Yıldıray Oğur

Michelle Nwando Opara’ya ne oldu?

Michelle Nwando Opara bebek, çetenin CİMER’e şikayet edilmesinden 10 ay sonra, dinlemelerin başlamasından 8 ay sonra hayatını kaybetti. Eğer zamanında soruşturma yapılsa, hastaneler kapatılsa Michelle Nwando ve diğer bebekler belki de yaşayabilirdi. Peki bütün bu gecikmenin sebebi neydi? Neden soruşturma sürerken, dinlemeler yapılırken bebeklerin ölümüne müdahale edilmedi? İşte bu soruşturmada esas cevabının aranması gereken soru bu.

Bahçeli’nin eli, ABD seçimleri ve İsrail

PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşı bitirmesinin PKK açısından en büyük kazanımı iddia edildiği gibi Öcalan’ın serbest kalması değil, Türkiye’nin SDG ve YPG’yi bir muhatap olarak kabul etmesi olabilir. Peki, Kandil ve Avrupa’daki PKK’lılar buna ikna olur mu, yoksa bölgedeki kaostan fırsatçılık, harp zenginliği kumarı mı onları heyecanlandırıyor?

Eyvah, anlaştılar!

Bahçeli’nin Öcalan’a çağrısı, DEM’in CHP’ye destek verin çağrısı, Özgür Özel’in Bahçeli’nin açılımına desteği, bölge gezisi çıkışı, Sırrı Süreyya’nın Meclis kürsüsünden Erdoğan ve Bahçeli’ye teşekkürü… Dün Meclis’te gören gözler için çok acayip şeyler yaşandı.

Bahçeli, yerli De Klerk olabilir mi?

Gelen haberlere bakılırsa bu açılımlar, Öcalan ile İmralı’da başlayan yeni görüşmelerin bir devamı.Bu sürecin amacı PKK’nın Türkiye’de silahlı mücadeleyi bitirdiğini ilan etmesi. Cumhurbaşkanı’nın Kobani ile ilgili bugüne kadarki tüm siyasi diskurunu terk ettiği çağrının muhatabının Demirtaş olduğu da açık. Bu sürecin en büyük güvencesi ise inanması çok zor ama bu kez Devlet Bahçeli tarafından başlatılmış olması. Teslim etmeliyiz ki bu cesurca bir hamle.

Bahçeli’nin uzanan eli

Eğer Kürt meselesinde iktidar yeni bir hamle, açılım yapacaksa bunu Erdoğan’ın değil, böyle bir açılımın önünde engel olacağını düşünülen Bahçeli’nin yapması stratejik olarak en doğrusu olurdu. Bahçeli’nin eli nezaket için ya da bir plan dahilinde artık uzandı ve siyasette bir taş yerinden oynadı.

Belki de çürümüyoruz, yeşeriyoruz

Bütün suçların arkasında toplumların çürümesi, ahlaken yozlaşması, etiğin, yaşam felsefesinin ortadan kalkması yok. Ruh sağlığı bozuk, içkiyi fazla kaçıran, uyuşturucu kullanan birinin işlediği suçun sosyolojik bir açıklaması da yok. Onların işlediği suçlar, biz toplumun eseri değil. Belki ahlaki bir çöküşten değil, suçlara ve mağdurlara karşı ahlaki bir farkındalıktan, gelişen bir toplumsal duyarlılıktan ve dayanışmadan bahsedebiliriz.

İstanbul ilçe de yapılacak mı?

Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” dediği için üzerinde sallanan demoklesin kılıcı istinaf aşamasında da düşecek gibi görünüyor. Türkiye’nin yaptığı en iyi şeyin de üzerine düşecek o kılıç: Seçimlerin. Türkiye’deki seçimlere de Rusya, Belarus, İran’daki gibi güçlü adayların seçimden önce elendiği seçimler muamelesi yapılmamalı.

Beyrut bizim neyimiz olur?

Cumhurbaşkanı Erdoğan Meclis açılışında konuşurken: “Hatay Yayladağ’daki Suriye sınırından Lübnan sınırı 170 km. Türkiye, Lübnan'a arabayla sadece 2,5 saat uzaklıkta. Antakya ile Gazze arası Ankara ile Aydın arası kadar.” dedi. Tabii ki bunları bu bataklığa girmemiz, taraf olmamız gerektiği gibi dış politika tezlerine bir cevap olarak söyledi. Ve Milli Görüşçülükten kalma Arz-ı Mevud meselesinde olmasa da bu konuda çok haklıydı.19. yüzyılın sonlarında Beyrut’ta sevdiğine verilmeyen kızlar, İstanbul’daki padişahtan yardım istiyorlardı.

