Ana SayfaDış HaberKıbrıs’ta  bir “Trump barışı” mümkün mü?

Kıbrıs’ta  bir “Trump barışı” mümkün mü?

KKTC’nin yeni cumhurbaşkanı Tufan Erhürman sonrası Kıbrıs’ın geleceği ve yeni bir çözüm ihtimalini Kıbrıslı Türk uzmanlar Serbestiyet’e değerlendirdi. Prof. Sertaç Sonan: "Trump’ın ağırlık koyması Kıbrıslı Rum liderlerin kamuoylarını ikna etmelerine yardımcı olabilir." Mete Hatay: "Washington veya Brüksel’den benzer bir girişim gelirse, Erhürman bu fırsatı değerlendirecektir." Dr. Mertkan Hamit: "Kıbrıs’taki BM Barış Gücü misyonu küçültülmektedir. BM’nin etkisinin azalması, ABD için yeni bir alan açabilir. Trump’ın Kıbrıs’a atadığı yeni büyükelçi eski bir Cumhuriyetçi vali ve iş insanı. Bu bir dinamik yaratabilir." Yard. Doç. Hakan Karahasan: "Hristodulidis’in Trump ile görüşmesi üzerinden bu konu gündeme gelse de, bunun gibi bir fikir için şartlar oluşmuş değil."

KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman oldu. Bu ne anlama geliyor, Kıbrıs meselesinde yeni bir evreye mi geçilecek?

Siyaset Bilimci/Prof. Dr. Sertaç Sonan: Yeni bir evreye geçileceğini söylemek için henüz çok erken. Bunun iki temel sebebi var. Birincisi şu: Benim takip edebildiğim kadarıyla Türkiye medyasına pek yansımamış olsa da, Erhürman yeniden müzakerelere başlamak için dört ön şart ortaya koymuş durumda. Kısaca özetlemek gerekirse, öncelikle Kıbrıs Rum yönetiminin dönüşümlü başkanlık ve Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabul etmesini talep ediyor. Siyasi eşitlik konusu 2017’de Crans Montana’da Kıbrıslı Rum liderin masayı devirmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi hatta belki birincisiydi. İkinci ön şartsa, müzakerelerin ucu açık değil bir takvime bağlı olması. Üçüncü ön şart, bugüne kadar ulaşılan yakınlaşmaların ve uzlaşıların tekrar tartışmaya açılmaması. Son ön şartsa, Kıbrıslı Rumların yine masadan kalkması durumunda, mevcut duruma dönülmeyeceğinin baştan güvence altına alınması. Kıbrıslı Rumların özellikle son maddeyi kolay kolay kabul edeceğini düşünmüyorum. Tabii bu ön şartları bir açılış pozisyonu olarak görmek de mümkün.

Bundan da önemlisi, seçim öncesinde iki devlet ısrarını yeniden teyit eden Ankara’nın yeniden federasyon görüşme  konusundaki tavrı olacaktır.

Erhürman’ın yeni bir müzakere sürecinin başlayabilmesi için tüm platformlarda aktif bir diplomasi yürütmesini bekleyebiliriz. Özellikle Ankara’yı ikna etmek için iki devletli çözümün adanın güneyinden vazgeçmek anlamına geleceğini, bunun da jeostratejik riskler doğurabileceği noktasını vurgulamasını bekleyebiliriz. Doğu Akdeniz bölgesindeki dinamikler de Ankara’nın pozisyonunu belirlemede önemli bir rol oynayabilir. Özellikle Trump’ın Gazze’deki savaşı bitirmeye yönelik barış planı ikinci safhaya geçebilirse, bu süreç, Kıbrıs’ta çözüm için de bir katalizör rolü oynayabilir.

