Şu anda devam eden Filistin yanlısı öğrenci protestoları 1960’ların sonundaki öğrenci protestolarıyla birçok benzerlik taşıyor. Lakin 1960’lardaki ayaklanmalar kendi dönemlerinin sorunlarını aşmak amacıyla yepyeni bir siyasi hareket öngörüyordu. Ne yazık ki şu anki protestolar için aynı şeyi söylemek güç; şimdiki protestocuların hedefleri çok daha mütevazi. Mütevazi olması nedeniyle de trajikomik hedefler.
Oldukça sıkıntılı bir çağı yaşıyoruz. Tıpkı Kutsal kitaplardaki doğal felaketler yaşıyoruz. Dubai’de ardı ardına yağan sağanak yağmurlar ya da Vietnam’ın aşırı ısınmış su havzasındaki kitlesel balık ölümleri gibi. Bu felaketlerin yakın zamanda yaşadığımız hararetli, sıcak siyasi ve sosyal olayları yansıttığını söyleyebiliriz.
Böyle anlarda soğukkanlılığı korumak ve yaşanan her türlü garabetin mümkün olduğunca yakından, objektif ve tarafsız bir şekilde analiz edilmesi büyük önem taşır. Özellikle şu günlerde, Hamas’ın geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleştirdiği terör saldırısına karşılık olarak İsrail’in Gazze’yi bombalaması ve işgal etmesini takiben yaşanan protesto gösterilerinden daha tuhaf pek az hadise yaşandı.
Yakın zamanda Almanya’nın Hamburg kentinde “Kalifat ist die Lösung” (Çözüm hilafettir) sloganları atarak gösteri yapan politize olmuş Müslümanların söylemlerini dikkate almalıyız. Protestocular arasında Yahudilerin yoğun olarak bulunmasına rağmen, aralarında en azından birkaç tane hakiki Yahudi düşmanı olduğunu da kabul etmek lazım (tıpkı İsrail’de bazı soykırımcı manyakların olması gibi bunların arasında da ırkçılar mevcut).
Pek çok eleştirmen bugünkü Filistin yanlısı eylemlerle 1968’de Vietnam Savaşı’na karşı düzenlenen öğrenci protestoları arasındaki paralelliğe dikkat çekerken, İtalyan filozof Franco Berardi önemli bir farka işaret ediyor. En azından retorik olarak, 1968 protestocuları anti-emperyalist Vietkong pozisyonu ve daha geniş, pozitif bir sosyalist proje ile açıkça özdeşleşirken, bugünkü protestocular Hamas ile nadiren özdeşleşiyorlar. Günümüzdeki protestocular “umutsuzlukla özdeşleşiyorlar”.
Berardi mesele üzerine şöyle diyor:
“Gençlerin Filistinlilerle bu denli özdeşleşmesini açıklayan psikolojik ve aynı zamanda kültürel unsur umutsuzluktur. Bence bugün öğrencilerin çoğunluğu bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yaşam koşullarının geri dönülemez bir şekilde kötüleşmesini, iklim değişikliğinin geri dönülemez bir hal almasını, uzun sürecek bir savaş dönemini ve jeopolitik sınırların pek çok noktasında devam etmekte olan çatışmaların nükleer bir boyut kazanması tehlikesini yaşıyor.”
Durumu bundan daha iyi izah etmek mümkün olamazdı. Yetkililerin protestolara verdiği ölçüsüz baskıcı tepki Berardi’nin hipotezini destekler nitelikte. Bu sert baskılar, protestoların yeni bir siyasi hareket başlatacağı korkusundan kaynaklanmıyor. Bu daha ziyade paniğin bir ifadesi, başka bir deyişle toplumlarımızı saran umutsuzlukla yüzleşmeyi beyhude bir şekilde reddetmenin bir dışavurumu.
Bu paniğin işaretleri her yerde, bu nedenle sadece iki örnek sunmakla yetineceğim. Birincisi: Geçen ayın sonlarında 12 Amerikan senatörü Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne bir bildiri göndererek İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkarması halinde örgüte yaptırım uygulanacağı tehdidinde bulundu.
Bu tamamen Cumhuriyetçi bir girişim olmasına rağmen, Başkan Joe Biden’ın yönetimi de Gazze’de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrailli yetkilileri suçlamaması için UCM’ye baskı yapmaktadır. Bu tür tehditler ortak küresel değerlerin çöküşünden başka bir şeye işaret etmiyor. Bu ideal her zaman biraz riyakârca olsa da (örneğin ABD UCM’ye üye olmayı reddetmiştir), hükümetler en azından ruhen bu ideali desteklemişlerdir.
