Yıldıray Oğur
94 yıllık bir tartışmanın tarihi -5-
Demirel Meclis’i fesih yetkisi olan güçlendirilmiş iki turlu seçimle seçilen bir cumhurbaşkanı ve bakanların Meclis dışından seçilmesi önerilerini görev süresinin bitimine kadar savundu.
94 yıllık bir tartışmanın tarihi -4-
Muhalefet liderleri İnönü ve Demirel, Özal’ı o sırada çok yakın olduğu Bush’a imrenmekle suçluyordu. Özal’ın başkanlık tezlerini sert sözlerle eleştirilerden biri de başkanlık sistemini MNP, MSP programlarına koymuş Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan’dı:
94 yıllık bir tartışmanın tarihi-3-
Özal, sekiz yıl önce darbe yapmış Cumhurbaşkanı’ndan sonra koltuğa o kadar kolay oturamayacağının farkındaydı. 1988’in ilk günlerinde Hürriyet gazetesine konuştu: "Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin."
94 yıllık bir tartışmanın tarihi -2-
27 Mayıs 1960 darbesiyle Türkiye ilk defa Cumhurbaşkanı ve Başbakan yerine yeni bir pozisyonla “Devlet ve Hükûmet Başkanı” adlı bir çeşit askerî başkanlık tipiyle tanıştı. İronik olan Cemal Gürsel’e bu unvanı veren Geçici Anayasa’yı hazırlayan İstanbul ve Ankara Üniversitesi hocalarından bir kısmının Yassıada’daki idam kararlarını veren Yüksek Adalet Divanı kararının teorik kısımlarını yazmasıydı. O bölümlerde aynı hocalar, Demokrat Parti’yi “kuvvetler ayrılığı” ilkesini ihlal etmekle suçlamışlardı.
94 yıllık bir tartışmanın tarihi -1-
Kriz zamanlarından birinde yakın çalışma arkadaşlarıyla Ankara Garı’nda toplantılar düzenleyen Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilanına bir ay kala niyetini Viyana merkezli Neue Frei Presse gazetesinin Ankara temsilciğini yapan Hans Joseph Lazar’a anlatmıştı.
Darbeciler Meclis’i neden bombalamıştı?
150 yıllık yakın tarihimizin kalbi Meclis’tir. Ne kadar aşağılansa, kapatılsa, yetkileri elinden alınsa, “el kaldır, indir” muamelesi yapılsa da siyasi tarihimiz bu Meclis’te yazılmıştır. Yerli ve millî, genlerimize yerleşmiş bir siyasi model aranıyorsa çok eskilere, Bilge Kağan, Tonyukuk, Kanuni’ye gitmeye gerek yok, bugün var olan bütün ideolojilerin doğduğu son 150 yıllık tarihin gösterdiği gibi o Meclis’ti.
Saldırıyı DEAŞ yapmış olabilir mi?
Sonuç itibarıyla bu katliamı DEAŞ üstlenmiş olmasına rağmen DEAŞ’ın yaptığına pek inanan yok. DEAŞ bile yapmış olsa peki DEAŞ’ın arkasındaki güç bize ne demeye çalıştı diye bitiyor cümleler. Paris, Brüksel, Berlin katliamlarından sonra Fransızların, Belçikalıların, Almanların aramadığı, bulamadığı cevapları biz buluverdik işte. Onların sormaya çekindiği soruları biz soruyoruz. Bizim gazetecilerimiz, uzmanlarımız DEAŞ’ın arkasında ABD’yi tespit ediverdiler, Fransız, Alman bunu yapamazdı, eli kolu bağlıydı ya da işbirlikçiydi.
Cuma hutbesinden katliam çıkarmak
Hâlbuki katliamla Türkiye’de yıllardır muhafazakâr kesimlerde süren yılbaşı karşıtı kampanyaları birbirine bağlamak ucuzluğuna düşmeden, bazı gazete ve kurumların yılbaşına karşı takındıkları yakışıksız ve saldırgan tavır eleştirilebilirdi, bu eleştiriye muhafazakâr kamuoyundan da katılacak çok sayıda insan bulunabilirdi. Yine kutlama mesajı yayınlayan liderlerden, evinde mandalina soyup, TV izleyen vatandaşa ve dışarıya çıkıp eğlenenlere kadar çeşitli şekillerde yılbaşı kutlayan insanların varlığını kabul edip, onların aynı zamanda cuma ya da en azından bayram namazlarının da müdavimi olabileceği Diyanet’e hatırlatılabilirdi.
Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz 2017
Şayet birbirimizi sakince ve ön yargısız dinleyebilseydik, birbirimizden ölesiye nefret etmeseydik, eleştirilere daha tahammüllü olsaydık, 7 Şubat 2012’ye rağmen 17/25 Aralık 2013, 17/25 Aralık’a rağmen de 15 Temmuz 2016 yaşanmayabilirdi.
