Cumhurbaşkanı, açıkladığı iradenin hiçbir itirazla karşılaşmadan tıkır tıkır işleyen bir süreçle yerine getirileceğine, asla refüze edil(e)meyeceğine inanıyorsa; HSK ve Yargıtay’da ona değil hukuka sadık “kuvvetli adamlar”ın olmadığından bu kadar emin olabiliyorsa, o devlette “kuvvetler ayrılığı” olabilir mi?
Eski MİT müsteşar yardımcısı Cevat Öneş ve MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş son günlerde dikkat çekici iki yazı kaleme aldı. Devlet içinden bilgi alabilen bu iki kişi sanki o bilgilere dayanarak bazı öngörülerde bulunuyor gibiler. Böyle olup olmadığını Vahap Coşkun’a sorduk.
“Bu süreçte Batı sadece korona ile değil, özgürlüğün patolojik bir anlayışla ele alınmasıyla da mücadele etmek zorunda kaldı. Türkiye gibi ülkeler bu açıdan avantajlı, çünkü bizler devletin bize söylediğini doğru kabul etme ve onun direktiflerine uyma konusunda uygun bir zihniyete sahibiz.”
Brezilya’daki sağlık otoritesi dün (12 Ocak), Türkiye’de de kullanılacak Çin aşısının koruyuculuğunu yüzde 50,4 olarak ilan etti, oysa SB Bilim Kurulu yüzde 91 demişti. Aslında ‘etkililik’ tartışması çok da anlamlı değil, çünkü bir şeyin etkililiğinin tartışılması ancak o şeyin varlığı koşullarında anlamlı; bizim ise sadece 1 milyon 500 bin kişiye yetecek kadar aşımız var.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmasının ardından başlayan öğrenci protestoları hakkında CHP’yi suçladı ve ana muhalefetin konuyu siyasileştirdiğini söyledi. Siyasi alanın iyice daraltılmasını imâ eden bu yaklaşımı Vahap Coşkun’a soru olarak yönelttik.