Yıldıray Oğur
Gezi Parkı’ndaki çamlar nasıl bardak oldu?
Gezi meselesinde iktidar cephesindeki en tavizsiz olan, AYM ve AİHM kararlarının bile ezilip geçilmesini savunacak kadar ileri giden şahin kanat içinde özellikle MHP ve Cumhurbaşkanı’nın Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum dikkat çekiyor. Tuhaftır 2013’de Gezi Parkı olayları sırasında hiç de şahin değillerdi. Peki, Gezi davası konusunda neden bu kadar radikal ve tavizsizler? Neden bunu surda gedik açtırmama meselesine çevirdiler?
Meclis’te bir zamanlar
Parlamento gibi adı konuşmadan gelen siyasetin merkezinde yumrukları konuşturmak ilkel bir davranış. Ama bir yerden sonra bu şiddet anlık bir patlamayla açıklanabilir. Ama serin kafayla, sonradan, oturup düşünerek yumruğu savunmak, hatta övmek… İşte en korkutucusu o. O sınır geçildikten sonra Meclis’te oturup konuşmanın, siyaset yapmanın bir anlamı da kalmaz. 1968’den sonra olduğu gibi.
Eskişehirli genç nasıl Nazi oldu?
O ari ırklardan birine mensup bir Batılı değil. Nazi amblemleriyle katliama çıkmış ama Nazilere göre Türkler de ikincil ırklar içindeydi. Brevik ve Tarrant’ın manifestolarında haçlı savaşları, Türklerin Avrupa’yı istilası gibi Müslüman bir Türk’ün ancak düşman olarak içinde yer alabileceği Batı merkezli bir bağlam var. Peki o halde nasıl oluyor da Eskişehirli 18 yaşındaki bir Türk genci kendini Nazi ya da beyaz üstünlükçü tezlerde bulabiliyor, bu uğurda hayatını yakacak bir şiddet eylemine girişiyor?
Pehlivanlardan voleybolcu kızlara Türkiye’nin olimpik değişimi…
Paris Olimpiyatları’nı hiç altın kazanamadığı için Türkiye’nin tarihindeki en kötü olimpiyat ilan etmek bayağı büyük bir haksızlık. Çünkü Paris Olimpiyatları Türkiye’nin bugüne kadar en fazla branşta sporcuyla temsil edildiği, farklı finallerde yarıştığı olimpiyatlar oldu. Türkiye’nin sosyal, kültürel, ekonomik tarihiyle spor tarihi arasındaki paralelliği görmek çok zihin açıcı olabilir.
Muhalefetin Paris ‘dump’ı neden ‘like’ almadı?
Resmi geziye 100 kişi götürmek, gazetecileri şirket gezilerinde ağırlamak, Paris’te, Berlin’e kafileler taşımak, kendine yakın insanlara bakmak… Bunlar da potlaç kültürünün modern uygulamaları. AK Parti bu potlacı daha geniş bir sosyolojik sınıfa yaydı ve iktidara tam sadık bir nomenklatura sınıfı yaratıldı. Muhalefetin de bundan geri kalacağını sanmak saflık olur.
Hiroşima’ya atom bombası Türk basınını neden heyecanlandırmıştı?
Atom bombasını bulan Oppenheimer bile Hiroşima’dan sonra pişmanlık krizlerine girmişken, tuhaftır savaşa girmemiş tarafsız Türkiye’de ise Hiroşima’ya atom bombası atılması tuhaf bir sevinç ve heyecanla karşılanmıştı. Bazen tarihin yanlış sayfasında kalabiliyor insanlar.
O sayfanın ne kadar yanlış olduğu ise ancak yıllar sonra arşivler karıştırılınca görülüyor. Gazze için de öyle olacak.
Dört cumhurbaşkanı Filistin’de savaşmış ülkenin adı nedir?
Mısır, Suudi Arabistan, Suriye…Hayır. İsrail? Evet, İsrail pek çok başbakanı Filistin’de asker ve terörist olarak savaştı ama doğru cevap Türkiye.
İlk beş Cumhurbaşkanı’ndan dördü Filistin’de hatta Gazze’de savaşmış dünyadaki tek ülke Türkiye.
Bu ‘özgürlükçülük’ten özgürlük çıkar mı?
Aşırı hızlı ve kontrolsüz, iknasız değişimden ve dayatmalardan ürken insanları Putin, Orban, Trump gibi liderler tahrik edip, mobilize ediyor.