Peki senin muhalefetin kime?

Türkiye, dış politikada eski “aman başımız ağrımasın Ali Rıza Bey”e dönemez, öyle bir konforlu dünya kalmadı. Dış politikada tarihsel, kültürel, dini bağların yok sayıldığı kimliksiz, nötr politikanın diplomatik çevreler dışında müşterisi yok. Böyle bir Türkiye, Batılı müttefiklerimizin de işine yaramaz. ABD’de bir otel salonunda, kumar parasıyla İsrailcilik oynayan bir ailenin toplantısında Şahçılık oynayan devrik İran Şahı’nın çaresiz ve işsiz oğluna bakarak ibret almakta fayda var.

New York Belediye Başkanı’nın gözü nasıl açıldı?

57 sayfalık iddianamede Eric Adams ve kendisi kadar heveskar partneri için 2015’den itibaren yapılan ‘ jest’lerin toplam 125 bin doları bulmuyor. Türkiye’de bu parayla İstanbul’un kenar ilçelerden birindeki bir imar müdüründen inşaat ruhsatı bile koparmak zor olabilir. Ama bu jestlere Türkiye’de olmasa da ABD’de yolsuzluk deniyor.

“Değiştirilmesi teklif edilemez” nasıl değiştirilmesi teklif edilemez oldu?

Anlaşılan bazıları Anayasa’nın ilk dört maddesini bizzat Atatürk’ün yazdığını zannediyor. Halbuki 1924 Anayasası’nda, 1961 Anayasası’nda değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesi yoktu. 12 Eylül’den sonra anayasa yazmakla görevlendirilen Orhan Aldıkaçtı’nın taslağında, darbecilerin Danışma Meclisi’nden geçen taslakta da yoktu. Dördüncü maddeyi askerlerden oluşan MGK’nin Anayasa Konseyi üretti. Evren ve beşibiryerde de onayladı. Türkiye’de siyaset, medya, entelektüel tartışma bugün 12 Eylül’ün Danışma Meclisi’nin bile gerisine düşmüş durumda.

Bütün bunların hepsi 18 dakikada mı oldu?

Narin’in camiden evine doğru yürürken en son görüntüsü 15.15’te. Nevzat Bahtiyar’ın kırmızı aracının dere kenarına geliş saati ise 15.40. Yani ne olduysa bu 25 dakikada oldu. Hatta köyden dereye yolu da çıkarırsak 18 dakika. Yakalanınca itirafçı olan Bahtiyar’ın ifadelerindeki diyalogları okumak bile üç dakika sürüyor. Peki nasıl oldu da korkunç bir suçu soğukkanlılıkla anlatan, köyde cinayetle doğrudan ilişkisi olduğu kesin tek kişinin itirafları Jandarma’nın ve medyanın baş referansı oldu?

Tavşantepe Köyü masum olabilir mi?

Ortada medyanın başat bir rol oynadığı ideolojik önyargılar, sürekli sızdırılan bilgiler ve bazı gazetecilerin suçu bir aileye ve köye atmak ve günün sonunda yanılmamak için yaptıkları manipülasyonlarıyla içinden çıkılmaz hale gelen bir soruşturma var. Ya peki şu anda bu cinayetin aydınlanması önündeki en büyük engel, köylülerin sessizliği değil de geri kalan herkesin gürültüsüyse?

Neden bir AK Parti’ye ihtiyaç var?

Bir çocuk cinayetinin bütün suçu, elde bir veri, somut bir karine yokken bile milyonlarca insanın üzerine atılıyor, siyasal İslamcılık neredeyse taciz, tecavüz ile birlikte kullanılıyor. Bu tehlikeli bir öfke. Laik kesimlerin, 22 yıllık AK Parti iktidarının da öfkesiyle dindarları her türlü kötülüğün kaynağı gibi görmeye hala devam ettiğini gösteriyor. İşte her an harlanabilecek, iktidar gücüyle yangınlar çıkaracak bu öfkeye karşı Türkiye’nin iç barışını koruması için güçlü bir muhafazakar partiye ihtiyacı var.

Komşu evin yangınında yumurtasını pişirmek…

Her suçun akli bir nedeni, ideolojik, siyasi, kültürel, sosyal bir bağlamı olmayabilir. Her suç bir sosyal gerçekliğe tekabül etmeyebilir, “bizim”le ilgili bir şey söylemeyebilir. Bazen suçlar sadece suçtur ve insanlığın karanlık yüzünün eseridir. Her olay büyük siyasi hesaplaşmada malzemeye dönüştürülüyor, dönüştürüldükçe ilgi çekiyor. Trajedilere büyük anlamlar yüklemek, onları siyasete çekmek sizi duyarlı insanlar yapmıyor, aksine sadece kendi dertleriyle ilgilenen insanlar yapıyor. Bu hem kötücül bir bencillik hem de toplumu kutuplaştıran, düşmanlığı artıran kötücül bir siyaset.

