İmamoğlu'ndan "İmralı ziyareti" açıklaması: “Sürecin milletin büyük kısmının onayını almayan biçim ve yöntemlerle sürdürülmesine katkı vermeyi doğru bulmuyoruz. Sürecin iktidar tarafından ciddiye alındığını gösteren demokratikleşme adımları atılmadıkça ve millet sürecin parçası kılınmadıkça, CHP sürece ihtiyatlı tutumunu sürdürerek katkıda bulunmaya devam edecektir. Genel Başkanımız Özgür Özel'in gösterdiği duruşu idrak edemeyenler için açıkça ifade etmek isterim ki: CHP Genel Başkanı yalnızca millet için siyaset yapar.”
Sivas’ta askerliğini yapmakta olan İbrahim Halil Horuz (21) terhisine 10 gün kala hayatını kaybetti. Annesi Cazibe Horuz, Serbestiyet’e konuştu: “Oğlumun kendini telle boğup intihar ettiğini söylediler. Morga gider gitmez boğazını kontrol ettim, hiçbir iz yoktu. Oğlumun intihar ettiğine inanmıyorum. Bir hafta önce, ‘Anne, sevdiğim yemekleri yap, az kaldı geliyorum’ dedi.” Horuz’un, 2 ay önce askerliğini yaparken alnından vurulmuş halde bulunan ve intihar ettiği açıklanan Celil Ağaç’la akraba olduğu öğrenildi. Her iki aile de Şanlıurfa’nın Arap aşiretlerinden.
İlber Ortaylı, Celal Şengör, Vedat Milor, Sinan Canan, Oytun Erbaş, Dücane Cündioğlu, Onur Ünlü… Hem apolitikler, hem politik. Hem “siyasetüstü”ler, hem “siyasetkıyısı”. Hem klasik, hem modern. Yedi kutsal isim, yedi guru, yedi kanaat önderi veya teknisyeni. Vedat Milor’un yemek konuşmasıyla, Dücane Cündioğlu’nun din ve felsefe konuşması, orta sınıfta tam olarak aynı duyguyu uyandırıyor, aynı damara dokunuyor.
Dünya çapında önümüzdeki 5 yıl içinde gözlemleyeceğimiz majör politik trendleri anlamak için, bu dönem İngiltere siyasetini takip etmenizi öneririm. Modern İngiltere tarihinde ilk defa merkez partiler, bazı anketlerden üçüncü (İşçi) ve dördüncü (Muhafazakâr) sırada çıkıyor. Zirvede %30 bandında olan Reform var. Ancak Reform’un panzehiri sanılanın aksine İşçi Partisi değil, ikinci sırada yer alan Yeşiller. Henüz seçime 4 sene var; ama Yeşiller’in
yeni lideri Zack Polanski’nin adını bir yerlere yazmanızı tavsiye ederim.
Türkiye'nin bugünkü manzarasında korku, artık dışsal bir baskı aracı olmaktan çıkıp içselleşmiş bir varoluş kipine dönüşmüş durumda. Bireyler artık yalnızca tehdit altında oldukları için değil, tehdit altındaymış gibi hissetmeye programlandıkları için susuyor, çekiliyor, geri duruyorlar. Böyle bir vasatta hafıza travmatize oluyor, siyaset anlamdan yoksunlaşıyor ve toplum, ortak gelecek düşünden uzaklaşıyor. Tam da bu noktada, Peckham’ın önerdiği “alternatif tarih” okuması, bir hatırlatma kadar bir çağrı niteliği de taşıyor: Korkuya teslim olmadan, onu tanımak ve aşmak için yeniden düşünmek.