Yıldıray Oğur

Trump ve ailesi

Evet, aile günün sonunda sığınağımız ama aynı zamanda bizi hep onaylayan, kapalı devre, dar bir çıkarın gözetildiği bir kurum ve bu da hem kişisel hem de toplumsal gelişimin önünde bir engele dönebiliyor. Trump ABD’sinde daha önce öyle olmuştu, seçilirse yine öyle olacaktır. Başka yerlerde de farklı olacağını kim iddia edebilir?

Caddebostan Plajı’ndan denize Suriyeliler mi girmesin yoksa Ümraniyeliler mi?

Sıcak havalarda başka alternatifi olmadığı için Caddebostan Plajı’nı dolduranlar yine bomboş olsa bile denizi pis diye o plaja gitmeyeceklerin gözüne battı. Kalabalıktan şikayet edenlere, plajın tarih boyu hep tıklım tıklım olduğunu gösteren fotoğraflar hatırlatılınca ama kalabalığın “pis Suriyeli, Afganlılardan oluştuğu” tezine geçildi. Halbuki 2005 yılında Mine Kırıkkanat o meşhur yazısında yine Caddebostan Plajı’ndaki kalabalığı aşağılamıştı. O zaman kalabalık Suriyeli değil, “İslamistan varoşlarından denize inen kısa bacaklı Ümraniyelilerdi.”

Kıpırdamaya başlayan yapraklar ne söylüyor?

Yargıtay ve Futbol Federasyonu seçimleri iktidarın süper etki gücünün kırıldığını, ceketimi koysam seçilir devrinin kapandığını, işadamlarına, bürokratlara bi cesaret geldiğinin ilk işaretleri. Şimdilik kazananlar muhalif figürler değil ama ortaya çıkan tepkiler iktidarın yanlış ve istenmeyen isimleri dayatma lüksünün artık bitmeye başladığını gösteriyor.

Özal suikastı ile Trump suikastı arasındaki en büyük fark…

Trump’a suikast girişimi aynı anda pek çok kişinin aklına 1988’de Turgut Özal’a suikast girişimini getirdi. Üzerinden 36 yıl geçmesine rağmen Kartal Demirağ’ın neden Özal’ı öldürmeye çalıştığını henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz Kartal Demirağ’ın öfkeli bir yalnız kurt olmadığı.

Neden o elektrik kabloları kimseyi endişelendirmedi?

Artık ailesi ve ailesinin refahı dışında hiçbir kamusal yükümlülük, ahlak duymayan insanların kar, refah, mutluluk, güç maksimizasyonuyla hiçbir değer, kural, norm dinlemediği bir toplumda yaşıyoruz. Böyle bir toplumdaki kamu gücü de aynı dar ahlaki sorumlukla yapılıyor. O zaman da tanımadığımız insanların geçtiği bir caddede dışarı fırlamış elektirik kabloları mesele olmuyor.

12 milyon seçmen oyunu değiştirdi. 1,4 milyon AK Partili CHP’ye oy verdi

Reform Enstitüsü’nün araştırması seçmenlerin partiler arasındaki mobilitesinin arttığını, parti sadakatinin azaldığını gösteriyor. Araştırmaya göre 2023’den 2024’e 12 milyona yakın seçmen oyunu değiştirmiş.CHP, İYİ Parti’den 1,5 milyon, AK Parti’den 1,4 milyon, DEM Partiden 1 milyona yakın yeni oy almış.

İşaret parmağının dönüşümü…

Artık Türkiye’deki dindarlar milliyetçileşerek, devletçileşerek sekülerleşiyor. Sekülerleşiyorsun ama geleneksel Türk modernleşmesi gibi bu Batılılara benzeyerek, öz benliğini kaybederek yani onların tabiriyle “gavurlaşarak” olmuyor.

Boz değil, sarışın bir kurt…

Bozkurt işareti Türkiye’de ülkücü çevrelerde üretilmiş, uzun yıllar tutmamış, marjinal kalmış, 1991’de ilk kez 1992’den itibaren de kamuoyu önünde Türkeş tarafından yapılınca popüler olmuş siyasi bir işaret. Ama siyaseten bugün bozkurt işaretinin 1000 yıllık bir tarihi olduğuna karar verildiyse, buna Atatürk ne diyebilir ki? Sarışın kurtluğu bozkurtluğa dönüşebilir, parmakları photoshopla düzeltilir, yanında bir kurt yerleştirilir.