Bir zamanlar o laiklik yeminini eden genç teğmenlere ne olmuştu?

90’lı yıllarda Kara Harp Okulu’nu birincilikle bitirip, yeni mezun teğmenlere o laiklik ve Atatürk yeminini ettiren subaylardan önemli bir kısmı bugün ya dini bir cemaatin üyesi olmak ve o cemaatin emirleri doğrultusunda darbe girişimine katılmak iddiasıyla ya hapiste, ya yurtdışında. Hala teğmenlerin yemininden heyecanlananlar için ibretlik hikayeler bunlar.

Genç subaylar neden yine rahatsız oldu?

2016’dan bu yana geçen sekiz yılda askeri liseleri kapatmak, ordu kadrolarını yenilemek, harp okullarına cami açmak, Atatürk ile birlikte Cumhurbaşkanı’nın posterini asmak, yeni teğmenler için pek bir şey ifade etmemiş gözüküyor. Demek ki zihniyet değişimi sadece güç kullanarak yapılamıyor. İktidar, genç askerlerin de içinde yaşadığı kültürel, sosyal, ideolojik iklimi değiştirmeyi başaramadı. 10 yıldır okul kitaplarında, açtıkları televizyonlarda aynı bozuk plağı dinliyorlar. Yani ne yaptıysa iktidar kendisi yaptı. Yıktı ama yerine bir şey koyamadı. Ama doğa da siyaset de boşluk kabul etmiyor. Peki, şimdi bunun için teğmenleri suçlayabilir miyiz?

Normalleşmeden anormalleşmeye…

İktidarın elinde her mesele için çekiçten başka araç olmayınca, iktidar etmek sadece kaba güç göstermeye dönüşünce muhalefette de şahinlerin sesi yükseliyor, makul sesler dalga geçilen naifliklere dönüşüyor. Böylece protokole oturtulan hakaretler, övülen yumruklarla konuşmanın anlamı ortadan kalkıyor. Türkiye kısa süreli bir normalleşmeden hızla anormalleşmeye sürükleniyor. Tehlikenin farkında mısınız?

Kocatepe’deki o fotoğrafı Sovyet ajanı mı çekti?

30 Ağustos yıldönümlerinde, Atatürk’ün Kocatepe’de çektirdiği meşhur ve etkileyici fotoğraf yine her yerdeydi.Peki, bu fotoğrafı 26 Ağustos 1922 günü Kocatepe’de kim çekmişti?

Bombalanan Gazze’ye vapur turları düzenleyen bir “Kutsal İşgal”cilik

TRT World ekibi tam da İsrail’deki tartışmaların merkezindeyken Hilltop Youth örgütünün arasına sızdı ve Holy Redemption-Kutsal İşgal adlı belgeseli çekti. Haftasonu belgeselin gösterimi yapıldı. Belgeseldeki en kan dondurucu görüntü Hilltop Youth üyelerinin aileleriyle çocuklarıyla bir vapura binip Gazze kıyılarında dolaştıkları görüntülerdi.

Yeni nesil için ev almak artık neden hayal?

Soru çok haklı: Bir önceki kuşak emeklilik ikramiyeleriyle ev ve araba alabiliyorken bu neden Y, Z kuşağı için artık bir hayal? Ama bu sorunun cevabı eski Türkiye’nin övülmesinde değil. Hatta konunun dünyanın en berbat enflasyon oranlarıyla son dört yıldır birlikte yaşamaya çalışmamıza rağmen Türkiye ile doğrudan bir ilişkisi bile yok. Bunu sadece Google’a bu sorunu İngilizce olarak yazınca bile görmek mümkün.

Gezi Parkı’ndaki çamlar nasıl bardak oldu?

Gezi meselesinde iktidar cephesindeki en tavizsiz olan, AYM ve AİHM kararlarının bile ezilip geçilmesini savunacak kadar ileri giden şahin kanat içinde özellikle MHP ve Cumhurbaşkanı’nın Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum dikkat çekiyor. Tuhaftır 2013’de Gezi Parkı olayları sırasında hiç de şahin değillerdi. Peki, Gezi davası konusunda neden bu kadar radikal ve tavizsizler? Neden bunu surda gedik açtırmama meselesine çevirdiler?

