1980’de darbeden bir hafta önce doğmuşum. Yirmilerimi 11 Eylül 2001’in gölgesinde geçirdim. Kırklarıma da pandemiyle girdim. Hesaplarıma göre altmışlarımda umarım dünyayı meteora karşı koruyacak bir teknoloji geliştirmiş oluruz.
Filiz’in o koyu karanlık uykudan uyanıp, gelin kahvaltısı hazırlamak üzere odasından çıkmasıyla evi tam takır bulmasının üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçmiş sahiden. İlk anın şokuyla soyulduklarını düşünmüş, kocasına seslene seslene kendisini odadan odaya atmıştı. Odalarda yoktu Fikret. Banyolarda yoktu. Demek o çıktıktan sonra girmiş hırsız.
Böbreğini bağışlamaya karar veren Idit Harel Segal’in babası ve kocası onun bedeni üzerinde hak ve söz sahibi olduklarını iddia edince, önce ailede büyük bir kriz yaşandı. Anne sağcı bir Yahudi ailenin üyesi, böbrekle hayata tutunacak olan kişi de Muhammed adında Gazzeli bir çocuk olunca mesele orada kalmadı, gazetelere haber de oldular.
Heykel, düşmanlığıyla da, “sevgisi”yle de skandal bu ülkede. O eski şarkıdaki gibi, “Varlığı bir dert, yokluğu yara” mı desem. Geleneksel, tarihsel, dinsel olarak “heykel”le kavga eden, ötesi plastik sanatları sahiden plastik (polyester, fiberglass) sanan bir zihniyetle karşı karşıyayız. İktidar heykeli sanatçının değil, kendi “kaide”sinde yükseldiği zaman “hoş görüyor”.