Yakın tarihli ikinci örnek de aynı sonucu doğrulamaktadır. 4 Mayıs’ta Fransa (Almanya’nın koyduğu vize yasağına uyarak), Gazze’deki savaş mağdurlarını tedavi ederken tanık oldukları hakkında Fransız Senatosu’na ifade vermesi planlanan İngiliz-Filistinli cerrah Ghassan Abu-Sitta’nın ülkeye girişine engel oldu. Gözlerimizin önünde cereyan eden bu tür aşağılık sansür ve ötekileştirme eylemleri karşısında, demokrasilerimizin çökmekte olduğunu söylemek artık abartı sayılmaz.
Gazze’deki durumun kabul edilemez olduğunun herkes farkında. Fakat krizin gerektirdiği türden bir müdahaleyi ertelemek için çok büyük bir enerji harcanıyor.
Bu çıkmazı aşmanın bir yolu da öğrenci protestolarına kamuoyu desteği sağlamaktır. ABD Senatörü Bernie Sanders’ın 28 Nisan’da ifade ettiği şekliyle, “Netanyahu’nun sağcı, aşırıcı ve ırkçı rejiminin yaptıkları modern savaş tarihinde eşi benzeri görülmemiş şeyler… Şu anda Gazze’de kitlesel açlık ve kıtlık riski ile karşı karşıyayız. Bu tür suçlamalarda bulunduğunuzda bu sizi anti-Semitik yapmaz. Çünkü bahsettiğimiz her şey gerçektir.”
İsrail, 7 Ekim saldırısından sonra Hamas’ın neler yaptığına dair gerçekleri açıkça dile getirdi. İsrailli yetkililer, bırakın görüntüler kendi adına konuşsun diyordu. Vahşi cinayetler ve tecavüzler failler tarafından kaydedilmişti ve herkesin görmesi için ortadaydı. Karmaşık bir bağlama oturtmaya gerek yoktu.
Şimdi aynı şeyi Gazze’de Filistinlilerin çektiği acılar için söyleyemez miyiz?! Bırakın görüntüler kendi adına konuşsun. Derme çatma çadırlarda açlıktan ölen insanları, İsrail’in füze ve insansız hava aracı saldırıları binaları önce harabeye, sonra enkaza ve daha sonra da toza dönüştürürken yavaş yavaş ölen çocukları görebilirsiniz.
Michael Ignatieff’in (o dönemde gazetecilik yapıyordu) 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali hakkında yazdıkları gözümün önüne geliyor: “Benim için kilit mesele Irak halkı için en iyi sonucun ne olacağıdır. Neyin 26 milyon Iraklının insan haklarını iyileştirme olasılığı daha yüksektir? Savaşa muhalefet konusunda beni çıldırtan şey, bunun asla Irak’la ilgili olmamasıydı. Bu tamamen Amerikan gücü ile ilgili bir referandumdu.”
Aynı husus bugünün savaş karşıtı protestoları için geçerli değil. Filistin, İsrail ya da Amerikan gücüne ilişkin bir referandumdan çok uzak olan bu protestolar, Gazze’deki Filistinlilerin öldürülmesini durdurmak için yapılan umutsuz bir yakarıştan ibaret.
Peki, Biden yönetimi ne yapmalı? [Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i bu yılki aday listesinde Taylor Swift ile değiştirmek dışında?]
Öncelikle ABD, Filistin’in bir devlet olarak tanınmasına yönelik küresel girişime katılabilir. Orta Doğu’da barışın önünde bir engel olmak şöyle dursun, Filistin’in devlet olarak tanınması iki taraf arasında yapılacak ciddi müzakereler için bir önkoşuldur. Buna karşılık, böyle bir tanımayı reddetmek (ya da sonsuza kadar ertelemek) kaçınılmaz olarak savaşın tek seçenek olduğu yönündeki kaderci sonucu destekleyecektir.
Kulağa garip gelse de Amerika’nın hegemonik gücünü kaybetmesinin olumsuz yanlarından birine tanık oluyoruz. Tıpkı ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden ve ardından Afganistan’dan çekilmesinde olduğu gibi bir durum hâkim. İdeal olan ABD’nin Gazze’yi denizden işgal etmesi, barışı ve düzeni yeniden tesis etmesi ve halka insani yardım sağlamasıdır. Ancak buna güvenmeyin. ABD’nin geriye kalan emperyal gücünü iyi bir amaç için kullanma fırsatını kaçıracağına her daim güvenebilirsiniz.
Çeviri: Hasan Ayer.