Araştırmacı-yazar Mete Hatay: Bu seçim, Kıbrıslı Türklerin uzun bir aradan sonra yeniden kendi iradesini ortaya koyduğu bir dönüm noktasıdır. Erhürman’ın seçilmesi, yalnızca bir lider değişimi değil; yıllardır tepeden inşa edilen vesayet düzenine karşı sessiz ama kararlı bir direnişin ifadesidir. Kıbrıs meselesinde “yeni bir evre”den çok, eski hataların farkına varıldığı bir evreye geçiyoruz. Yani, dış aktörlerin -özellikle Ankara’nın- belirleyici olduğu bir siyaset yerine, özneleşmeye çalışan, müzakere ve uzlaşıyı önceleyen bir çizgi öne çıkıyor. Bu, kapsamlı çözümün hemen gündeme geleceği anlamına gelmez; ama çözüm siyasetinin yeniden meşruiyet kazandığı anlamına gelir.

Ekonomist/Dr. Mertkan Hamit: Kıbrıs meselesinde yeni bir evreye geçilip geçilmeyeceğinin kararında samimi bir niyet beyanı olmadıktan sonra Kıbrıslıların etkisinin son derece düşük olduğuna inanıyorum. Ancak, bölgesel ve yerel gelişmelerin Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü konusunda hareketlenme gerektirdiği belli başlı boyutlar olduğunu dışlayamayız. Özellikle Ukrayna ve Filistin’de yaşanan savaşlar Avrupa – Doğu Akdeniz – Orta Doğu’daki bölgesel gelişmelerde yeni dinamikler yarattığı konusunda genel bir anlayış mevcut. Draghi Raporunu Avrupa Komisyonunun temel bir rehber belge olarak kabul etmesi, bununla beraber bir taraftan Avrupa Yeşil Sözleşmesinin gerektirdiği enerji dönüşümü planları, bunların arasında tüm üye devletlerin belli bir oranda ana Avrupa şebekesine bağlı olması gerektiği kararı, Rusya’ya dönük izolasyoncu politika, Azerbaycan gazının şu an için Avrupa’nın en önemli doğalgaz kaynağı olması gibi gelişmeler var. Son olarak Avrupa’da yeni bir güvenlik mimari oluşturma ve bu bağlamda Türkiye ile ilişkilerin nasıl şekilleneceği ve SAFE projesi kapsamında üye olmayan ülkelerin de dahili gibi konular seçimden bağımsız önümüzde duran ve Kıbrıs’ı ilgilendiren büyük meseleler. Bu aşamada Kıbrıs sorununda ciddiyetle yaklaşan bir bakış açısının olması gerekiyor. Bu açıdan Tufan Erhürman’ın seçilmesi, Kıbrıs’ta yeni bir evreye geçilmesinde iş yapabilecek bir partnerin seçildiği anlamına gelmektedir. Bu sanırım hem Türkiye hem Kıbrıslı Türk toplumu için önemli bir aşamayı temsil ediyor.

Yrd. Doç. Dr. Hakan Karahasan: Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimini belki biraz da beklenenin üzerinde oy olan Tufan Erhürman’ın kazanmasının tek bir anlamı değil, birden çok anlamlar barındırdığını düşünmekteyim. Hepsinden bu kadar kısa bir sürede bahsetmek kolay olmadığından, kendimce kısaca birkaç noktaya odaklanmaya çalışacağım.

Öncelikle, dile getirildiği üzere, bu seçimlerden önce mevcut hükümete karşı var olan hoşnutsuzluklar, ki farklı kesimlerin farklı sebepleri var bu konuda, bir ortak paydada birleşip Tufan Erhürman’ın desteklenmesini sağlayan unsurlardan birisi kanımca. Propaganda dönemi boyunca Erhürman’ın konuşmaları ve ekibinin iyi hazırlanmış kampanyası, kitlelere ulaşmasını kolaylaştırdığı gibi, mevcut hoşnutsuzluklardan iyi bir şekilde faydalanıldı. Kıbrıs konusunda Ersin Tatar’ın tabiriyle “yeni siyaset”in ne kadar eski ve beş yıl boyunca hiçbir yerde hiçbir şekilde yankı bul(a)maması, Erhürman’ın federasyon temelli argümanı karşısında hiçbir varlık gösteremedi. Son olarak, Tatar’ın toplumu bölme ve korkutma planı ters tepti, Erhürman’ın seçim kampanyası boyunca, hatta çok önceleri kendisini tanıyanların çok iyi bildikleri üzere, uzlaşmacı tavrı ve toplumdaki değişik kesimleri kucaklayıcı üslubu da eklenince, mevcut hükümetin Tatar’a açık desteği de eklenince, Erhürman açık ara ile seçimin galibi oldu.

