Geçtiğimiz Pazar günü, Doha’da, pek alışılmadık bir sahneye tanık oldum. Uluslararası ilişkiler dünyasının ünlü realistlerinden Profesör John Mearsheimer, büyük bir salonu dolduran yüzlerce dinleyiciyle buluştu. Bir akademisyenin bu kadar popüler olmasına alışık değiliz. Ama, bu sadece akademik bir konferans değildi; kaos içinde bir dünyada netlik arayanların bir buluşmasıydı. Salon tıklım tıklım doluydu, insanlar ayakta duruyordu.
Mearsheimer’ın keskin görüşleri, acımasız eleştirileri ve Batı’da tartışma yaratan tezleri, Katar’da yerli ve yabancı dinleyicileri adeta hipnotize etmiş gibiydi. Özellikle İsrail-Filistin çatışması, ABD’nin Ortadoğu politikaları ve Hamas ve Hizbullah gibi devlet dışı aktörlerin yükselişi ile ilgili tezleri salonda yankılandı. Mearsheimer’ın sözleri, sadece bir akademisyenin görüşleri değil, aynı zamanda dünya siyasetine dair derin bir endişe ve karamsarlığın yansımasıydı.
Konuşmasının ardından, sahnede kalabalık bir dinleyici kitlesiyle sohbet etti, kitaplarını imzaladı ve selfie çektirdi. Bu samimiyeti, beni daha da meraklandırdı. Profesör Mearsheimer, etkinliğin ertesi günü buluşup, Serbestiyet için bir söyleşi yapma teklifimi kabul etti. Bu röportajda, Mearsheimer’ın özellikle Gazze Savaşı ile ilgili görüşlerinin neden bu kadar çok tartışmaya yol açtığını, onun dünyanın Batı dışında kalan kısmında neden bu kadar çok takipçiye sahip olduğunu ve tüm bunlar karşısında kendisini nasıl koruyabildiğini anlamaya çalıştım. Sohbetimizde, Katar’da ve hemen öncesinde konuşma yaptığı Çin’de gördüğü büyük ilginin kendisinde realizme ters düşecek şekilde ‘ortak insanlık’ inancını güçlendirdiğini söylediğinde, geçmişle bugün arasında gidip geldim; üniversitedeki uluslararası ilişkiler derslerinde dünyayı güç ve devletler üzerinden okuyan realistleri Amerikan düzeninin bir yansıması olarak gördüğümüz, realist teorinin katı dünyasındansa post-modern tezlerin cazibesine kapıldığımız günler…Şimdi ise karşımda, Amerikan siyasetinin en sert dönemlerinden birinde ahlak ve adaletten söz eden, ait olduğu akademik yapının sınırlarını zorlayan ve kışkırtıcı düşünceleriyle bu düzeni yeniden sorgulayan bir isim duruyordu.
John J. Mearsheimer, uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi alanında önde gelen bir akademisyen ve teorisyen. 1982’den bu yana ders verdiği Chicago Üniversitesi’nde, R. Wendell Harrison Siyaset Bilimi Seçkin Hizmet Profesörü unvanına sahip. Mearsheimer, uluslararası ilişkiler teorisi üzerine dünya çapında tanınan bir isim olarak, son kitabı olan “How States Think: The Rationality of Foreign Policy” (Devletler Nasıl Düşünür: Dış Politikanın Rasyonelliği)’de devletlerin dış politika kararlarını nasıl rasyonel bir şekilde aldığını irdeliyor. Son dönemlerde çıktığı bütün podcast ve videolarda ABD’nin İsrail politikasının rasyonel olmadığını ve İsraille ilişkinin yeniden şekillenmesi gerektiğini savunuyor.
Stephan M. Walt ile birlikte yazdığı “İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası” (The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy) kitabı, İsrail lobisinin ABD dış politikası üzerindeki etkilerini ele alarak geniş ilgi uyandırdı. Kitaba ilham veren ve 2006’da London Review of Books’ta yayımlanan İsrail Lobisi makalesi, ABD’de büyük tartışmalar yarattı. Mearsheimer, Rusya-Ukrayna savaşının arkasındaki asıl nedenin, ABD ve NATO’nun Ukrayna’ya NATO üyeliği sunarak ittifakı doğuya genişletme çabası olduğunu savunarak önemli bir tartışma başlattı. Gazze Savaşı’na dair ise, 7 Ekim sonrası İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarını “soykırım ve etnik temizlik” olarak nitelendirerek, İsrail’in bu savaştan galip çıkamayacağını öne sürdü.