“Mağdur şahıs Türk değil”

Kayseri Emniyet Müdürü, Suriyelilerin malına mülküne saldıran kalabalığı, “saldırıya uğrayan çocuğun Türk olmadığını” söyleyerek sakinleştirmeye çalıştı. Yani mesele çok ciddi. İlk kez de karşılaşmadığımız bir mesele. Suriyelilerin hepsi Suriye’ye döndüğünde bu mesele hala burada olmaya devam edecek.

Ekonomide popülizm sırası muhalefette mi?

Muhalefet bugün ekonomide ne vaad ediyor? Galiba popülizm… Pozisyonlar bir kez daha yer değiştirmiş görünüyor. Mevcut ekonomi yönetimi, ekonomik krizi aşmak için bir yıl önce muhalefetin sunduğu reçeteyi uyguluyor ama karşısında hem iktidar çevrelerinden bunun siyasi faturasından çekinenleri hem de bu cendereden çıkmak için başka ne yapılacağını söylemeyen muhalefetin popülist eleştirilerini duyuyor. Bu iyi muhalefet mi? Pek emin değilim.

Polis dini koruyabilir mi?

Nasıl oldu da bir zamanlar Avrupa’nın en koyu Katolik ülkesi olan İspanya, İncil üstüne yemin etmeyen, ateist, Filistinli Müslümanlarla dayanışan bir sosyalist Başbakan’a sahip olabildi? İşte bu sorunun cevabı bir miktar bizi de ilgilendiriyor.

Tunalı Hilmi, Hamdullah Suphi, Oktay Kaynarca ve Türkiyelilik

Türkiyeli kavramı her seferinde aynı ihtiyaçtan yeniden dolaşım girdi. 1908’den sonra imparatorluğun Türk olmayan unsurlarını içerlemek için, 1920’lerdeki fetret döneminde yürürlükten kalkmış Osmanlı yerine bir kavram aranırken, daha sonra azınlıkların aidiyetini göstermek için ve son olarak Türk olmak istemeyen Kürtleri de kapsamak için…Yani mesele Türkiyeli kelimesinde değil, Türk kelimesinin kapsayıcı olmayı başaramamasında…

Kurbanın derisine ne oldu?

Bugün buna inanmak güç ama bir zamanlar Kurban Bayramları Türkiye’de bir güvenlik krizi konusuydu. Kurban kesen yanında jandarmayla devleti buluyordu. Kurban ve sevabı vatandaşın ama derisi devletindi. Vatandaş-devlet arasındaki yüz yıllık güven krizinin bir özetiydi.

Türkiye’de mutlu, huzurlu, başarılı olabilme sanatı…

86 yaşına kadar tam da kitaplarında sırlarını verdiği, tavsiyelerde bulunduğu gibi mutlu ve huzurlu, başarılı bir hayatı oldu Özer Uçuran Çiller’in. 86 yaşında da Cumhurbaşkanı’nın katıldığı bir törenle son yolcuğuna uğurlandı. Yani özetle; 80’lerin sonunda yazdığı ilk kitabı mutlaka okunmalı.

Michelangelo ile Ibn Haldun, Başakşehir’de karşılaştığında…

İbn Haldun ve Michelangelo’nun yüzyıllar sonra yolu Başakşehir’de kesişti. Başakşehir’deki İbn Haldun Üniversitesi’ne gelen öğrencilerin aldığı derslerden birinin adı The World Through Art and Literature. Yani Sanat ve Edebiyat Üzerinden Dünya. Şanslı öğrencilere bu dersi Prof. Dr. Halil Berktay anlatıyor. Bu sömestr de son iki hafta Michelangelo’yu anlattı. Halil Hoca ve asistanları selo bantlarla derste işlenen eserlerin resimlerini sınavlardan önce koridorun duvarına astı. Ama final yaklaşırken bir gün duvardaki resimler yırtılmış.

Kıtmir’den uyutarak kurtulabilir miyiz?

Yüzyıllardır şehirlerde ‘kıtmir’lerle birlikte yaşamış bir kültürde bütün köpekleri sokaklardan toplayıp uyutmak gibi toplu katliamın bir çözüm olarak savunulmasına, bu modern türcü temizliğe en fazla bu kültürün muhafazakarlarının karşı çıkması gerekir. Yüzlerce yıllık bir kültürü bir yasayla ortadan kaldıramazsınız.