Kıbrıs meselesinde elbette mevcut durumun değişeceği, en azından değişme potansiyelinin olduğu anlamına geliyor, ancak büyük hayallere de kapılmaya gerek yok. Erhürman federasyon temelli bir müzakere sürecinden yana olduğunu defalarca söyledi, bu açıdan umut penceresi açılmış görünüyor. Ancak, öte yandan, Kıbrıs sorununun içte ve dışta birçok faktör ile bağlantısı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Erhürman’ın seçilmesi ile sihirli değneğin dokunup sorunu çözeceğini düşünmemek gerek. Onun yerine, mevcut durumun analizini gerçekçi bir şekilde yapmakta fayda var: Erhürman göreve gelmeden söylediğini göreve gelir gelmez tekrar etti, Türkiye ile istişare edeceğim dedi. Bu şu demek: Erhürman, bir yandan Kıbrıs’taki değişik kesimlerin hassasiyetlerini gözetirken, aynı zamanda realist bir şekilde, konunun Türkiye bacağının öneminin de farkında. Dediğim gibi, mucize beklememek lazım, ancak sürecin başlaması bile başlıbaşına son derece önemli. Sürecin işlemediği Tatar dönemi Kıbrıslı Türkler her bakımdan kaybettiler. Erhürman’ın uzlaşmacı tavrı sayesinde, gerek Türkiye gerekse Kıbrıslı Rum liderliği ile ortak bir payda üzerinden müzakerelerin başlaması ihtimali son derece yüksek.

Siyaset Bilimci/Prof. Dr. Sertaç Sonan: “Yeni bir evreye geçileceğini söylemek için şu an erken.

Oldukça yüksek bir oy oranıyla ve tüm ilçelerde birinci olarak kazanan Erhürman, Türkiye ile ilişkilerde nasıl bir model öngörüyor?

Siyaset Bilimci/Prof. Dr. Sertaç Sonan: Erhürman, seçim bildirgesinde şöyle bir ifade kullandı: “Kıbrıs Türk halkının seçtiği Cumhurbaşkanı, her dönemde, garantör ve kardeş ülke Türkiye ile istişare ve yoğun diyalog içinde olmuş, birlikte çalışmıştır. Elbette yine öyle olacaktır”. Öncelikle, buradaki “kardeş ülke” ifadesi sağın benimsediği “ana-yavru” ilişkisinden farklı bir mesaj içermektedir. Bunu şu şekilde yorumlamak mümkün: Bir önceki Cumhurbaşkanı Ersin Tatar dönemindeki gibi tüm konular Ankara’ya havale edilip oradan talimat beklenmeyecek, Lefkoşa inisiyatif alacak, masaya yeni öneriler koyup gerektiğinde Ankara’yı ikna etmeye çalışacaktır. Bu anlamda, geçmişte Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı gibi federal çözüm yanlısı Kıbrıslı Türk liderlerin çizgisine geri dönülmesini bekleyebiliriz.

Araştırmacı-yazar Mete Hatay: Erhürman’ın yaklaşımı, çatışma değil kurumsallaşmış saygı modelidir. Türkiye ile ilişkileri koparmayı değil, daha sağlıklı bir hale getirmeyi hedefler. Bugüne dek bu ilişki “patron-vesayet” modeli üzerine kuruluydu; Erhürman bunu “karşılıklı saygıya dayalı işbirliği” modeline evirmek istiyor. Bu da Ankara’ya meydan okumak değil, ortak çıkarları tanımlayıp asimetrileri azaltmaktır. Türkiye’yle bağları kesmek gibi bir romantizm yok ama biat da yok. Bu, “paranoyasız bir özerklik” diyebileceğimiz bir vizyondur.

