bir önem taşır. Ama görünen o ki, bu yeterli olmadı. CHP’nin tarihsel bagajı, bu konuda daha incelikli, daha derinlikli ve daha yoğun bir çabayı gerekli kılıyor.
“İnsansak insanlığımızın gereğini yapacağız”
Bu yazıyı yazarken İzzet Akyol ile konuştum. O, bana Hollanda’da mülteciler için koalisyonu yıkan D66 lider Kaag’ın yanı sıra mülteciler konusunda takdire şayan bir siyaset izleyen bir başka partiden, Christian Union’dan (CU – Hıristiyan Birliği) bahsetti. İktidarın en küçük ortağı olan bu partinin lideri de bir kadın; Mirjam Bikker. Ülke genelinde oyu % 3-4’lere tekabül eden CU’nun seçmenlerini dindar Protestanlar oluşturuyor. Bırakın yabancıları ve Müslümanları, Katolik ve seküler Hollandalılara dahi hitap etmeyen bu Protestan partisi, mültecilerden oy alan D66 ile birlikte sonuna kadar mülteci haklarını müdafaa ediyor. CU seçmenleri kapalı devre bir hayat yaşayan, “haram dolu” olduğu gerekçesiyle büyük şehirlerden uzak duran insanlar, mültecilerin haklar…
Esas sınav
Mevcut şartlar altında HÜDA PAR, HDP’nin yerine ikame edilemez. HDP’nin bu noktada bir telaşa düşmesine hacet yok! Ama HDP’nin gerçekten endişelenmesi ve üzerinde uzun boylu düşünmesi gereken bir mesele var. O da, HDP’nin dindar-muhafazakâr Kürt seçmenlerle kurduğu ilişkinin zayıflığı ve bu seçmende HDP algısının olumsuzluğudur.
Slogandan ötesi
Mutlak iktidar aleyhtarlığı, HDP’ye birçok maliyet üretti. Evvela HDP’nin siyaset alanını daralttı. İktidar baskısı, HDP’nin sağlıklı bir muhasebe yapmasını engelledi. HDP’nin de bütün enerjisini iktidar karşıtlığına harcaması, HDP’nin seçmenine yeni bir söz söylemesini imkânsız kıldı. 2015’ten beri HDP’nin bütün siyasetini birkaç sloganın içine sığdırmak mümkün: “Seni başkan yaptırmayacağız”, “Faşizme geçit vermeyeceğiz”, “Tek adam rejimini/Diktatörlüğü yıkacağız.”
Yolculuklar üzerine
Tekniğin hızla ilerlediği bir çağda hayatın her geçen gün daha da mekanikleştiğinin ve her yanımızı saran modernleşmenin yaşamımızı kolaylaştırmakla birlikte bizi belli kalıplara zorladığının farkındadır Zweig. Ancak mevzu seyahat olunca, şahsiliğimizi muhafaza adına daha direngen olmamızı öğütler.
DEVA’dan mektup
Gelecek Partisi ile DEVA Partisi arasındaki birleşme/birleşememe konusuna dair değerlendirmemi içeren “DEVA bulmaz bir kibir” başlıklı yazım, beklediğimden daha fazla bir alaka ile karşılandı. DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen’in yazıma dair tenkitlerini içeren bir mektubunu sizinle paylaşmak isterim. Yazıda ileri sürdüğüm tezin yanlış olduğunu ve birtakım eksik bilgilerden kaynaklandığını iler süren Ekmen; birleşme/birleşememe sürecinin bütün aşamalarında partiler arasındaki görüşmeler, masaya getirilen teklifler ve partisinin tutumu hakkında ilk defa bu kadar açık konuşuyor ve bu kadar ayrıntılı bilgi veriyor.
“DEVA” bulmaz bir kibir
Gelecek Partisi (GP) ve DEVA Partisi, şimdiye kadar üç duraktan geçtiler. İlk iki durakta DEVA, ya binmesi gereken treni kaçırdı ya da yanlış trene bindi. Zannımca bu son durakta da aynı hatayı yapmak üzere; eğer sürekli tren kaçırır veya yanlış trene bilet keserseniz, menzile ancak rüyanızda varabilirsiniz.
Bir sonraki mukadder yenilgi
Kendi içiyle meşgul olmaktan dışarıya dönemeyen CHP, topluma zaman ayıramıyor, toplumun taleplerine kulak kesilemiyor, bunlara politikalar da üretmiyor ve tabiatıyla seçimleri de kaybediyor. Hal ve gidişatta bir değişiklik olmazsa, ki çok zor, Türkiye 2024’te CHP’nin bir sonraki mukadder yenilgisine tanık olacak.
Bağrına taş basma devrinin sonu
2019’da HDP, Demirtaş’ın ifadesiyle, “bağrına taş basarak” CHP’ye oy verdi. Görünen o ki, HDP için bağrına taş basma devri sona erecek, bundan sonra HDP’nin muhalefete bağlılığında bir azalma olacak ve yeni rota 2019 çizgisini esas alınarak çizilecek.
Kürdistan’la barışmak
Osmanlı’nın Kürdistan’ın ismiyle bir derdi olmaz, Kürdistan’a Kürdistan der. Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde de Kürdistan ismi sakıncalı görülmez. Nitekim Mustafa Kemal resmi beyanlarında da, şahsi mektuplarında da Kürdistan’ı kullanmaktan imtina etmez. Tarihi, coğrafi ve siyasi bir gerçeklik; faşizan bir gayretle ortadan kaldırılamaz. Kürdistan da öyle bir gerçeklik; ne göz kapatmakla karartılabilir ne de ceza vermekle insanların hafızalarından kazınabilir.
Değişimin önünü açarak tarihe geçmek
Kılıçdaroğlu’nun partiyi soktuğu rota, CHP’yi halka yakınlaştırdı. Elbette oy düzeyinde umulan sıçramayı gerçekleştiremedi CHP ama tarihsel yükünün en azından bir kısmından kurtuldu: Az buz bir iş değil bu; o nedenle bunun göz ardı edilmemesi ve bu siyasetin mimarı olduğu için Kılıçdaroğlu’na hakkının verilmesi gerekir. Ancak kaybetti. Tabiatıyla bu netice, onu da siyasetini de sorgulanır kıldı. Seçmende büyük çaplı bir değişiklik talebi var. Kılıçdaroğlu bu talebi kabullenmeli ve değişimi kolaylaştıran bir aktör olarak rol üstlenmeli. Gerek kendisi gerek partisi için doğru olan bu!
Hakikaten, siz neden ayrısınız?
Ayrı partileşme, iki aktörün, hayati derecede önem arz eden hatalarının ilkiydi. Çünkü kamuoyu, Davutoğlu ile Babacan arasında, her birinin ayrı bir parti kurmasını gerektirecek kadar esaslı bir fark görmüyordu. Dolayısıyla güçlerini birleştirdikleri takdirde onlara kredi açabilecek bir zemin vardı; yeni partinin güçlü ve iddia sahibi olması kuvvetle muhtemeldi.