Hakime ‘bitanem’ diyen mafya lideri bu özgüveni kime borçlu?

Bir mafya lideri Ankara’daki bir mahkeme salonunda büyük bir özgüvenle yargılanıyor. Müştekiler, gizli tanıklar birbir davadan çekiliyor. Sanıklar mahkemeyi yargılıyor. Bütün suçlamalarının üstü “kumpas”la örtülüyor. Peki nasıl oldu bu? Bu cesareti nereden aldılar? Cevabı tabii ki geçen haftada yaşananlarda saklı.

Başbakanla telefonda konuşurken devleti yıkmaya teşebbüs….

Kobani davasında Selahattin Demirtaş’ın 20 yıl hapis cezası aldığı TCK’nın 302’inci maddesinden silahlı bir eylemde yakalanmış PKK mensupları yargılanıyor. O kadar ağır bir suç. Suçta fiil aranıyor. Demirtaş’in filli HDP’nin attığı bir çağrı tweet artık. Çünkü mahkeme Yasin Börü ve arkadaşlarının öldürülmesinin içinde olduğu şiddet olaylarından Demirtaş ve bütün sanıkları beraat ettirdi. Ortada bir fiil kalmadı. Beraatler ve tahliyelerle ilgili şüpheler de yersiz. Çünkü mahkeme o akşam HDP MYK toplantısında olanlara ceza verdi sadece.

Bahçeli bu kez neden “17-25 Aralık darbe girişimi”ne karşı?

Peki mesele Bahçeli’nin bahsettiği kadar ciddiyse, “hedef Milliyetçi Hareket Partisi, AK Parti, Cumhur İttifakı ve son tahlilde Türkiye” ise o halde neden AK Parti, iktidar ve Erdoğan da Bahçeli gibi bağırmıyor? Neden İçişleri Bakanı ortalığı inletmiyor? Neden iktidara yakın gazeteler manşetlerinden bu kumpası teşhir etmiyor, bu yeni 17-25 Aralık girişimini iktidara yakın televizyonlar haber bile yapmıyorlar? Sanki “Hedef Erdoğan” denerek birileri yine Erdoğan’a hedef gösteriliyor.

Demirtaş keman çalabilecek mi?

Nasıl hayat, sosyal değişim Erdoğan’ı Erbakan’ın ve Milli Görüş’ün karşısına çıkardı, yine sosyal değişim, zaman, değişen ihtiyaçlar da Demirtaş’ı mevcut Kürt siyasetinin, PKK çizgisinin karşısına çıkarabilir. Peki, Demirtaş tarihin kendisini taşıdığı o karşılaşma anına hazır mı? Tabii ki değil. Ama liderlik de bu ilgiyi hak etmekle, onun gereğini yapmakla yani biraz cesaretle oluyor.

Rüzgarlar yine ters taraftan mı esiyor?

Hollanda’nın Türk Adalet Bakanı, 12 Eylül sonrası Türkiye’den botla kaçmış siyasi sığınmacı bir aileden gelen Dilan Yeşilgöz, ülkesindeki üniversite öğrencilerinin Filistin gösterilerine karşı Kenan Evren gibi tepkiler veriyor.Bu pozisyonun ucu anti-İslamcı, anti-Arap, anti-göçmen bir Avrupa ve Amerika Kemalizmine çıkıyor. Başka çare yok. Türkiye’den bakınca bu protestolar heyecan verici bulunuyor, bonkörce alkışlanıyor ve takdir ediliyor ama Araplarla, Orta Doğu’yla dayanışan, empati kuran Batılı muhaliflerin aksine buradaki muhalifler tam da bunlardan kaçmaya çalışırken yaşanıyor bu protestolar.

Birbirini tanımayan iki kişi aynı tetikçiyi azmettirip bir akademisyeni sebepsiz yere öldürtmüş

145 sayfalık Sinan Ateş cinayeti iddianamesinin özeti: Birbirini tanımayan iki kişi, aynı tetikçiyi azmettirip bir akademisyeni sebepsiz yere öldürtmüş! Cinayet büro amirleri, özel harekatçı polisler de onlara yardım etmiş.

Bu normalleşmeyi nereden hatırlıyoruz?