Ekonomist/Dr. Mertkan Hamit: Kıbrıs’ın kuzeyinde seçilmişlerin Türkiye’den bağımsız bir politika güttüğü bir dönem yaşandığından emin değilim. Arşiv belgelerinde bile 1953 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti ilgi göstermese dahi siyasi konularda Ankara ile temas olmuş, 1930’lu yıllarda İngiliz valiler dahi Kıbrıs ile ilgili gelişmeleri gidip Ankara’da Dışişleri Bakanlığı ile görüştüğünü ve ona göre hareket ettiğini görüyoruz. Bu açıdan Kıbrıslı Türkler ile Türkiye arasındaki münasebetin bir asırlık bir tarihi var. Bu süreçlerde birçok karşılıklı ortaklaşma olduğu gibi ciddi anlayış farklılıklarının da olduğunu biliyoruz. Kıbrıslıların Kemalist eğilimleri valiyi rahatsız ettiğinde Türkiye’ye şikayet edip, Mustafa Kemal Türkiyesinin, Kemalist ilkelere değil İngiliz dostluğuna önem vermelerinin salık verildiği olmuştur. Tarihte de yakın dönemde de Kıbrıslı seçkinlerin Türkiye’yi dinlemeyip kendi iradesini kullandıkları olmuştur. Bunu Denktaş başkanken de çok kez gördük, Talat döneminde Lokmacı barikatının açılması konusunda yaşanmıştı, Akıncı dönemi ise doğrudan “yavru-kardeş” tartışması ile başlamıştı. Barış Pınarı Harekâtına yönelik Akıncı’nın Erdoğan’dan farklı düşünmesi ciddi bir kriz yaratmıştı.  Ancak buralarda, yerel seçkinlerin Türkiye ile ilişkileri bozmaktan öte Türkiye ile farklılaşmaların ifadesi olarak anlaşılması gerekir.

Bu açıdan Erhürman’ın seçilmesinde de, Tatar’ın kabul görmeyen “Eşit Egemenlik” tezinin Kıbrıslı Türk toplumunun çoğunluğu tarafından kabul görmüyor olması, Türkiye’de iç tüketime yönelik bir tartışmadır. Türkiye kamuoyu Kıbrıs konusunda zaten detaylara hakim değil, o açıdan Kıbrıs konusunda yeniden yakınlaşma merkezli bir adım atıldı mı, Sevr paranoyasına benzer bir şey ortaya çıkıyor. Sanki Türkiye’ye bir kötülük yapılacak gibi bir hava estiriliyor. Oysaki bu provokatif yaklaşımlarla gerçek durum arasında bir ilişki bile yok. Tufan Erhürman bu noktada kendi seçim bildirgesinde şu ifadeleri kullandı:

“Kıbrıs Türk halkının seçtiği Cumhurbaşkanı her dönemde garantör ve kardeş ülke Türkiye ile istişare ve yoğun diyalog içinde olmuş, birlikte çalışmıştır. Elbette yine öyle olacaktır. Burada müşterek değerler, eşitlik ve güvenlik, Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye’nin anlaşmalardan kaynaklanan hak ve menfaatleridir. Cumhurbaşkanlığı, bu ülkenin yetişmiş ve liyakat esasına göre seçilmiş tüm insanlarıyla birlikte üretir, dosyalarını oluşturur, bu dosyalara hâkim olur, Türkiye ile diyalog ve istişare içinde çalışır ve dış politikadaki hamlelerini belirler. Türkiye’nin uluslararası alandaki desteğinden aynen Taşınmaz Mal Komisyonu kurulurken yapıldığı gibi en etkin şekilde yararlanılır.”