Olimpiyat açılışı da şimdiden dillerine düştü. Peki, günün sonunda bu özgürlük mücadelesinden kim kazançlı çıktı? Çakması, ikinci el sanayisi Napolyonlar tabii.
Halide Edip, ABD Kongresi’ni görseydi?
Bazıları için kabulü zor olabilir ama bugün Türkiye’de modernliği ya da demokratik değerleri Batı’ya referansla savunmak artık hiç ikna edici değil.
Tam aksine modernleşmeci ajandayı, demokratik değerleri, liberal değerleri savunmakla Batıcılık arasındaki mesafenin açılması gerekiyor. “İkinci el Avrupalılığa” mesafe koymuş Halide Edip, iyi bir referans kaynağı olabilir
Trump ve ailesi
Evet, aile günün sonunda sığınağımız ama aynı zamanda bizi hep onaylayan, kapalı devre, dar bir çıkarın gözetildiği bir kurum ve bu da hem kişisel hem de toplumsal gelişimin önünde bir engele dönebiliyor.
Trump ABD’sinde daha önce öyle olmuştu, seçilirse yine öyle olacaktır.
Başka yerlerde de farklı olacağını kim iddia edebilir?
Caddebostan Plajı’ndan denize Suriyeliler mi girmesin yoksa Ümraniyeliler mi?
Sıcak havalarda başka alternatifi olmadığı için Caddebostan Plajı’nı dolduranlar yine bomboş olsa bile denizi pis diye o plaja gitmeyeceklerin gözüne battı. Kalabalıktan şikayet edenlere, plajın tarih boyu hep tıklım tıklım olduğunu gösteren fotoğraflar hatırlatılınca ama kalabalığın “pis Suriyeli, Afganlılardan oluştuğu” tezine geçildi. Halbuki 2005 yılında Mine Kırıkkanat o meşhur yazısında yine Caddebostan Plajı’ndaki kalabalığı aşağılamıştı. O zaman kalabalık Suriyeli değil, “İslamistan varoşlarından denize inen kısa bacaklı Ümraniyelilerdi.”
Kıpırdamaya başlayan yapraklar ne söylüyor?
Yargıtay ve Futbol Federasyonu seçimleri iktidarın süper etki gücünün kırıldığını, ceketimi koysam seçilir devrinin kapandığını, işadamlarına, bürokratlara bi cesaret geldiğinin ilk işaretleri. Şimdilik kazananlar muhalif figürler değil ama ortaya çıkan tepkiler iktidarın yanlış ve istenmeyen isimleri dayatma lüksünün artık bitmeye başladığını gösteriyor.
Özal suikastı ile Trump suikastı arasındaki en büyük fark…
Trump’a suikast girişimi aynı anda pek çok kişinin aklına 1988’de Turgut Özal’a suikast girişimini getirdi. Üzerinden 36 yıl geçmesine rağmen Kartal Demirağ’ın neden Özal’ı öldürmeye çalıştığını henüz bilmiyoruz.
Bildiğimiz Kartal Demirağ’ın öfkeli bir yalnız kurt olmadığı.
Neden o elektrik kabloları kimseyi endişelendirmedi?
Artık ailesi ve ailesinin refahı dışında hiçbir kamusal yükümlülük, ahlak duymayan insanların kar, refah, mutluluk, güç maksimizasyonuyla hiçbir değer, kural, norm dinlemediği bir toplumda yaşıyoruz. Böyle bir toplumdaki kamu gücü de aynı dar ahlaki sorumlukla yapılıyor. O zaman da tanımadığımız insanların geçtiği bir caddede dışarı fırlamış elektirik kabloları mesele olmuyor.
12 milyon seçmen oyunu değiştirdi. 1,4 milyon AK Partili CHP’ye oy verdi
Reform Enstitüsü’nün araştırması seçmenlerin partiler arasındaki mobilitesinin arttığını, parti sadakatinin azaldığını gösteriyor.
Araştırmaya göre 2023’den 2024’e 12 milyona yakın seçmen oyunu değiştirmiş.CHP, İYİ Parti’den 1,5 milyon, AK Parti’den 1,4 milyon, DEM Partiden 1 milyona yakın yeni oy almış.
İşaret parmağının dönüşümü…
Artık Türkiye’deki dindarlar milliyetçileşerek, devletçileşerek sekülerleşiyor.