Uluslararası İlişkiler öğrencileri için Mearsheimer, realist düşüncenin mihenk taşlarından biri. Ancak bugün, ana akım siyaset biliminin çok ötesine geçerek, ABD politikalarını keskin bir dille eleştiriyor. Dünyanın dört bir yanından konferans davetleri alıyor, podcast ve alternatif platformlarda boy gösteriyor, ama ABD’nin ana akım medyasında ona yer yok. Chicago Üniversitesi’nde kadrolu profesör olması, bu cesur eleştirileri yaparak konumunu koruyabilmesinin arkasındaki güçlerden biri.
13 Ekim Pazar akşamı Doha’da Katar Ulusal Müzesi’nin auditorium’unda benim de misafir araştırmacı olarak bulunduğum, Doha merkezli Middle East Council on Global Affairs (“Orta Doğu Küresel İlişkiler Konseyi” ) düşünce kuruluşu evsahipliğinde “7 Ekim’in Bir Yıl Sonrası: Gazze ve Küresel Etkileri” konulu bir konuşma yaptı. Konuşmanın ardından, El Cezire’nin İngilizce yayın yapan kanalı AJE’nin Center Stage programı için gerçekleştirilen özel bir çekimde, sunucunun ve izleyicilerin sorularını yanıtladı.
Konuşmasında, bugünkü dünya düzenine ilişkin kısa bir giriş yaptıktan sonra, İsrail’in 1948’den bu yana bir apartheid devleti olduğunu, Batı’daki insan hakları örgütlerinin de bunu belgelerle kanıtladığını vurguladı. 7 Ekim’den sonra İsrail’in iki ana hedefinin olduğunu belirtti: Hamas’ı yenmek ve rehineleri geri almak. Ancak göz ardı edilen iki başka hedefin de Gazze’yi Filistinliler için yaşanmaz hale getirmek ve 7 Ekim’i bahane ederek Gazze’den Filistinlileri “temizlemek” olduğunu sözlerine ekledi. Ancak, İsrail bu hedeflere ulaşamadı; Hamas’ı yenemedi ve Gazze’deki Filistinliler hâlâ oradalar.
Mearsheimer’a göre, Lübnan’a yönelik devam eden saldırılarda, İsrail’in Hizbullah liderlerini hedef alarak onları ortadan kaldırma (decapitation) stratejisi uygulaması, Lübnan’daki sivillere yönelik cezalandırma hamleleri ve Hizbullah’ı yenme amacı da başarısız oldu. Uluslararası ilişkiler literatürüne göre, bu tür büyük ölçekli cezalandırma stratejileri ne devletleri, ne de devlet dışı aktörleri politika değişikliğine zorlamada etkili olamıyor.
İran konusunda ise, İsrail’in ABD’yi İran’a saldırmaya ikna etmeye çalıştığını, İran’la ilgili asıl meselesinin yine Filistinliler olduğunu ve nihai amacının etnik temizlik yoluyla Filistinlileri ortadan kaldırmak olduğunu belirtti. Bu güçlü tespitleri bir aktivistten değil, Chicago Üniversitesi’nde ana akım siyaset teorisinin merkezinde yer alan bir Amerikalı profesörden duymak elbette farklı bir etki yaratıyor.
Soru-cevap kısmında, kendi Realist teorisinin İsrail-Filistin savaşını açıklamadığını, çünkü konunun realist teorinin temel aldığı şekilde devletler arası değil, İsrail’in işgali altında yaşayan Filistinlilerle ilgili olduğunu ve bunun bir soykırım olduğunu vurguladı. “Ezilen insanlar, onları ezenlere karşı ayaklanıyorlar,” diyerek, yaşananların bir iç savaş ve adaletsiz bir mücadele olduğunu belirtti.
Hamas ve Hizbullah gibi aktörlerin yürüttüğü direnişin bölgedeki savaşları nasıl değiştirdiğini; eskiden İsrail’in komşu devletlere karşı kazandığı zaferlerin bugün direniş gruplarıyla yaşanan çatışmalarda mümkün olmadığını söyledi. ABD’nin ekonomik ve askeri desteği olmadan, İsrail’in bu grupları yenmesinin imkânsız olduğunu ifade etti.
