Yıldıray Oğur

Hilafetten uzaya Türkiye’nin çılgın gündemi bize ne söylüyor?

Daha bir ay önce iktidarın hilafet getirmesinden endişe edenler, 20 gün sonra aynı iktidarın uzaya gönderdiği ilk Türk astronotun ilk sözünün Atatürk’ten “İstikbal Göklerdedir” olmasıyla mutlu oluyor. Galiba yanlış şeylere ve yanlış yerlerden muhalefet ediyorsunuz ve bunun kimseye bir faydası yok.

Türk “whistleblower”ın cenazesindeki çelenkler

İstihbaratçı bir babanın oğlu olan Mehmet Eymür için bildiklerini ifşa etmek, sır tutmaktan daha heyecan vericiydi. İki MİT Raporu’nu sızdırdı. Komisyonlarda, davalarda tanıklık yaptı. Röportajlar verdi. Hatta 2000 yılında henüz Twitter ya da Kurtlar Vadisi bile yokken Atin. org sitesini açıp, bildiklerini 2021’e kadar anlattı. Bildiklerinin hepsini anlatacak kadar fırsatı olmuştu, ne kadarını anlattığı ise meçhul. Ama yine de o klişe bu örneğe tam oturmuyor. Mehmet Eymür için sırlarıyla gitti diyemeyiz.

Ankara’da bir evin hikayesi

Vehbi Koç “Büyük paralar kazanır, en güzel yerlerde yaşarlardı. Biz de onlara hayran hayran bakardık” dediği Katolik zenginlerinden birinin evinde 20’li yaşlardan itibaren yaşamaya başlamıştı, yani hayran hayran bakışları çok da uzun sürmemişti. 80 yıl sonra verdiği röportajda bile hala içinde tuttuğu sınıfsal öfkesinin sebebi daha çok ideolojik gibi görünüyor.

AK Parti neden siyasetten aday çıkaramadı?

Peki, bizzat kendisi siyasetin çekirdeğinden gelmiş Erdoğan’ın İstanbul için aralarında tercih yaptığı adaylar neden siyaset değil de bürokrasi kökenliydi? Çünkü AK Parti, uzun bir süredir artık devletle iç içe geçmiş bir parti. Valiler, bürokratlar, emniyet müdürleri hatta Genelkurmay Başkanları siyasileşti. Parti kadrolarıyla, bürokrasi kadroları birbirine karıştı. Özgürce siyaset yapma, konuşma tekeli sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’da olunca, diğer siyasilerin profilleri silikleşti.

Kutuplaştırarak İstanbul kazanılabilir mi?

İstanbul hem iki kutuplu olmayan çok kutuplu, çeşitli, renkli, çok kültürlü bir şehir, hem de son dört seçimden üçünde birleşik muhalefetin iktidarın az farkla önünde çıktığı, sadece CHP’lileri, laikleri kutuplaştırarak yüzde 50’ye ulaşılamayacak bir şehir. İmamoğlu’nun seçimlerdeki en büyük rakibi AK Parti adayı olacak. Ama bir rakibi daha var. Bugünlerde kutuplaşmanın tadını çıkaran partisi ve bu tadı hep çok sevmiş muhalif medya…

Eminönü’nde işportacıdan aldığı 80 liralık bayrakla Şişhane’de hilafet isteyecekken son anda durdurulan İsmail Aydemir!

Gariban bir temizlik görevlisinden hilafetçi, 80 Tl'ye işportadan aldığı tek tarafında baskı olan bir bayraktan hilafet bayrağı, muhtemelen o bayrağı Suudi Arabistan bayrağı sanıp, zayıf bulduğu adamın suratını yumrukla dağıtmış cahil bir öğrenciden cumhuriyet kahramanı çıkardınız. İkna edici olmayınca bir de üstüne konuyla alakasız, eski bir videoyu da dolaşıma soktunuz. Serseri bir yumruğu savunmak için bu kadar yalanla seferber olan koca siyasi partiler İsmail Aydemir'den özür dileyecek mi?

2024’te siyaseti bekleyen sınavlar: Radikalleşme, marjinalleşme, kapsayıcılık

Seçim yenilgisi öğretici olmak bir tarafa nefreti artırıyor, muhalefeti radikalleştiriyor. Yerel seçimlerden sonra Türkiye'yi seçimsiz dört yıl bekliyor. Bu dört yılda en büyük sınavı ise muhalefet verecek. Muhalefet kendi içine, kendi doğrularına doğru çekildikçe büyüyecek mi küçülecek mi? Son Suudi krizi gibi histeri krizleri, popülist milliyetçi fırsatçılıklar bu işlerin “kralını yapmış” iktidar karşısında işe yarayacak mı? Yoksa muhalefeti radikalleştirip, radikal sesleri büyütecek, iktidara seçmenini rahatça konsolide etme fırsatı mı verecek?