Meclis’te bir zamanlar

Parlamento gibi adı konuşmadan gelen siyasetin merkezinde yumrukları konuşturmak ilkel bir davranış. Ama bir yerden sonra bu şiddet anlık bir patlamayla açıklanabilir. Ama serin kafayla, sonradan, oturup düşünerek yumruğu savunmak, hatta övmek… İşte en korkutucusu o. O sınır geçildikten sonra Meclis’te oturup konuşmanın, siyaset yapmanın bir anlamı da kalmaz. 1968’den sonra olduğu gibi.

Eskişehirli genç nasıl Nazi oldu?

O ari ırklardan birine mensup bir Batılı değil. Nazi amblemleriyle katliama çıkmış ama Nazilere göre Türkler de ikincil ırklar içindeydi. Brevik ve Tarrant’ın manifestolarında haçlı savaşları, Türklerin Avrupa’yı istilası gibi Müslüman bir Türk’ün ancak düşman olarak içinde yer alabileceği Batı merkezli bir bağlam var. Peki o halde nasıl oluyor da Eskişehirli 18 yaşındaki bir Türk genci kendini Nazi ya da beyaz üstünlükçü tezlerde bulabiliyor, bu uğurda hayatını yakacak bir şiddet eylemine girişiyor?

Pehlivanlardan voleybolcu kızlara Türkiye’nin olimpik değişimi…

Paris Olimpiyatları’nı hiç altın kazanamadığı için Türkiye’nin tarihindeki en kötü olimpiyat ilan etmek bayağı büyük bir haksızlık. Çünkü Paris Olimpiyatları Türkiye’nin bugüne kadar en fazla branşta sporcuyla temsil edildiği, farklı finallerde yarıştığı olimpiyatlar oldu. Türkiye’nin sosyal, kültürel, ekonomik tarihiyle spor tarihi arasındaki paralelliği görmek çok zihin açıcı olabilir.

Muhalefetin Paris ‘dump’ı neden ‘like’ almadı?

Resmi geziye 100 kişi götürmek, gazetecileri şirket gezilerinde ağırlamak, Paris’te, Berlin’e kafileler taşımak, kendine yakın insanlara bakmak… Bunlar da potlaç kültürünün modern uygulamaları. AK Parti bu potlacı daha geniş bir sosyolojik sınıfa yaydı ve iktidara tam sadık bir nomenklatura sınıfı yaratıldı. Muhalefetin de bundan geri kalacağını sanmak saflık olur.

Hiroşima’ya atom bombası Türk basınını neden heyecanlandırmıştı?

Atom bombasını bulan Oppenheimer bile Hiroşima’dan sonra pişmanlık krizlerine girmişken, tuhaftır savaşa girmemiş tarafsız Türkiye’de ise Hiroşima’ya atom bombası atılması tuhaf bir sevinç ve heyecanla karşılanmıştı. Bazen tarihin yanlış sayfasında kalabiliyor insanlar. O sayfanın ne kadar yanlış olduğu ise ancak yıllar sonra arşivler karıştırılınca görülüyor. Gazze için de öyle olacak.

Dört cumhurbaşkanı Filistin’de savaşmış ülkenin adı nedir?

Mısır, Suudi Arabistan, Suriye…Hayır. İsrail? Evet, İsrail pek çok başbakanı Filistin’de asker ve terörist olarak savaştı ama doğru cevap Türkiye. İlk beş Cumhurbaşkanı’ndan dördü Filistin’de hatta Gazze’de savaşmış dünyadaki tek ülke Türkiye.

Bu ‘özgürlükçülük’ten özgürlük çıkar mı?

Aşırı hızlı ve kontrolsüz, iknasız değişimden ve dayatmalardan ürken insanları Putin, Orban, Trump gibi liderler tahrik edip, mobilize ediyor. Olimpiyat açılışı da şimdiden dillerine düştü. Peki, günün sonunda bu özgürlük mücadelesinden kim kazançlı çıktı? Çakması, ikinci el sanayisi Napolyonlar tabii.

Halide Edip, ABD Kongresi’ni görseydi?

Bazıları için kabulü zor olabilir ama bugün Türkiye’de modernliği ya da demokratik değerleri Batı’ya referansla savunmak artık hiç ikna edici değil. Tam aksine modernleşmeci ajandayı, demokratik değerleri, liberal değerleri savunmakla Batıcılık arasındaki mesafenin açılması gerekiyor. “İkinci el Avrupalılığa” mesafe koymuş Halide Edip, iyi bir referans kaynağı olabilir