Bu açıdan sözkonusu model zaten iki farklı siyasi iradeyi temsil eden taraflar için sağlıklı bir zemin oluşturmaktadır. Uygulamada bu ilişkinin nasıl olacağını, diplomatik teamüllerin dışında buyurgan bir tavır ile karşılaşması durumunda yani kriz durumunda neler olacağı önemlidir. Daha ilişki zemini kurulmadan kriz yönetiminin nasıl olacağına dair de bu aşamada bir şey söylemek zor. Ancak yaralayıcı bir tavrın, cumhurbaşkanından bağımsız olarak zaten Kıbrıslı Türklerden doğal bir reaksiyon olarak geleceği aşikar. Erhürman’ın rakibine %27 oranında fark atarak seçimi ilk turdan kazanması ile somut bir şekilde gösterilmiştir. O açıdan en azından Kıbrıslı Türk lider Tufan Erhurman ile Türkiye Cumhuriyeti’ndeki muhatapları arasındaki karşılıklı ilişkilerin “karşılıklı saygı” temelinde başlayacağını düşünüyorum.

Yrd. Doç. Dr. Hakan Karahasan: Kesinlikle. UBP bu konuda direnmeye kararlı gibi ama bunu ne kadar başarabilir, tartışılır. Koalisyon ortakları arasında erken seçimin mantıklı olduğuna dair düşünceler gün geçtikçe artıyor. UBP ise “günü kurtarma” eğiliminde. Gelecek ne gösterir elbette kestirmek kolay değil ama ufukta erken seçim var gibi.

Araştırmacı-yazar Mete Hatay: Erhürman’ın yaklaşımı kurumsallaşmış saygı modelidir.

Seçim sonuçları Kuzey Kıbrıs’taki iç siyaseti ne şekilde etkileyebilir, bir erken seçim gündemde mi?

Siyaset Bilimci/Prof. Dr. Sertaç Sonan: Erken genel seçim, Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce de zaten gündemdeydi. Son genel seçim, yaklaşık dört yıl önce, Ocak 2022’de yapılmıştı. 2020 yılının Aralık ayından beri hükümette üç milliyetçi parti, UBP, DP ve YDP’nin oluşturduğu koalisyon var ve bu koalisyon son derece yıpranmış durumda. Özellikle yolsuzluk ve liyakatsizlik almış başını gitmiş durumda. Buna ek olarak, koalisyonun büyük ortağı UBP içerisindeki çalkantılar bitmek bilmiyor; geçtiğimiz beş yılda üç farklı başbakan çıkardılar. Mevcut başbakanın hem seçilme biçimi hem de özel hayatı kamuoyunda tepki topluyor. Tüm bunların üzerine bir de Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan hezimet eklendi. Son genel seçimde yaklaşık %55 oy toplayan, üstelik Tatar’a destek için hükümet olanaklarını da kullanan üç partinin adayı sadece %36 oy toplayabildi. Ortada büyük bir başarısızlık var ve haliyle tüm taraflar bunun sorumluluğunu bir başkasının üstüne yıkma yarışına girmiş durumda. UBP içerisinde başbakanı suçlayıp, olağanüstü kurultay çağrısı yapan milletvekilleri var. Başbakansa, buna yanaşmıyor, bir kabine revizyonuyla durumu kurtarmaya çalışıyor; normal olarak seçime parti lideri olarak girmek ve seçimin zamanında yani Ocak 2027’de yapılmasını istiyor. Koalisyonun küçük ortaklarıysa erken seçime sıcak baktıklarını söylüyorlar. Rüzgârı arkasına almış görünen anamuhalefet CTP de buna dünden razı. Önümüzde bir bütçe maratonu var. Bütçenin geçmesinin ardından, yılın ilk aylarında bir erken seçim yapılması kararı alınırsa kimse şaşırmayacak. 

Araştırmacı-yazar Mete Hatay: Erhürman’ın bu kadar güçlü bir zafer kazanması, yürütme ile yasama arasındaki uyumsuzluğu belirginleştirdi. Meclis hâlâ UBP ağırlıklı ve bu, yönetimde bir kilitlenme riski doğuruyor. Dolayısıyla erken seçim neredeyse kaçınılmaz. Fakat bu sefer mesele, sadece hükümet değişimi değil, sistemin yeniden tanımlanması olacak. Seçim sonucu, “vesayet rejiminin” meşruiyetinin kalmadığını gösterdi. Bu da hükümetin halk desteğini hızla kaybedeceği, teknokratik ya da geçici formüllerle idare etmeye çalışacağı bir döneme işaret ediyor.