Riyad’da krizi kim çıkardı?

Maç öncesi Norm Ender'in İstiklal Marşı ve 100. Yılı marşını orkestrayla söyleyeceği, tribünlerde Atatürklü ve Türk bayraklı koreografi yapılacağı duyurulan bir maç nasıl Atatürk merkezli krize döndü?

Her şey geçer, geçmiş hariç

Bugün mezarı bile belli olmayan Şeyh Said’i örnek alan, onun yolundan giden kimse de kalmadı. Ama Şeyh Said isyanının sonrasında yaşananlardan öğreneceğimiz çok şey var. Çünkü esas o tehlikeli ve sık sık da tekrarlanıyor. Takrir-i Sükun fırsatçılığı diye özetlenecek bu tavrın Cumhuriyet tarihinde pek çok örneği oldu. Özetle; isyan, darbe, terör gibi büyük toplumsal travmaları hukuku, insan hak ve özgürlüklerini atının terkisine atmak, siyaseti, muhalefeti kriminalize etmek için kullanma fırsatçılığı bu.

Yüzündeki Rabbi Yessir’e ne oldu?

Peki ne oldu da şimdi Akşener, İmamoğlu’nu partisinin içişlerine karışmak, operasyon çekmekle suçladı ve bunu savaş ilanı olarak gördüğünü açıkladı? İmamoğlu’nun yüzündeki “Rabbi Yessir” mi kayboldu? Mesele kişisel değil, yapısal görünüyor. O yapısal sorun da bu iki parti arasında birbirine operasyonu, içişlerine karışmayı mümkün kılan yakınlaşma ve mesafesizlik. İYİ Parti neredeyse CHP içinde bir hizbe dönmüştü. Şimdi CHP’den uzaklaşmaya çalışıyorlar ama parti artık daha fazla seküler milliyetçi yani daha fazla CHP’li. Bir de meselenin konuşulmayan İmamoğlu tarafı var. Kıyametin gelişini hızlandırmaya çalışan Evanjelikler misali, kariyerini hızlandırma çabaları İmamoğlu’nu yüzünde “Rabbi Yessir” görünenden, savaş ilan edilene çevirdi.

Merkez Bankası başkanı İstanbul’da neden ev bulamadı?

Ekonomistler bu röportajla MB’nin itibarının yatırımcılar ve finans sektöründe zarar gördüğünü düşünüyor. Muhtemelen öyledir. Ama unuttukları bir şey var: MB’nin uyguladığı politikaların bizzat mağduru olan milyonlarca insan var. Onların gözündeki itibar da önemli. Tam da bu empati eksikliği ekonomide doğruları savunanları seçimlerden önce halkın gözünde duygusuz, teknik, zenginlerin, finans çevrelerinin sesi gibi gösterdi. Muhalefetin Hafize Gaye Erkan’dan da öğrenecekleri var.

“Yerli ve milli öteki”

Kurdish Studies Center’ın “Kürt Meselesi ve Kürt Algısı” araştırmasının sonuçlarına göre Suriyeliler ve göçmenler ile karşılaşan Türkler için Kürtler buralı, bizden insanlara dönüşmüş, algı pozitife dönmüş. Türkler, Kürtlerin kimlik talepleri söz konusu olduğunda hala o kadar sevecen değil. Ama bir pencere açılmış. Bu pencerenin nasıl açıldığının cevabı araştırmanın TÜİK verilerinden derlediği istatistiklerde olabilir. Demografik avantaj, Kürtleri, siyaseten dikkate alınması ve ittifak aranması gereken bir aktöre çeviriyor.

Türk lives da matter mı?

Somali Cumhurbaşkanı, Büyükelçi ve beraberindeki Türk askeri heyetiyle acaba ne görüşmüştü? Herhalde bu bir teşekkür kabulü değil. Amerika’da beyaz polis siyah genci boğarak öldürünce günlerce insanlar sokaklarda Black Lives Matter (Siyah hayatlar değerlidir) sloganıyla yürümüşlerdi. Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun öldürdüğü iki çocuk babası motorkurye Yunus Emre için bakalım birileri “Türklerin hayatları da değerlidir” diyecek mi? Yoksa bir motorkurye için müttefik Somali’yi kızdırmaya değmez mi denecek?