Mearsheimer, iki devletli çözüm gerçekleşmediği sürece çatışmaların bitmeyeceğini ve İsraillilerin etnik temizliğe devam edeceğini savundu. ABD’nin İsrail’i koşulsuz desteklemeyi sürdüreceğini, bunun hem stratejik hem de ahlaki açıdan yanlış olduğunu ve ABD’nin rasyonel davranmadığını ifade etti. ABD’nin soykırıma ortak olduğunu ve Filistinlilerin bu durumda direnmekten başka seçenekleri olmadığını belirtti.
İsrail yönetimlerinin hiçbir zaman iki devletli çözüme inanmadığını, Filistinlilere gerçek bir devlet teklif etmediğini, İsrail’in Filistinlilere bir devlet verme ihtimalinin neredeyse imkânsız olduğunu belirtti.
AJE sunucusunun tüm çabasına rağmen, geleceğe dair tek bir iyimser yorumda bulunmadı. Hatta konuşma sonrası onun için düzenlenen akşam yemeğinde, bu iyimserlik konusunu biz de zorladık… Sohbeti mutlu bir sonla bitirmesi için ona ricada bulunulduğunda, karşısında oturan Afganistan’da görev yapan bir diplomata dönerek, “Yeni ABD başkanı öyle çok meseleyle meşgul olacak ki, Kabil’le ilgilenmeye vakti olmayacak, bu da oldukça iyi bir şey,” dedi.
Mearsheimer’ın sahneden inişiyle birlikte aklımda kalan soruları, ertesi gün ona sorma şansı yakaladım. Otel lobisinde, bir fincan kahve eşliğinde gerçekleştirdiğim yaklaşık 20 dakikalık röportajda, güleryüzlü, meraklı, espirili, ve görüşlerinde son derece net, akıcı ve açıktı.
Özge Genç: İsrail Filistin’e saldırılarını sürdürürken ve Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırımla suçlanırken, Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde ayakta alkışlandığı anları izlediğinizde aklınızdan neler geçti?
John Mearsheimer: Netanyahu’yu Kongre’de izlerken aklıma iki düşünce geldi. İlki, Filistinlilere yönelik bir soykırımı yöneten bu İsrailli liderin Kongre’de tekrar tekrar ayakta alkışlanması karşısında derin bir hayal kırıklığına, hatta tiksintiye kapıldım. İkincisi ise, ABD’deki İsrail lobisinin gücünü bir kez daha hatırlamak oldu. Capitol Hill’deki insanlar, lobi baskısı ve onlardan bunu yapmalarını talep etmesi nedeniyle her fırsatta Netanyahu’yu alkışlamak zorunda olduklarını ve başka çarelerinin olmadığını düşünüyorlar. Genelde İsrail’i, özellikle de Netanyahu’yu eleştiren her politikacının ağır bir bedel ödeyeceğini biliyorlar. Dolayısıyla, Capitol Hill’de gördüğümüz, lobinin iş başında olduğuydu.
Özge Genç: Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Thomas Massie, Tucker Carlson’a yaptığı bir röportajda, “Her Cumhuriyetçi’nin AIPAC’ten bir adamı var, adeta bir bebek bakıcısı (babysitter) gibi” demişti. Bu, 2006’da London Review of Books’ta yayımlanan makalenizde ve İsrail Lobisi kitabınızda ortaya koyduğunuz bulgularla uyumlu mu, yoksa o zamandan bu yana durum daha da kötüleşti mi?
John Mearsheimer: Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Massey’nin Capitol Hill’deki herkesin bir bakıcısı (minder) olduğunu, AIPAC’ten birinin onları izlediğini anlattığı hikâye, beni hiç de şaşırtmadı.
Bu hikâye, Steve Walt ile birlikte yazdığımız “The Israel Lobby” kitabındaki tezle tam anlamıyla örtüşüyor. 2007’de kitabı yazdığımızdan beri, lobi ABD’de daha aktif hale geldi. Aynı zamanda, artık kitabı yazdığımız zamandan farklı olarak daha açık bir şekilde faaliyet göstermek zorunda kalıyor.