Sekülerleşiyorsun ama geleneksel Türk modernleşmesi gibi bu Batılılara benzeyerek, öz benliğini kaybederek yani onların tabiriyle “gavurlaşarak” olmuyor.
Boz değil, sarışın bir kurt…
Bozkurt işareti Türkiye’de ülkücü çevrelerde üretilmiş, uzun yıllar tutmamış, marjinal kalmış, 1991’de ilk kez 1992’den itibaren de kamuoyu önünde Türkeş tarafından yapılınca popüler olmuş siyasi bir işaret. Ama siyaseten bugün bozkurt işaretinin 1000 yıllık bir tarihi olduğuna karar verildiyse, buna Atatürk ne diyebilir ki?
Sarışın kurtluğu bozkurtluğa dönüşebilir, parmakları photoshopla düzeltilir, yanında bir kurt yerleştirilir.
“Mağdur şahıs Türk değil”
Kayseri Emniyet Müdürü, Suriyelilerin malına mülküne saldıran kalabalığı, “saldırıya uğrayan çocuğun Türk olmadığını” söyleyerek sakinleştirmeye çalıştı.
Yani mesele çok ciddi.
İlk kez de karşılaşmadığımız bir mesele.
Suriyelilerin hepsi Suriye’ye döndüğünde bu mesele hala burada olmaya devam edecek.
Ekonomide popülizm sırası muhalefette mi?
Muhalefet bugün ekonomide ne vaad ediyor?
Galiba popülizm…
Pozisyonlar bir kez daha yer değiştirmiş görünüyor.
Mevcut ekonomi yönetimi, ekonomik krizi aşmak için bir yıl önce muhalefetin sunduğu reçeteyi uyguluyor ama karşısında hem iktidar çevrelerinden bunun siyasi faturasından çekinenleri hem de bu cendereden çıkmak için başka ne yapılacağını söylemeyen muhalefetin popülist eleştirilerini duyuyor.
Bu iyi muhalefet mi? Pek emin değilim.
Polis dini koruyabilir mi?
Nasıl oldu da bir zamanlar Avrupa’nın en koyu Katolik ülkesi olan İspanya, İncil üstüne yemin etmeyen, ateist, Filistinli Müslümanlarla dayanışan bir sosyalist Başbakan’a sahip olabildi? İşte bu sorunun cevabı bir miktar bizi de ilgilendiriyor.
Tunalı Hilmi, Hamdullah Suphi, Oktay Kaynarca ve Türkiyelilik
Türkiyeli kavramı her seferinde aynı ihtiyaçtan yeniden dolaşım girdi. 1908’den sonra imparatorluğun Türk olmayan unsurlarını içerlemek için, 1920’lerdeki fetret döneminde yürürlükten kalkmış Osmanlı yerine bir kavram aranırken, daha sonra azınlıkların aidiyetini göstermek için ve son olarak Türk olmak istemeyen Kürtleri de kapsamak için…Yani mesele Türkiyeli kelimesinde değil, Türk kelimesinin kapsayıcı olmayı başaramamasında…
Kurbanın derisine ne oldu?
Bugün buna inanmak güç ama bir zamanlar Kurban Bayramları Türkiye’de bir güvenlik krizi konusuydu. Kurban kesen yanında jandarmayla devleti buluyordu. Kurban ve sevabı vatandaşın ama derisi devletindi. Vatandaş-devlet arasındaki yüz yıllık güven krizinin bir özetiydi.
Türkiye’de mutlu, huzurlu, başarılı olabilme sanatı…
86 yaşına kadar tam da kitaplarında sırlarını verdiği, tavsiyelerde bulunduğu gibi mutlu ve huzurlu, başarılı bir hayatı oldu Özer Uçuran Çiller’in. 86 yaşında da Cumhurbaşkanı’nın katıldığı bir törenle son yolcuğuna uğurlandı.
Yani özetle; 80’lerin sonunda yazdığı ilk kitabı mutlaka okunmalı.
Michelangelo ile Ibn Haldun, Başakşehir’de karşılaştığında…
İbn Haldun ve Michelangelo’nun yüzyıllar sonra yolu Başakşehir’de kesişti. Başakşehir’deki İbn Haldun Üniversitesi’ne gelen öğrencilerin aldığı derslerden birinin adı The World Through Art and Literature.