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi’nde ne işim vardı?

Yeni Türkiye’nin yeni TÜSİAD’ı, 90’larda MÜSİAD’ın yaptığı gibi tabana yayılan tartışmalar yürütüyor, Anadolu’da toplantılar düzenliyor, kendi dar kabuğundan çıkıp farklı kesimlerden insanlarla temas kuruyor, bu tarz toplantılarda ezbere sıralanan en garanti laflarla da olsa kapsayıcılığı dert ediyor. Sonu merak uyandıran, sürprizli bir hikaye bu.

Spotify listesinden nasıl depresyondaki Türkiye çıktı?

Dünyanın en büyük müzik paylaşım programı Spotify, her yıl olduğu gibi bu yıl da 2023’de platformda en çok dinlenen şarkı ve şarkıcıları açıkladı. Şarkıların çoğu Besk Rap, yani arabesk rap tarzında. Peki 90’ların sonlarında, 2000’lerin başlarında doğmuş bu gençler neredeyse ölmekte olan arabeski yeniden nasıl keşfettiler? 20’li yaşlara kadar ne yaşamış olabilirler ki ki bu kadar dertli şarkılar yazıp, söylüyorlar ve dinliyorlar?

Genç Ecevit’in sahaftan çıkan mektupları: “Hayat dalgalar gibi üstümüzden geçecek”

Bülent Ecevit'in 1944 yılında 19 yaşında Ankara’dan İstanbul’daki arkadaşı Ahmet Emin Yalman’ın oğlu Tunç Yalman’a yazdığı mektuplar sahaftan çıktı. Mektuplar 40'ların Türkiyesi’ndeki Cumhuriyet’in ilk elit neslinin hayatına bir kapı açıyor. Buhranlı Ankara, Robert Kolej'de "burjuva mistisizmi", Ecevit’in komünizme mesefesi, kolejdeki yakın dostu Cerrahi şeyhi Tosun Baba ve Dördüncü Yol’un kurucusu ezoterik filozof George Ivanovich Gurdjieff’in Türkiye’deki etkileri ilk göze çarpanlar.

Denizbank 49.500 vuruşta ne anlattı?

Bu dolandırıcılığın baş aktörünün Seçil Erzan olduğuna bir şüphe yok. Zaten her iki ifadesinde de bunu bizzat kendisi anlatmış.Yani aslında konu adi bir suç olarak kalabilirdi.Ama olayın güçlü aktörlerinin yırtmak için yaptıkları kamu olarak bizi yakından ilgilendiriyor.

Peki patron ve imparator nerede?

Sanıklardan ikisi Denizbank yöneticisi, müştekilerin üçü Fatih Terim’in kızı, damadı ve yeğeni. Peki bütün bunlara rağmen bu davada kim yok dersiniz? Fatih Terim ve Denizbank. Adıyla insanların dolandırıldığı iki isim Fatih Terim ve Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş bu davanın hiçbir yerinde yoklar.Banka Müdürü Seçil Erzan ve şube müdür yardımcısıyla birlikte bankayla ilgisiz dört kişinin içinde olduğu altı sanık arasında da, müşteki olan 16 kişi arasında da yoklar.Hatta daha da ilginci adları kullanılarak yapılan dolandırıcılığın iddianamesinde ifadeleri bile yok! Peki, bu nasıl mümkün olabildi?

Aşırı sağcılar nasıl İsrailci oldu?

Batılı aşırı sağcı denince aklımıza dazlak kafalı, Nazi bayraklı, Hitler selamı veren sinirli adamlar geliyor. Onların Yahudileri sevmediğini anlamak için konuşmalarına bile gerek yok. Ama artık bu epeyce demode bir aşırı sağcı karikatürü. Çünkü dazlak kafalı aşırı sağcılar gitti yerine İsrail bayraklı aşırı sağcılar geldi.

Zincirlikuyu Mezarlığı’nda krematoryum efsanesi

Metin Uca’nın yakılma vasiyetiyle 1930’larda Zincirlikuyu Mezarlığı’nda Atatürk'ün talimatıyla bir krematoryum açıldığı ama daha sonra yıkıldığı efsanesi yeniden dolaşıma girdi. Tarihi yeniden yazmanın tuhaf örneklerinden biri bu efsane.Ama her kelimesi uydurma. 1930'larda öldükten sonra yakılmak için 3500 kişinin başvurduğu Ölüleri Yakma Cemiyeti'nin kurucuları bile musalla taşından bu dünyadan uğurlandı. Bazı kültürler ideolojilerden ve siyasetlerden bile güçlüdür. Laik vasiyetler de İslamcı tekfircilik de onlara işlemez. O gelenekleri öylece yakamazsınız.