Kitap geniş bir okur kitlesine ulaştı ve ABD’de çok satanlar listesine girdi, lobiyle ilgili hikâye önemli bir şekilde gün yüzüne çıktı. Herkes lobi hakkında bilgi sahibi oldu. Bugün lobi faaliyet gösterdiğinde, insanlar lobinin eylemlerini görüyor; bunda bizim kitabımızla lobiyi açığa çıkarmamızın da payı var. Ayrıca, İsrail’in Filistinlilere karşı sergilediği davranış, özellikle 7 Ekim’den sonra, o kadar tiksindirici (abhorrent) hale geldi ki, lobinin İsrail’i savunması giderek zorlaştı. Bu yüzden lobi şimdi, benim “sert/saldırgan politika” (smash mouth politics) dediğim şekilde, daha açık bir şekilde faaliyet göstermek zorunda kalıyor. İsrail’i savunmak giderek zorlaştığı için lobi her zamankinden daha fazla baskın olmak zorunda. Ve ileriye dönük olarak böyle devam edeceğini tahmin ediyorum.
Geleceğe baktığımızda, şunu söyleyebilirim: İsrail’in Filistinlilere karşı korkunç şeyler yapmaya devam etmesiyle birlikte, önümüzdeki yıllarda İsrail’i savunmak giderek daha zor olacak. İnsanlar artık İsraillilerin ne yaptığını, 7 Ekim’den önce olduğundan daha fazla fark ediyor. Bu nedenle, lobi gelecekte İsrail’i savunmak için daha fazla mesai yapmak zorunda kalacak.
Özge Genç: Cumhuriyetçilerin İsrail lobisi etkisi altında olduğunu konuştuk. ABD seçimleri yaklaşırken, Demokratların Gazze ile ilgili tutumunu nasıl anlamamız gerekiyor? Kendi seçmenlerinden, özellikle Arap – Müslüman seçmenden, gelecek tepkiyi göze almalarının nedeni nedir?
John Mearsheimer: Beyaz Saray’da Demokratlar iktidarda ve İsrail soykırım gerçekleştirirken Demokratlar İsrail’i destekliyor. Bazı seçmenlerinin İsrail’i desteklemediğini tahmin ediyorum. Bu nedenle seçimi kaybedebilirler. Ancak Demokratlar, İsrail’i eleştirmenin ve İsrail’in soykırımını desteklememenin bedelinin, İsrail’i desteklemenin bedelinden daha ağır olacağını düşünüyorlar. Bu yüzden Michigan gibi büyük bir Arap-Müslüman seçmenin olduğu bir eyalet bu seçim sonucunda çok önemli.
Michigan, bir ‘salıncak eyalet’. Demokratların Michigan’ı kaybetme tehlikesi ciddi çünkü Biden yönetimi, Gazze’deki soykırıma suç ortaklığı yapıyor. Burada çok açık olmak istiyorum. Bu, Demokratların Gazze’deki soykırıma suç ortaklığı yaptığı anlamına geliyor.
Özge Genç: Seçimlerde ödeyecekleri bedeli umursamıyorlar mı?
John Mearsheimer: Çok büyük bir bedel ödemeyecekler. Lobi, bu bedeli ödememelerini sağlamak için elinden geleni yapacak. Bunu yapma şekli ise söylemi güçlü bir şekilde etkilemek. ABD’de neredeyse hiç kimse “soykırım” kelimesini kullanmıyor. Bunun nedeni, lobinin bu kelimeyi kullanmayı yasaklamış olması. Lobi, İsrail hakkında konuşan ana akım kişilerden “apartheid” ve “soykırım” kelimelerini kullanmamalarını sağlamak için büyük çaba sarf ediyor.
Özge Genç: Buradan devam ederek, konferans öncesinde ve sonrasında birçok kişinin merakla üzerinde durduğu bir soruyu sormak istiyorum. Dün akşamki bazı tezleriniz, pek çok kişi için yeni değildi. Ancak, bu tezleri ve sorunları kimin dile getirdiği önemli. Realist ve ana akım siyaset bilimi dünyasından gelen (artık pek öyle olmayabilir) biri olarak, İsrail’in tutumunu ‘soykırım’, ‘apartheid’ ve ‘etnik temizlik’ gibi tanımlamalarla ifade etmeniz oldukça etkili oldu…
John Mearsheimer: Amerikalı ve sistemin parçası olan biri olarak demek istiyorsun… (“Coming from an American with establishment credentials”) (gülüyoruz)
Özge Genç: Pek çok akademisyen, aktivist, öğrenci ve hatta özel sektör çalışanının bile konuşmaları nedeniyle ciddi risklerle karşı karşıya kaldığı bir ortamda, kendinizi/pozisyonunuzu nasıl koruyorsunuz?