Çok güçlü bir iktidarın göklerden fanilerinin arasına inmesinin kendisi bile normalleşme demek oluyor. Ve bu bizim tarihimizde daha önce de yaşanmıştı. Üstelik bu kez göklerden fanilerin arasına inen 24 yıllık CHP iktidarıydı. Tamamen benzemiyor, kabul. Ama benzerlik beynimizin çalışmayan hücrelerini harekete geçiriyor.

Kayyım şampiyonluğa da mı karşı?

Sanal dünyada sembol savaşları yaşanan şehirlerde, gerçekte haftasonu maça gidip, şampiyonluk isteyen insanlar huzur içinde yaşıyor. Bir devletin esas görevi insanların huzurunu sağlamaktır. Huzuru bu kez devlet kaçırmamalı.

Bir benzerlik hikayesi: Denizli Hadisesi

Erdoğan’ın “Kuvayi Milliye ne ise Hamas da işte aynen odur” sözlerine tepki gösteriliyor.Tepkiler sadece Hamas ile ilgili ideolojik önyargıları ortaya koymuyor, Kuvvayi Miilliye konusundaki tarihi bilgilerin ne kadar kof olduğunu gösteriyor. Mesela 9 Temmuz 1920’deki Denizli Baskını’nı bugün kimse hatırlamıyor.

Barselona, Tokyo, Atina ve İstanbul: Hayaller-hayatlar

Numbeo sitesinde dünyanın farklı şehirlerindeki güncel fiyatları karşılaştırabiliyorsunuz. İstanbul ile üç şehri karşılaştırdım: Tokyo, Berlin ve Barselona. Barselona’da yaşayan birinden üç kat, Tokyo’da yaşayan birinden dört kat daha az kazanıp, onlardan biraz daha düşük fiyatlarla bir hayatı yaşamaya çalışıyoruz.

Bu tekinsiz dünyada ülkeyi kim koruyabilir?

Soru şöyle de sorulabilirdi: “Bu tekinsiz dünyada Türkiye’yi kim, hangi lider, hangi iktidar koruyabilir?” Ama cevaba gelmeden sorunun kendisi bile “iktidar propagandası” hissi uyandırmaya yetiyor. Zaten tam olarak da bu hissi konuşmalıyız. 2028’in kaderini bu soru belirleyecek. Peki iktidar ve muhalefet bu sorunun akla ilk gelen cevabı olabilmek için ne yapıyor?

Bana kimle bayramlaştığını söyle…

2015’e kadar partiler arası bayramlaşma listesi en uzun parti AK Parti’ydi. Bugün ise CHP. Yani çok uzun yıllar boyunca AK Parti’nin durduğu her partiyle diyalog halindeki merkezi pozisyonda bugün CHP var. Kapsayıcılık siyasette hala en kritik kavramlardan biri olmaya devam ediyor. Bayramlaşma listesi uzadıkça partilerin oyları arttı, kısaldıkça azaldı. Yani bayramda partiler arası ziyaretler deyip geçmeyin.

Merhaba ey post-Kemalist CHP

Bundan 30 yıl önce İmamoğlu’nun yaptığı gibi makam odasına mevlithan çağırtıp dua okuyarak göreve başlamak değil, Erdoğan’ın göreve Fatiha okuyarak başlaması bile “ne var ki bunda” denmeyecek ciddi bir krize neden olmuştu. Bugün CHP’li başkanların yaptıklarının benzerleri ise RP, FP, AK Parti kapatma davalarında iddianameye “laiklikliğe karşı odak” olmanın delilleri olarak girdiler. CHP için artık merkeze yönelmek, iktidar olmak ve geniş kitlelerden oy almanın yöntemi çok açık: Cumhuriyetçi-Kemalist dili ve tarzı aşmak, onları esnetmek. Yani post-Kemalistlerin dediğini yapmak…

AK Parti’nin boşalan havuz problemi

Sadece ekonomi, aday tercihleri ya da “iktidar kibri” değil, bir tür farkına varılmayan iç kanama gibi sosyal, demografik, siyasi değişim de AK Parti havuzunu yavaş yavaş boşaltıyor. Sular sadece fazla uzamış bir partinin iktidarından akıp gitmiyor, büyük kalabalıkların büyük mücadelelerle biriktirdiği miras ve itibardan da gidiyor