Yani Sanat ve Edebiyat Üzerinden Dünya. Şanslı öğrencilere bu dersi Prof. Dr. Halil Berktay anlatıyor. Bu sömestr de son iki hafta Michelangelo’yu anlattı. Halil Hoca ve asistanları selo bantlarla derste işlenen eserlerin resimlerini sınavlardan önce koridorun duvarına astı. Ama final yaklaşırken bir gün duvardaki resimler yırtılmış.
Kıtmir’den uyutarak kurtulabilir miyiz?
Yüzyıllardır şehirlerde ‘kıtmir’lerle birlikte yaşamış bir kültürde bütün köpekleri sokaklardan toplayıp uyutmak gibi toplu katliamın bir çözüm olarak savunulmasına, bu modern türcü temizliğe en fazla bu kültürün muhafazakarlarının karşı çıkması gerekir. Yüzlerce yıllık bir kültürü bir yasayla ortadan kaldıramazsınız.
Hakime ‘bitanem’ diyen mafya lideri bu özgüveni kime borçlu?
Bir mafya lideri Ankara’daki bir mahkeme salonunda büyük bir özgüvenle yargılanıyor. Müştekiler, gizli tanıklar birbir davadan çekiliyor. Sanıklar mahkemeyi yargılıyor. Bütün suçlamalarının üstü “kumpas”la örtülüyor. Peki nasıl oldu bu? Bu cesareti nereden aldılar? Cevabı tabii ki geçen haftada yaşananlarda saklı.
Başbakanla telefonda konuşurken devleti yıkmaya teşebbüs….
Kobani davasında Selahattin Demirtaş’ın 20 yıl hapis cezası aldığı TCK’nın 302’inci maddesinden silahlı bir eylemde yakalanmış PKK mensupları yargılanıyor. O kadar ağır bir suç. Suçta fiil aranıyor. Demirtaş’in filli HDP’nin attığı bir çağrı tweet artık. Çünkü mahkeme Yasin Börü ve arkadaşlarının öldürülmesinin içinde olduğu şiddet olaylarından Demirtaş ve bütün sanıkları beraat ettirdi. Ortada bir fiil kalmadı. Beraatler ve tahliyelerle ilgili şüpheler de yersiz. Çünkü mahkeme o akşam HDP MYK toplantısında olanlara ceza verdi sadece.
Bahçeli bu kez neden “17-25 Aralık darbe girişimi”ne karşı?
Peki mesele Bahçeli’nin bahsettiği kadar ciddiyse, “hedef Milliyetçi Hareket Partisi, AK Parti, Cumhur İttifakı ve son tahlilde Türkiye” ise o halde neden AK Parti, iktidar ve Erdoğan da Bahçeli gibi bağırmıyor? Neden İçişleri Bakanı ortalığı inletmiyor? Neden iktidara yakın gazeteler manşetlerinden bu kumpası teşhir etmiyor, bu yeni 17-25 Aralık girişimini iktidara yakın televizyonlar haber bile yapmıyorlar? Sanki “Hedef Erdoğan” denerek birileri yine Erdoğan’a hedef gösteriliyor.
Demirtaş keman çalabilecek mi?
Nasıl hayat, sosyal değişim Erdoğan’ı Erbakan’ın ve Milli Görüş’ün karşısına çıkardı, yine sosyal değişim, zaman, değişen ihtiyaçlar da Demirtaş’ı mevcut Kürt siyasetinin, PKK çizgisinin karşısına çıkarabilir. Peki, Demirtaş tarihin kendisini taşıdığı o karşılaşma anına hazır mı?
Tabii ki değil. Ama liderlik de bu ilgiyi hak etmekle, onun gereğini yapmakla yani biraz cesaretle oluyor.
Rüzgarlar yine ters taraftan mı esiyor?
Hollanda’nın Türk Adalet Bakanı, 12 Eylül sonrası Türkiye’den botla kaçmış siyasi sığınmacı bir aileden gelen Dilan Yeşilgöz, ülkesindeki üniversite öğrencilerinin Filistin gösterilerine karşı Kenan Evren gibi tepkiler veriyor.Bu pozisyonun ucu anti-İslamcı, anti-Arap, anti-göçmen bir Avrupa ve Amerika Kemalizmine çıkıyor. Başka çare yok. Türkiye’den bakınca bu protestolar heyecan verici bulunuyor, bonkörce alkışlanıyor ve takdir ediliyor ama Araplarla, Orta Doğu’yla dayanışan, empati kuran Batılı muhaliflerin aksine buradaki muhalifler tam da bunlardan kaçmaya çalışırken yaşanıyor bu protestolar.