Habermas’ın kötülüğü neden sıradan?

2012 yılında İsrailli muhalif gazete Haaretz’e konuşan Habermas, İsrail hükümetinin Filistinlilere baskılarıyla ilgili bir soruya “Mevcut durum ve İsrail hükümetinin politikaları siyasi bir değerlendirme gerektirse de, bu benim neslimden bir Alman vatandaşının işi değildir” demişti. Tarihsel bagajlar yüzünden İsrail ile ilgili kamusal iletişimi, müzakereyi reddetmek, düşünmekten vazgeçmek Habermas’ı 94 yaşında katliam apolojistine bile çevirebiliyor.

Boykot? Yapılmışı var: BDS

Ramallah’ta toplanan Filistinli aktivistler 2005'te 'Boycott, Divestment and Sanctions (BDS)'. Yani “İsrail'e karşı Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi”ni başlattı. Somut ve işe yarayan boykotla İsrail’e zarar vermek isteyenler için bakılacak yer Instagram, Facebook, Twitter’daki listeler değil, BDS’nin sayfasındaki güncellenen listeleri.Tabii bu firmaları boykot etmek, köşedeki Starbucks’dan ki BDS boykot listesinde yok, kahve içmeme kampanyası yapıp, içenlerin elinden bardağını almak gibi kolay yerli kültür savaşlarına girmekten daha zor.

Anayasa Mahkemesi kimin umurunda?

Yüksek Mahkeme’nin yetkilerinin tırpanlanmaya çalışılması İsrail’de onbinlerce insanı aylarca sokaklara dökmüştü. Peki, Yargıtay’ın AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması skandalı Türkiye’de acaba kaç kişinin umurunda? Maalesef çok fazla değil. Çünkü, toplumun büyük bir kısmı için bu yaşananlar Ankara’da daha önce de benzerleri yaşanmış, yaşanan güç mücadeleleri. Ankara’da yüksek yargı kurumları arasındaki kriz doğrudan kimsenin hayatını etkilemiyor. Çünkü bu toplum hiçbir zaman zaten iyi bir hukuk devletinde yaşamadı. Gerçek bir hukuk devletinin ne demek olduğunu bilmiyor. Az hukuklu bir ülkede yaşamanın pratik yollarını buldu ve yıllardır bu düşük hukuk normlarında yaşamaya alıştı.

Ama matematiğin kuralları değişmedi

Peki Kılıçdaroğlu yenilince CHP’nin bir yüzyıl sonra yapmaya cesaret edebildiği helalleşme, kapsayıcılık, değişim, topluma ve sağa açılma siyasetleri de yenilmiş oldu mu? Şimdilik bu sorunun cevabı evet. Değişimciler daha kapsayıcı, özeleştiri veren değil, daha sol, daha içeriye dönen, muhafazakarlarla ittifaka karşı, daha özgüvenli bir CHP vaad ettiler. Bu CHP, CHP’lileri, esas olarak temsil ettiği laikleri mutlu edebilir, Özgür Özel ve ekibi masaya daha çok yumruk vurup, tribünleri coşturabilir ama daha önce de en iyileri ortaya konmuş bu siyasi performanslar CHP’yi iktidar yapamaz.

Ergun Özbudun’un hazırladığı anayasaya ne olmuştu?

Toplumlar ellerine geçen fırsatları işte bazen böyle heba edebiliyorlar. 2007'de Ergun Özbudun başkanlığındaki komisyonun hazırladığı Anayasa da o fırsatlardan biriydi. O tarihi fırsat kibirden ve önyargıdan kaçırıldı. Hatta elini taşın altına koyanlar yandaş, YAE’ci diye damgalandı. Sonradan öğrendik ki AK Parti, içinde sırf üniversitelerde başörtüsüne özgürlük getiren bir madde var diye Türkiye standartlarının hala çok ilerisinden olan o anayasa teklifini geri çekmezse hakkında kapatma davası açılmakla tehdit edilmişti.

