Gazeteci Amberin Zaman kendi özgeçmişi üzerinden bugün Bangladeş’te yaşananları X hesabında değerlendirdi:
“Rahmetli Babam ve Bangladeş’in kurucusu rahmetli Şeyh Mucibur Rahman. Ruhları şad olsun.
Bangladeş’in tarihinden, Bengalilerin Pakistan’ın nüfus olarak çoğunluğunu teşkil ettiklerini ve ürettikleri jüt sayesinde sağladıkları döviz gelirine rağmen maruz kaldıkları zulüm ve ayrımcılıktan bihaber, ileri geri dar dünyalarından cahilce yorum yapanlar Şeyh Mucib’i CIAnin öldürttüğünü de biliyordur herhalde. Cinayetin mimarı da Henry Kissinger. Merak edenler Christopher Hitchens’ın kaleme aldığı “ The Trial Of Henry Kissinger”ı okuyabilirler.
Fransa’nın önde gelen entellektüellerinden rahmetli Andre Malraux Bangladeş’in özgürlük savaşına fiilen katılmak istemişti. Yaşı da 70 üzereydi. Bağımsızlıktan sonra Bangladeş’te ağırlanmış tercümanlığını da rahmetli babacığım yapmıştı.
Bir kaç ek hatırlatma Pakistan’da 1971’de yapılan ilk özgür seçimlerin galibi Şeyh Mucib’di. Pakistan seçim sonucunu yok hükmünde saydı ve Bengal halkı itiraz edince Pakistan ordusu acımasızca eylemleri bastırmaya başladı.
Bunun üzerine Şeyh Mucib bağımsızlık ilan etti ve iç savaş başladı. ABD ve Çin Pakistan’ın yanında yer alırken, Hindistan Bengalileri destekledi. Savaş boyunca Pakistan ordusu resmî rakamlara göre 3 milyon Bengalli Müslüman “kardeşini” katletti. Sayı muhtemelen daha düşük, bir milyon civarı diyenler var. Katliam 9 ay zarfında gerçekleşti. 300 bin Müslüman Bengali kadın Pakistan ordusu tarafından tecavüze uğradı.
10 milyon üzerinde Bengali Hindistan’a sığındı. Hindistan yıl sonunda savaşa Bengal Kurtuluş Hareketi’nin yanında yer almak üzere fiilen müdahale edince Pakistan ordusu yenilgiye uğradı. Özgür Bangladeş, Şeyh Mucibur Rahman’ın önderliğinde kuruldu.
Bir enkaz devralan Şeyh Mucib’in yönetim tecrübesi yoktu. Ekonomik kriz ağırlaştıkça ve halk tepki gösterdikçe otoriterleşti ama kurmaya yeltendiğini tek parti düzeni ancak 7 ay sürdü. Rusya’yla yakınlaşmasından huzursuzluk duyan ve Latin Amerika’da benzer solcu iktidarları darbeyle indirten CIA Mucib’e karşı kendi adamlarını kullanarak kanlı darbe düzenledi. Kendisi eşini, 3 oğlunu ve hamile gelini evlerinde katledildi. İki kızı tesadüfen Almanya’da bulundukları İçin kurtuldular. Biri Şeyh Hasina ardından siyasete soyundu.
Peş peşe ülkeyi yöneten generallerin ardından 1996’da iktidara gelen Hasina önce heyecan yarattı. Hindistan ile ihtilaf konusu olan Ganj nehrinin sularının paylaşımı konusunda anlaşma imzaladı ve etnik azınlık Budist dininden Çakma aşiretiyle barış anlaşması imzaladı. Bir tür Kürtlerle barış gibi düşünün ama çok daha mütevazi çapta.
Ana muhalefet lideri, Şeyh Mucib’in suikastinden sonra iktidarın başına geçen eski Genelkurmay Başkanı Ziyaur Rahman’ın eşi Begüm Ziya idi. General Ziya da 1977 yılında bir suikasta kurban gitmişti. Bağımsızlık savaşında yer almasına rağmen Ziya’nın Mucib’in ölümünde parmağı olduğu iddia ediliyordu. Kanıtlanmamasına rağmen bu iddia Hasina ve Begüm Ziya arasında derin ve aşılamayan husumet ve nefrete yol açtı.
İktidar iki kadının arasında gidip geldi. Sürekli kavga sürekli didişme derken memleket kilitlendi. (Bangladeş’teki İslamcı kesim Begüm Ziya’yı destekliyordu.) 15 yıl önce iktidarı tekrar kapan Hasina gittikçe otoriterleşti. Begüm Ziyayı hapse attı. Babası Şeyh Mucib’in adını ve bağımsızlık mücadelesini araçsallaştırarak baskı rejimi kurdu. Yolsuzluk gittikçe arttı (Gerçi Ziya’dan sonra başa geçen General İrşad yolsuzluk liginde level atlamıştı, metresi Mary İngiliz basınının diline düşmüştü). Hasina toplumdan koptu ve hazin sonuç ortada. Kendisiyle 1983 yılı da henüz muhalefeteyken tanıştım. Bizim evimizde kalmıştı ve birlikte umre yapmıştık. Dua ederken sürekli ağladığını hatırlıyorum.
Başa dönecek olursak Pakistan’ın kurucusu Şii mezhebinden olan Muhammed Ali Cinnah adında bir avukattı. Pakistan 1947 kısmen İngilizlerin böl yönet politikalarının marifetiyle kurulunca Cinnah’ın ilk icraatlerindan biri Pencabi dilini Pakistan’ın resmî dili ilan etmesi oldu. Zaten Batı Pakistan (bugünün Pakistan’ı) ile aralarında kocaman Hindistan bulunan dolayısıyla ortak sınırları bulunmayan Doğu Pakistan (bugünün Bangladeş’i) arasında böylece ayrılığın ilk fitilleri ateşlenmiş oldu.
Amberin Zaman’ın babası Arshad-uz Zaman eski Hindistan lideri İndra Gandi ile birlikte.
21 Şubat 1951’de dil kanuna yönelik gösteri düzenleyen Bengali öğrencilerin üzerine ateş açan Pakistan ordusu bir çok kişi öldürdü. Gösteriler gittikçe ayaklanma haline dönüşünce Pakistan hükümeti eti 1956 yılında ülke nüfusunun çoğunluğunun konuştuğu Bengalceyi resmî dillere katmak zorunda kaldı. UNESCO 1999 yılında 21 Şubat dünya anadil günü ilan etti.
Türkiye’ye gelince… Tıpkı Cezayir’in bağımsızlığını geç tanıdığı gibi Bangladeşinkini de geç tanıdı. Malum Kürt meselesini inkar etmekle meşgul bir devlet için etnik kimliği ve kültürü baskılanan ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören bir halkın mücadele sonucu bağımsızlığa kavuşması pek iç açıcı değildi.
Oysa ortak paydanın din olması aralarında ortak sınır dahi olmasa da iki halkın bir arada kalmaları için yeterli olmalıydı. Ama değildi. Çünkü eşitsizlik ve baskı üzerine kurulan hiç bir düzen ebediyen süremez. Bunu Şeyh Hasina da öğrenmiş bulunuyor. En azından hayatını kaybetmedi. Şu an Hindistan’da halen olayın şokundan kurtulmamış şekilde ne yapacağını bilmiyor. Tüm otokratlara ders olsun. Bangladeş’in bundan sonraki akibeti ise kocaman bir soru işareti.”