Ekonomist/Dr. Mertkan Hamit: İktidar bloğu için bu sonuç beklentilerin de ötesinde bir hezimet yarattı. İskele, Mağusa gibi bölgeler geleneksel olarak sağın daha önde olduğu yerlerdir. Buralarda dahi Erhürman’ın ipi önde göğüslemesi ciddi bir politik tepkiyi veriyor ve bu politik tepki öncelikle hükümet icraatlarına (ya da icraatsızlığına) verilmiş bir tepkidir. Erken seçimin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Tabii ki orada bir satranç tahtası var. Mesela DP’nin eski başkanı Serdar Denktaş’ın yeni kurduğu TAM Parti seçime girmesi durumunda YDP ve DP oylarının doğal alternatifi olacak. Bu açıdan hükümetin küçük ortakları oy potansiyellerini koruyabilmek istiyorsa seçimi olabildiğince erken yapmak isteyecek. UBP ise hem doğrudan veya dolaylı olarak dahil oldukları skandallar hem de kara para ile ilgili iddialar konusunda olabildiğince uzun süre mevcut konumu korumak isteyecektir. En azından mevcut başbakan Ünal Üstel’in tutumu budur. Ancak UBP’de kazanın kaynadığı görülüyor. Bir kurultay olması durumunda partinin yeni başkanı erken bir genel seçime gitmek isteyebilir. Tüm bunların yanında bir de bütçe görüşmeleri sözkonusu. Bütçe oylandığında geçmezse zaten yasa gereği erken seçim tarihi alınması gerekecek. Bu sene bütçe performansı kötüydü, özellikle merkez bankası yolu ile alınan borçlar vardı. Bu borçlar alındı ama mali politikalar ile ilgili gerekli reform yapılmadı. Son borç ihalesinde bankalar verecekleri borçlarda ilgilenen kotayı dolduracak miktarda ilgi göstermedi. Bu da bankaların artık kamu giderlerinin borçla finansmanında yardımcı olmayacağını gösteriyor. Bu da doğal olarak bütçenin sürdürebilirliği konusunda ciddi bir zorluk yaratıyor. Bu açıdan 2026’nın ilk çeyreğinde bir genel seçim ile karşılaşmamız son derece kuvvetli bir ihtimaldir.

Yrd. Doç. Dr. Hakan Karahasan: Kesinlikle. UBP bu konuda direnmeye kararlı gibi ama bunu ne kadar aşarabilir,rtışılır. Koalisyon ortakları arasında erken seçimin mantıklı olduğuna dair düşünceler gün geçtikçe artıyor. UBP ise “günü kurtarma” eğiliminde. Gelecek ne gösterir elbette kestirmek kolay değil ama ufukta erken seçim var gibi.

Hakan Karahasan.

Devlet Bahçeli’nin 19 Ekim gecesi yaptığı açıklama adada nasıl yankı buldu?

Siyaset Bilimci/Prof. Dr. Sertaç Sonan: Bu açıklama, sadece siyasal yelpazenin solunda olanların değil, sağında olanların da tepkisini çekti. Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesinde önemli bir rol oynayan, Dr. Fazıl Küçük’ün Halkın Sesi gazetesi, “İrademize saygı gösterin!” manşetiyle çıktı. Taksim, ya da bir başka deyişle Türkiye’ye bağlanma fikri, 1950’li yıllardan itibaren yüksek sesle dile getirilmiş olsa da, 1974 sonrası dönemde, önce 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin, sonrasında 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanıyla birlikte, burada ayrı bir devlet olduğu fikri kök saldı. Buna paralel olarak da, Türkiye’ye bağlanma ya da ilhak fikri çok küçük bir azınlık dışında itibar görmeyen bir seçenek haline geldi.