Elçiye nasıl zeval olduğunun kısa tarihi -2-
THKP-C’nin neden Elrom’u seçtiği ise hâlâ meçhul. Korumasız olması, kaçırılmasının kolay olması ilk sebepler. Ama başka iddialar da var.
Elçiye nasıl zeval olduğunun kısa tarihi
Patlama savaşta tarafsız kalmaya çalışan Ankara’yı telaşlandırmıştı. İsviçreli kriminolog Jean Marc Payot’un katkılarıyla polis patlamada etrafa saçılan ceset parçalarından üzerinde bomba patlayan saldırganın kim olduğunu aramaya başladı. Caddede bulunan “Hatay” marka ayakkabıdan, onun satıcısına, oradan da saldırganın kaldığı otele ulaşıldı. 72 saat sonra saldırganın kim olduğu bulunmuştu...
Bir kere daha Guernica düşerken…
Guernica tablosunun daha büyük bir kopyası İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden kurulan BM Güvenlik Konseyi salonunun arkasına asıldı. Savaşın kazanan büyük ülkeleri ABD, Britanya, Fransa, Rusya ve Çin’e veto hakkı tanındı. Ama o salonda, Guernica tablosunun önünde veto için kalkan ellerle sağlanamayan ateşkes yüzünden Halep’te insanlar katledildi, 40 yıllık bir diktatörlüğe, Rus ve İran ordularına, Şii milislere karşı direnen bir halkın özgürlük ümitleri yok edildi.
Akdeniz’de bir geminin başına gelenler…
Gemiyi kimin batırdığı sorusunun cevabı Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya arşivlerinde bir yerde saklı. Cevabın bugüne kadar ‘bulunamamasının’ sebeplerinin başında belki de devletin o cevabı bulduğunda ya da kamuoyuna açıkladığında olabileceklere bu 75 yıl içinde kendini hazır hissetmemesiydi.
Türkiye Suriye’de neden geç kaldı?
Eğer Türkiye bugün yaptığını üç, iki ya da bir yıl önce yapsaydı karşımızda bambaşka bir manzara olabilirdi. Halep bu hâlde olmazdı. PYD bu kadar mevzi kazanmamış olurdu.
Şanghay’a giderken…
Batı’ya kızmakta sonuna kadar haklıyız. Suriye için, 15 Temmuz için, PKK için ABD’yle AB’nin mide bulandıran politikalarına ses çıkarmamak yanlış olurdu. Ama onlara kızıp kendimizi soğuk bozkırlara da atmayalım.
Tenis Kulübü’nden Boks Kulübü’ne…
İşte Avrupa, Brexit’ten sonra böyle sallanırken, daha 5 ay önce darbe atlatmış Türkiye’yi de kaybetmeyi göze almaya karar verdi. Avrupalı solcuların ve liberallerin reel politiği göz ardı eden bu snobluk ve jakobenizmi yüzünden, sadece Avrupa’da seslerinin duyulmadığını düşünenlerin oylarıyla ırkçılar, aşırı sağcılar yükselmiyor ayrıca Avrupa Birliği de bir zamanlar girmeyi çok isterken sık sık örnek gösterdiğimiz bir "tenis kulübü" olmaya doğru ilerliyor.
Franca Viola’nın ahı…
Her ne kadar başka bir hukuki ihtiyacı karşılamak için hazırlanmış olursa olsun, kötü yazılmış bir teklifle 79 yıl boyunca “tecavüzcüyle evlilik” maddeleriyle taşınmış utancın yükünün yeniden Türkiye’nin ve bu maddeleri kaldırmış bir iktidarın üzerine yıkılması büyük bir haksızlık olur. Neyse ki bu hatadan dönüldü.
İntihar bombacıları neyiniz olur?
PKK, dünyanın en şanslı terör örgütü olmalı. Şehirlerin ortasında canlı bombalı katliamlar yapsa da hatta kendi siyasi partisinin mensuplarını öldürse onların ölümüne neden olacak saldırıları hiç düşünmeden organize etse de, uğruna savaştığını söylediği Kürtleri katletse de adını vererek onu kınamayacak, yine başkasını suçlayacak epey kelli felli, itibarlı insanlardan oluşan bir hayran kitlesi var.
Peki ama neden susuyorlar?
Şimdi şikâyet ettikleri iktidarın biçimini de muhalefetin meşruiyet sınırlarının dışına çıkması, şiddetle arasına mesafe koyamaması belirledi. O yüzden “korkunç diktatör Erdoğan”, “faşist AKP” tespitleri dışında kendilerine dönüp bakmadıkça, şiddetle ve gayri meşru yapılarla aralarındaki mesafeyi açmadıkça, ortaya toplumu yanına alacak, ahlaki üstünlüğü ele geçirecek bir muhalefet cephesi ve iktidar alternatifi çıkmayacak.
