Ukraynalı sosyalist Taras Bilous bombalanan Kiev’den yazdı:
Batı Solu'nun büyük bir bölümü, Ukrayna krizine verdiği tepkiyi formüle etme konusunda berbat olduğunu dürüstçe kabul etmelidir. "Aptalların anti-emperyalizmi" Rusya'nın eylemlerine göz yummak anlamına geliyor.
Mateusz Morawiecki, Financial Times'a yazdı: Putin'in Ukrayna'ya açtığı savaş aynı zamanda batının ruhuna bir savaştır. Batıdaki bizler için zorbalığa boyun eğmeyeceğimizi gösterme zamanıdır. Batı, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün “tarihin sonunu” getirdiği yanılsamasına sarıldı. Ancak bugün tarih, savaş dahil tüm gücüyle geri dönüyor. Çaba olmadan dünyanın güvenli bir yer olacağı yanılsamasını bırakmanın zamanı geldi.
İngiliz muhafazakârların ünlü dergisi Spectator’da Jane Stannus, Kanadalı kamyonculara karşı Başbakan Trudeau’nun ilan ettiği Acil Durumlar Yasası’nı diktatörlük arayışı olarak değerlendiriyor: “Davranışlarına bakılırsa Trudeau, kamyoncu eylemleri başladığından beri, Kanada'daki mevcut olağanüstü halin kendisine tanıdığından daha geniş çaplı bir diktatörlük yetkisi elde edebilmek için bir tür şiddet ortamının oluşmasını arzuluyor; Mesela Kanada'nın 6 Ocak'ı (2021 senesinde ABD Kongre Binası baskınının yaşandığı gün) olarak görülebilecek herhangi bir olayın…
Geçtiğimiz birkaç on yıldır “barış”, “savaşın mantıksızlığı” anlamına gelmeye başladı. Bu "yeni barış" hali, istatistiksel bir tesadüften veya bir hippi fantezisinden ibaret değil. Bu durum, titizlikle hesaplanan ülke bütçelerine de açıkça yansıyor. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etme tehdidi, tam da bu nedenle dünya üzerindeki her insanı yakından ilgilendiriyor. Güçlü ülkelerin kendilerinden daha zayıf komşularını ''yemesi'' yeniden normatif bir hal alırsa, bu durum dünyanın her tarafındaki insanların duygularını ve davranışlarını derinden etkileyecektir.
Le Monde gazetesi 13 Kasım 2015’de Paris’in 7 ayrı noktasına düzenlenen ve 132 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısın faii olan IŞİD’lilerin yargılandığı mahkemeyle ilgili başyazı yayınladı: “Yapılan sorgulamalar, Gilles Kepel’in "İslam'ın radikalleşmesi" ve Olivier Roy’un "radikalizmin İslamileştirilmesi" tezlerinden ikincisini doğrular nitelikteydi. Davanın başlıca sanıklardan bazılarının cihada olan ilgileri, var oluşlarının sıradanlığına karşı bir meydan okumaya, bir kimlik arayışına, topluma duydukları nefrete ve İslam Devleti'nin mağduriyet söylemine olan bağlılıklarına dayanıyordu.