Araştırmacı-yazar Mete Hatay: Bahçeli’nin ilhak çağrısı, aslında yenilginin telaşlı bir yansımasıydı. Kıbrıs’ın kuzeyinde bu söylemler artık korku değil, tiksinti yaratıyor. Çünkü halk bu seçimi tam da bu hamasi, koloniyal dile karşı kazandı. Bahçeli’nin sözleri, Erhürman’ın meşruiyetini güçlendirdi; çünkü insanlar Ankara’daki iktidarın zihniyetini bir kez daha çıplak biçimde gördü. Güneyde ise bu açıklamalar “işte bu yüzden yeniden diyalog kurulmalı” diyenleri haklı çıkardı. Yani Bahçeli’nin sesi gür çıktı ama yankısı tersine döndü.

Ekonomist/Dr. Mertkan Hamit: Devlet Bahçeli’nin açıklamaları büyük bir rahatsızlık yarattı. Temel reaksiyon, Bahçeli bu sözleri seçimden bir gün önce söyleseydi sonucun Tufan Erhürman lehine daha da büyük farka neden olacağı şeklindeydi. Ancak bir açıdan da niyet beyanı olarak göründü, mesela dördüncü Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı konunun açık açık dile getiriliyor olması açısından ele aldı. Bir anlamda ifade Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile ilişkilerin neden hassas ve yaralı olduğunu da ortaya koymaktadır. Kıbrıslı Rumlarla birlikte kendi kaderini belirleme hakkına haiz bir siyasi topluma, özne değil de artık muamelesi yapan bir zihniyetin var olduğunun kanıtlanması önemlidir. Bu Kıbrıslı Türklerin kaygılarının meşru bir zeminde olduğunu ortaya koyar. Kıbrıs’ın insanlarına saygı duyulmadığı coğrafyanın irredentist bir algı ile ele alındığını gören herkes kendi ülkesi ve başka coğrafyalarla ilgili pozisyonlarını netleştirmesinde yardımcıdır. Bir taraftan emperyalizmden şikâyet edip, diğer taraftan emperyal hayaller üzerinden bir topluma had bildirmek gibi mesela. Bu durum sadece Kıbrıslı Türkler için değil Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için de önemli bir kanıt sunmaktadır. İzleyen günlerde CHP ve İyi Parti gibi partilerin bu konuda karşı tepkisi de bu açıdan dikkate değerdir.

Ekonomist/Dr. Mertkan Hamit: “İktidar bloğu için bu sonuçlar beklentinin ötesinde bir hezimet.”

Yrd. Doç. Dr. Hakan Karahasan: Elbette birçok kesim buna son derece sert bir şekilde karşı çıktı, bazı kesimler kale bile almamayı seçtiler. Aslında sorun şu: İki devlet düşüncesinin desteklediğini söyleyen bir siyasetçi, seçim sonuçları açıklandıktan sonra, o “bağımsız” ülkenin başka bir ülkeye katılmasını öneriyor! “İki devlet” arasındaki ilişkilerin ne boyutta olduğunun bundan daha güzel bir tanımı olamaz.

Yrd. Doç. Dr Hakan Karahasan’a göre “Trump barışı”ndan bahsetmek için henüz erken.

Kıbrıs için de bir “Trump barışı” bekleniyor mu, taraflar böyle bir olasılık karşısında nasıl tavır takınabilirler?

Siyaset Bilimci/Prof. Dr. Sertaç Sonan: Kıbrıs’ta her iki tarafın da kabul edebileceği bir barış anlaşmasının çerçevesi hatta detayları büyük ölçüde bellidir. 2017 yılında Crans Montana’da çözümün kıyısından dönülmüştü. Orada gördük ki aslında eksik olan siyasi iradedir. Bu anlamda, çözüm için Trump’ın ağırlık koyması Kıbrıslı Rum liderlerin bugüne kadar göstermekte güçlük çektiği liderliği göstermelerine ve kamuoylarını ikna etmelerine yardımcı olabilir.