Bu nasıl bir cumhuriyet?
Neden bu kadar kolay kandırılıyoruz, hangi önyargılarımız, toplumsal güvensizliklerimiz, siyasi, sosyal açıklarımızdan sızıyor niyeti bozmuşlar görerek sahiden cumhur oluyoruz. Tam farkına vardığımızda sahiden coşkuyla, birlikte ve samimiyetle kutlayabileceğiz Cumhuriyet’i…
Komisyondan al haberi…
Eski İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın komisyondaki anlatımı da darbe gecesi hükümet cephesini neler yaptığını anlamak açısından önemliydi. Onun anlattıkları arasında en ilginci PKK’nın darbe öncesi bir yıl boyunca hendek terörü ile FETÖ'cü asker ve Jandarma arasındaki ilişkiye dair söyledikleriydi.
Leyli meccani ve maalesef acıklı…
Meclis Komisyonu’nun 15 Temmuz’u ve Türkiye’nin yakın tarihini anlamak için üç günlük performansının bile çok öğretici olduğunu teslim etmeliyiz. Komisyon tutanaklarının yer aldığı sayfa bir süre sık kullanılanlar arasında yerini alacak gibi görünüyor.
Bastırılmış darbenin direnişçisi çok olur
Son üç yılda içeriden ve dışarıdan yapılan bu kara propaganda haberleriyle böyle böyle hava zehirlenmedi mi, Türkiye darbe olabilecek ülke durumuna getirilmedi mi? Herhalde entelektüellerinin ve gazetecilerinin bu kadar kolay kandırılabildiği, süzgeçlerinin bu kadar geniş olduğu, propagandanın, hakikate bu kadar baskın çıkabildiği ve tercih edilebildiği başka bir ülke pek yoktur.
Rezil olan Hurşit Külter mi? -2-
#hurşitkülternerede’ye gelmeden kaybolduğu haberinin yayılmaya başladığı 27 Mayıs 2016 sabah saatlerine kadar Hurşit Külter neredeydi ve kimdi sorusuna bir cevap bulmaya çalışalım.
Rezil olan Hurşit Külter mi?
Devlette bir ilerleme olurken, muhalifler, insan hakları örgütleri 90’larda kaldılar. Ele geçirdikleri insan hakları mücadelesini de yoldaşı oldukları terör örgütlerinin propaganda araçlarına dönüştürdüler. PKK ve çevresi ne diyorsa ona sorgusuz inanmayı muhaliflik ve Kürt dostluğu zanneden kullanışlı aptallar, canlı bombalarla katliamlar yaparken bile PKK’ya yalakalık yaparak siyaseten onun etinden sütünden yararlanmayı düşünenler ya da radikal şık denen pozisyonda ezilenlerin haklarını savunan beyazlar olmanın keyfini çıkaranlar…
Muzdan çıkmış bir savaştan öğreneceklerimiz
Kolombiya’dan alınacak bir ders varsa giriş cümlesi herhalde şu olmalı; İktidarların türünü ve yaptıklarını çoğu zaman muhaliflerinin türü ve ne yaptığı belirler...
Amerikalı diplomatın günlüklerindeki Lozan…
Lozan’ın Türkiye’den daha büyük bir kazananı vardı; Grew’in ülkesi Amerika Birleşik Devletleri... Lozan’ın masada az konuşulsa da esas büyük gündemi Musul’du. Britanya Lozan’a Musul konusunu çözmek için gelmişti. ABD’nin amacı ise Musul konusunda Britanya ve Türkiye’nin kendisini dışlayan bir çözüm bulmasını engellemekti.
Pantolonu hep ütülü darbeci…
Ortada böyle bir tarih ve gerçekler varken ve ısrarla “darbenin siyasi kanadını” arayanlar, bulamadıkça da “nasıl olmaz siyasi kanadı olmayan darbe mi olur” diye mesnetsiz söylenenlerin, fırsat bu fırsat siyasi rakiplerini parmakla işaret edenlerin derdinin darbecilerle hesaplaşmak olmadığı açık.
At izini kaybetmemek için…
Bütün bu hesaplaşmaların, sonunda herkesin güvende olacağı, hak edenin hak ettiği yere geleceği, kimseye kumpas kurulamayacak, kimsenin medyadan yargısız infaza uğramayacağı, hukukun ve demokrasinin hakim olacağı bir Türkiye için olduğu umudunu korumak herkesin görevidir.
55 yıl sonra kazılan tünel
Hepsi Menderes âşığı. Menderes’in gözlerinin önündeki Yassıada’da tutuklu olmasını içlerine sindiremeyen Demokrat Partililerdi. Bir gün Kumkapı’da yemek yiyip, içki içerken kendilerini avutmak için sabaha kadar bir plan yaptılar. Kumkapı’dan bir tünel kazıp denizin altından Yassıada’ya gidecek ve Demokratları kurtaracaklardı.