Hayır, bunu sana entelektüeller yapmadı

Nilüfer Göle, hatta Tanıl Bora başka pek çok liberal, demokrat, sol-demokrat aydın gibi zamanında dincileri şımartıp, başımıza çıkaran, ağacın yaşken eğilmesine itiraz eden, Kemalizmi, orduyu eleştirip AK Parti’nin önünü açan hainler listesine eklendi. Ve bir kesimin gözünde sonsuza kadar susmaya mahkum edildi. Bu tek taraflı müebbet susma cezasını bozdukça da “bu hala konuşuyor” tarzı magandaca anti-entelektüel tepkiler, homurtu sesleri duyuluyor. Önyargılarınızın öngörü olduğunu zannediyor, bizi mutlu cehaletimizle baş başa bırakmayıp kafalarımızı karıştırdıkları, kendi mahallerinin dışına çıkmaya cesaret ettikleri için entelektüelleri suçluyorsunuz.

Kimsesiz Cumhuriyet’in kimseleri…

Ordunun geri çekilmesi, CHP’nin zayıflamasıyla Cumhuriyet’e yön veren, ideolojik olarak onu bir çizgide tutan, giriş çıkışları engelleyen bir ev sahibi de kalmadı. İktidarın, zamanında uğruna ve adına çok dayak yediği Cumhuriyet’i parlatmak, ona sahip çıkmaktaki gönülsüzlüğüyle de kimsesizlerin kimsesi olduğunu iddia eden Cumhuriyet ideali de kimsesiz kaldı. Cumhuriyet Bayramı kutlamaları da. Ama son 10 yıldır Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve bu trendin zirvesi olan 100’üncü yıl kutlamaları gösterdi ki artık kimsesiz Cumhuriyet’in ve Cumhuriyet Bayramı’nın bir kimsesi var; Cumhur’un kendisi. Cumhuriyet nihayet 100 yıldır misafiri, projelerinin nesnesi olan, bazılarının zaman zaman içeri bile almadığı cumhura emanet.

2023 Kürt Barometresi: Türkiye anormalleşirken Kürtler ‘normal’leşti

Diyarbakır merkezli Kürt Çalışmaları Merkezi, Kürt Barometresi araştırmasını açıkladı. Araştırmaya göre artık iç göç bitmiş, yerleşik bir halk Kürtler ve bu yerleşiklikten gelen muhafazakarlık ve refah da radikal fikirlerin gelişmesini engelliyor. Kürtlerin Kürtlük bilinci dil merkezli. Ama dil siyasetten çok kültürün konusu. Kürtçe anadil eğitimle ilgili talepler ilk sırada ama makul modellerle ifade ediliyor. Kürtler Irak ve Suriye’deki Kürtler ve meseleleriyle de çok ilgili değiller. Bütün bu rakamlar basit bir gerçeği ortaya koyuyor: Kürtler Türkiye normallerinde yaşamaya başladı. Ama Kürt kalarak ve Kürt kimliklerini koruyarak, Kürtçe’yi yaşatarak bunu yapmak istiyorlar. Bakalım Türkiye de normalleşip bu makul talepleri karşılayarak bu meseleyi çözecek bir olgunluğa tekrar gelebilecek mi? PKK ve Kürt siyaseti Kürtlerle aralarında açılan duygu makasından bir ders çıkaracak mı?

Beyaz adamın taşınması zor yükü

White Man’s Burden, Rudyard Kipling’in 1899’da yayınladığı ünlü eserinin adıydı. “Beyaz adam”ın gayri-medeni, vahşi dünyayı medenileştirme sorumluluğunu anlatıyordu. Ama artık beyaz adamın önyargıları, kültürel kodları temsil ettiği demokrasi ve insan hakları değerlerinin üzerine bir yük olmaya başladı. Gazze faciasıyla Türkiye’deki demokratların üzerindeki beyaz adamın yükü arttı, daha da artacak.Batı referansıyla demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yapmak artık daha da az ikna edici olacak.

Bregenz’deki bir mülteci kampından…

Savaş yıllarında, Avrupa’nın ortasındaki bir mülteci kampında doğmuş bir tarihçiden beklenen savaştan kaçmış mülteci Suriyeliler ya da 70 yıldır mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerle herkesten çok empati kurmasıdır. Ama devrin rüzgarları başka türlü esiyor. Şimdilerde Atatürkçülerin, Türkçülerin gözde tarihçisi. Tarihin ilgili sayfalarını kıvırıp, kağıttan uçaklar yaparak onları eğlendirmekle meşgul. Herkesi cehaletle suçlarken İsrail’in kuruluşunu Filistinlilerin toprak satmasına bağlayan bir Facebook, Whatsapp grubu cehaletine imza atması muhtemelen cehaletten değil.