Araştırmacı-yazar Mete Hatay: “Trump barışı” dediğiniz türden ani, karizmatik, liderler arası bir pazarlık zemini bu coğrafyada kolay oluşmaz. Kıbrıs meselesi, kişisel karizmalardan çok, yapısal güvensizliklerin ve tarihsel travmaların gölgesinde ilerliyor. Ancak eğer Washington veya Brüksel’den benzer bir girişim gelirse, Erhürman bu fırsatı “dayatma değil, kolaylaştırıcılık” temelinde değerlendirecektir. Öte yandan, tarafların refleksi artık “her dış girişimden korkmak” şeklinde değil; “hangi aktör hangi gündemle geliyor” sorusunu sormak yönünde değişiyor. Bu da daha olgun bir diplomasi zeminine işaret ediyor.

Ekonomist/Dr. Mertkan Hamit: “Trump barışı” mı olur bilemeyiz elbette ama Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü misyonu küçültülmektedir – sonuçta bu misyon 1963 olayları sonrasında, Mart 1964 tarihinden beri adada hizmet veren en eski barış gücü kuvvetlerinden biridir ve müzakereler BM uhdesinde yürütülmektedir. O açıdan BM’nin etkisinin azalması, ABD için yeni bir alan açabilir. Aynı zamanda geçtiğimiz günlerde Trump, yeni Kıbrıs Büyükelçisi olarak John Brewlow’u atadı. Hala daha senato onayı bekliyor, o açıdan resmi olarak göreve başlamış değil ancak Breslow, daha önce Cumhuriyetçilerden valiliğe aday olmuş bir iş insanı. Daha önceden herhangi bir tecrübesi yok, bir iş insanı ve Trump kampanyalarına 1,5 milyon dolar üzerinde katkı yapmışlığı var. Bu açıdan Kıbrıs’taki yeni Amerikan politikası “transactional” olarak yürütebilecek Trump’a yakın biri olduğu için Erdoğan ve Trump arasındaki ilişkiye yatkın bir aklı temsil etmektedir. Bunun bir dinamik yaratacağını söyleyebiliriz. Aynı şekilde Kıbrıslı Rumların uzun yılların ardından çok daha güçlü bir Amerikan yakınlaşması yaşadığını biliyoruz. Bölgede özellikle İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarında Kıbrıs Cumhuriyeti önemli bir rol oynadı. Özellikle İsrail ve ABD arasındaki ilişkilerin güçlenmesi, Trump’ın ise Erdoğan ile özel bir ilişkiye sahip olması konuya dair yıldızların enteresan bir biçimde şekillendiğini görüyoruz. Ancak bu konu Trump için ilgi çekici mi oradan emin değilim. Nihayetinde Kıbrıs bir diplomatlar mezarlığı ve tepeden inme çözümlerin başarısız olduğunu 1960 Cumhuriyetinin 3 yılda çözülmesi kanıtlar niteliktedir. Ancak iki toplumun başında da görece pragmatik iki lider bulunmaktadır. Bu açıdan pragmatizm, irade ve transactionalism birleştirecek bir anlayış yeni bir dinamik yaratabilir. Bu açıdan ben gerçekleşmesine çok büyük ihtimal tanımıyor olsam da, sözkonusu ihtimali de görmezden gelmemek gerek.

Yrd. Doç. Dr. Hakan Karahasan: Sanırım bir “Trump barışı”ndan bahsetmek için henüz erken. Türkiye’nin bakışı, Avrupa Birliği SAFE programı gibi başka konular ile bağlantılı olarak, durumun ne getireceğini elbette zaman gösterecek ama kanımca her ne kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde çıkan bazı haberlerde Hristodulidis’in Trump ile görüşmesi üzerinden bu konu gündeme gelse de, bunun gibi bir fikir için şartlar oluşmuş değil. Kıbrıs’ta taraflar hâlâ masaya oturma konusunda bile ortak paydaya ulaşamamışken, böylesine bir plândan bahsetmek, biraz acelecilik gibi. Uluslararası politikanın öğrettiği tek bir şey varsa, hiçbir şeyin kesin olmadığı. Bekleyip göreceğiz. 

- Advertisment -