John Mearsheimer: Kendimi korumak için çabalamıyorum. Doğru olduğuna inandığım şeyi söylüyorum. Hepsi bu. Steve Walt ve benim, İsrail Lobisi kitabını yazdığımız için önemli bir bedel ödediğimiz konusunda hiç şüphe yok. Ancak bizler seçkin üniversitelerde kadrolu profesörleriz. Üniversitelerde kadro sahibi olmanızın sebebi, profesörlerin güce karşı gerçekleri söyleyebilmesidir. Tartışmalı argümanlar sunabilmeleri içindir.
Özge Genç: ABD’deki, özellikle üniversitelerdeki, sivil özgürlüklerin durumunu nasıl görüyorsunuz?
John Mearsheimer: Bence Amerika Birleşik Devletleri’nde sivil özgürlükler çeşitli nedenlerden dolayı tehdit altında. Ancak bugün ABD’deki sivil özgürlüklere yönelik en büyük tehdit, İsrail’in destekçilerinden geliyor. Amaçları, İsrail’e yönelik eleştirileri susturmak. Bu da ifade özgürlüğünü tehdit ediyor demektir. Üniversite kampüslerinde ve başka yerlerde İsrail’e karşı protestoları engellemeye çalışıyorlar. Bu da toplanma özgürlüğünü tehdit ediyor. Bu durumun çok endişe verici olduğunu düşünüyorum. Ve İsrail ile Filistinliler arasındaki çatışmanın yakın zamanda sona ermeyeceğini düşündüğüm için daha da endişeliyim. Bu tehdit ortadan kalkmayacak ve hatta daha da kötüleşecek. Hatırlarsanız, birkaç dakika önce İsrail lobisinin İsrail’i korumak için şu anda “saldırgan politika” (smash mouth politics) yürütmek zorunda olduğunu söylemiştim. Bu lobi açık bir şekilde faaliyet gösteriyor ve İsrail’i eleştiren herkese çok sert bir şekilde saldırıyor. Sonuç olarak bu, sivil özgürlükleri ciddi bir şekilde tehdit ediyor.
Özge Genç: Sadece ABD’de değil…
John Mearsheimer: Kesinlikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, Avrupa’da, özellikle Batı Avrupa’da, Almanya bunun en iyi örneği, Birleşik Arap Emirlikleri’nde ve dünyanın diğer yerlerinde de geçerli. Bu gerçekten endişe verici bir durum.
Özge Genç: Dün akşam, İsrail’in Hamas ve Hizbullah’ı yenemediğini ve bu grupların varlıklarını sürdüreceklerini söylediniz. Peki, Filistin halkı ne olacak? İsrail’in Filistin nüfusunun tamamen yerinden edip, yok edeceğine inanıyor musunuz? İsrail bunu başarmak için hiçbir şeyden vazgeçmeyecek mi?
John Mearsheimer: İsrail’in hem Gazze’de hem de Batı Şeria’da Filistinlileri etnik olarak temizlemeye yönelik ciddi çabalarını sürdüreceğine inanıyorum. Ve İsrail, bunu gerçekleştirmek için, Gazze’de zaten yaptıkları gibi, daha da fazla Filistinliyi öldürmekten çekinmeyecek. Bu durum beni derinden endişelendiriyor, dün akşamki konuşmamın sonunda bunu açıkça ifade etmeye çalıştım.
Özge Genç: Bunca yıkımdan sonra, bölge toparlanabilecek mi, yoksa Türkiye’yi ve tüm Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırabilecek sonsuz bir kaosun başlangıcına mı tanıklık ediyoruz?
John Mearsheimer: Bölgedeki kaos konusunda, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana yalnızca kaos yaratma yeteneğine sahip olmadığını, aynı zamanda kaosu arzuladığını kanıtladığını düşünüyorum. İsrail’in, bir yanda ABD ve İsrail, diğer yanda İran arasında bir savaş başlatmak istediğini düşünüyorum. İsrail, yeterince kaos çıkarabilirse, bu durumun onlara Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlileri yok etmek için bir fırsat sağlayabileceğine inanıyor. Unutmayın ki Filistinlilerin iki büyük etnik temizliği, 1948 ve 1967’de savaş bağlamında gerçekleşti. İsrail, 7 Ekim’i Filistinlileri Gazze’den çıkarmak için yeni bir fırsat olarak gördü, ancak bu plan işe yaramadı. Filistinliler hâlâ Gazze’de. Bence, özellikle aşırı sağda yer alan birçok İsrailli elit, daha büyük bir savaş başlatılabilirse, bunun Filistinlileri ortadan kaldırmak için daha iyi bir fırsat sağlayacağına inanıyor. Bu yüzden, ileriye dönük olarak, İsraillilerin bölgedeki kaosun kendi çıkarlarına hizmet ettiğine inanmaya devam edeceklerini düşünüyorum.
