“Sarsıntı, 1990'ların Rusya'sını en iyi anlatan kelimedir. Üstelik buna ülkenin süper güç statüsünü ve dünya nezdindeki saygınlığını yitirmenin beraberinde getirdiği üzüntü de eşlik ediyordu. Vladimir Putin'in dediği gibi, Sovyetler Birliği'nin özlemini çekmeyenlerin ‘kalbi yoktu’ (aynı konuşmasında, onu diriltmek isteyenlerin ‘beyninin olmadığını’ da eklemişti); Rus kamuoyu araştırmaları, uzun yıllardır bu iddianın gerçekliğini doğruluyor…” Sheila Fitzpatric, theconversation.com için yazdı.
Thatcher'ın ve Reagan'ın devlet düzenlemelerini ortadan kaldıran ajandaları, geçtiğimiz kırk senede küreselleşmenin ve otomasyonun gün geçtikçe hızlanmasıyla birlikte eşitsizliğin iyice artmasına katkıda bulunarak, Burkeçü gelenekçiliğin ve toplulukçu milliyetçiliğin uygulanabilirliğini daha da azalttı. Aynı zamanda, sağcı medya kuruluşlarını destekleyen mega tekellerin ve multi-milyarderlerin ortaya çıkışı, sağın rekabetçi pazarlara olan bağlılığını gülünç bir hale getirdi. Gelinen noktada, sağ siyasetin kendisini bir kez daha baştan yaratması gerekecek.
New York Times’a göre Haiti lideri Jovenel Moise, uyuşturucu kaçakçılarıyla mücadele ettiği için öldürüldü. Ancak Haiti basını cinayete Amerika’nın da dahil olduğu görüşünde. Haiti medyasının yayınlarına göre son dönemde Türkiye ve Rusya’yı dış politikada ABD’ye alternatif olarak gören ve bu ülkelerle ikili ilişkileri ilerletmeye çalışan Moise, ABD’nin tadını kaçırdı.
The New York Times da İstanbul’da ‘sokak röportajı’ yaptı. Gazetenin İstanbul muhabiri bir halk ekmek büfesinin önünde kuyruk olan halka ve bazı fırın sahiplerine mikrofon uzattı.
The New York Times, geçtiğimiz Temmuz ayında yatak odasında suikasta kurban giden Haiti’nin eski başkanı Moise hakkında geniş bir araştırma yürüttü. Varılan sonuçlar şöyle: Başkan’ın koruma müdürü (şimdi tutuklu) Türkiye’den getirdiği silahları çetecilere dağıtarak sözde bir darbe planladı ve bu yolla, kendisine güvenmeyen başkanın güvenini kazandı. Sonra da suikast için gelenlere kapıları açtı!