Özge Genç: İsrail’in Türkiye için doğrudan bir tehdit olabileceğini düşünüyor musunuz?
John Mearsheimer: Türkiye için dolaylı bir tehdit olduğunu bile düşünmüyorum. Şu anda Türkiye’ye yönelik ciddi bir dış tehdit görmüyorum.
Özge Genç: Türkiye’nin ateşkese aracılık etme ve İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarını sonlandırma konusunda tüm potansiyelini kullandığını düşünüyor musunuz?
John Mearhsiemer: Türkiye’nin İsrail’in davranışlarını etkileme konusunda çok fazla güce sahip olduğunu düşünmüyorum. Bunun büyük ölçüde nedeni, ABD’nin İsrail’i koruyor olması. ABD, Türkiye’nin yapabileceklerini sınırlamak için elinden geleni yapacaktır. Türkiye ne yaparsa yapsın, ABD bunu telafi edecektir. İsrail, ABD’nin desteğini aldığı sürece, herhangi bir ülkenin yapabilecekleri konusunda gerçek sınırlar olacaktır.
Ancak, Türkiye’nin sadece Filistin meselesinde değil, Lübnan meselesinde de İsrail ile nasıl başa çıkacağı konusunda sert bir tavır sergilemesinin mantıklı olacağını düşünüyorum. Türkiye’nin İsrail’e karşı uygulamada daha sert bir tutum sergilemesi çok faydalı olur. Bu, önemli bir mesaj gönderir. Bölgedeki ülkeler İsrail’e karşı ne kadar sertleşirse, o kadar iyi olur diye düşünüyorum. Yine de bu tür eylemlerin kısa vadede İsrail üzerinde çok fazla etkisi olmayacaktır. Ancak uzun vadede, bu tür eylemlerin fayda sağlayacağını düşünüyorum.
Özge Genç: Nasıl bir sert tutum ve eylemden bahsedebiliriz?
John Mearsheimer: Ekonomik. Türkiye hükümetinin Azerbaycan’dan İsrail’e giden petrol akışını etkileme gücüne sahip olduğunu düşünüyorum. Türkler, İsrail’e karşı daha sert bir tavır alabilecek pozisyonda ve bunu yapmalarının mantıklı olacağını düşünüyorum. Yine de, kısa vadede bunun pek anlamlı olmayacağını düşünüyorum çünkü Amerikalılar durumu telafi edecek ve Türkiye’ye baskı yaparak, Türkiye’nin yapabileceklerini sınırlayacaktır.
Ancak, bölgedeki ülkelerin İsrail’e uzun vadede şu 2 mesajı vermesi çok önemli: Filistinlilere verilen zararın sınırlı tutulması için ellerinden gelen her şeyi yapacakları mesajı. Ve de nihayetinde Filistinlilerin gelecekleri üzerinde bir tür egemenlik ve siyasi kontrol elde edecekleri mesajı.
13 Ekim 2024’te Doha, Katar’daki Katar Ulusal Müzesi’nde, Middle East Council on Global Affairs’in ev sahipliğinde Profesör Mearsheimer bir konuşma yapıyor. (http://mecouncil.org)
Konuşmanın kaydını dinlemek için: https://www.youtube.com/live/WT-Mbx69_gQ
13 Ekim 2024’te Doha, Katar’daki Katar Ulusal Müzesi’nde, Middle East Council on Global Affairs’inin ev sahipliğinde düzenlenen etkinlikte, 300’den fazla konuk Profesör Mearsheimer’ı dinlemek üzere bir araya geldi. Etkinliğin açılış konuşmasında merkezin Direktörü Dr. Tarik M. Yousef, Mearsheimer’ı, günümüzde nadir rastlanan olağanüstü entelektüel dürüstlük ve ahlaki cesarete sahip bir bilim insanı olarak tanıttı. Özellikle de şu anki gibi, korku ikliminde ve ifade özgürlüğünün baskılandığı zamanlarda, yalnızca güç ve karar alma koridorlarında değil, kamusal alanda da bu duruşunu koruyan bir isim olduğunu vurguladı.
Profesör John J. Mearsheimer ile Katar’ın başkenti Doha’da 14 Ekim 2024’te konuştuk.