Almanya doğumlu, BAE’de Yazılım Mühendisliği okumuş ve İşletme Yönetimi (EMBA) alanında yüksek lisans yapmış Suriyeli işadamı ve yatırımcı Ebu Abdülmelik, Körfez’de işleri gayet iyi giderken, Türkiye’ye olan sevgisinden çok büyük ümitlerle geldiği ve hem sağlık turizmi hem de robotik ve endüstriyel otomasyon alanında yatırımlar yaptığı ülkemizden, altı yıl sonra hayatı yaşanmaz kılan ırkçılık yüzünden büyük bir hayal kırıklığıyla ayrılıyor.
Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
BAE’de bir Amerikan üniversitesinde bilgisayar alanında Yazılım Mühendisliği okudum. İşletme Yönetimi (EMBA) alanında yüksek lisans yaptım. Aslen Halepliyiz. Babam 1960’lı yıllarda Almanya’ya üniversite okumaya gitmiş. Orada evlenip iş kurmuş. Ben ve kız kardeşim Almanya doğumluyuz. Babam bizim hem Arapçayı hem de İslam’ı öğrenmemizi istediği için çocukluğumda ailecek Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a göçtük. Üniversiteden mezun olduktan sonra 2002’de aile işimizde çalışmaya başladım. Hem demir üretiyorduk hem de PVC ve PTFE malzemesinden büyük gölgelik şemsiye üretimi gibi farklı alanlarda işlerimiz vardı.
Türkiye’ye ne zaman ve niçin geldiniz?
2011’de Suriye’de devrim başladığında Riyad’daydık. Türkiye’ye yoğun bir mülteci akını olunca 2017’de işimizin bir kısmını Türkiye’ye taşıma ve Türk ekonomisine katkıda bulunacak yeni yatırımlar yapma kararı aldık. Böylelikle hem Suriyeli mülteci kardeşlerimizin yanında durmak hem de Türk kardeşlerimizin mülteci yükünü kaldırmasında onlara yardımcı olmak istedik. Yeni iş ve ticaret imkânlarıyla Türkiye’nin ekonomisine destek olup yükünü hafifletmeye çalıştık.
Bizim Türkiye’yle ticari ilişkilerimiz 2003’e kadar geri gidiyor. Suudi Arabistan’daki demir işimizde çalışan Türk mühendisler vardı, bu konuda Türk şirketlerle anlaşmalar da yapmıştık. Türk şirketlerin sahipleriyle sadece ticari ilişkilerimiz yoktu, çok yakın dostlar da olmuştuk.
Türkiye’ye mülteci olarak gelmedik, bir yardım talebinde de bulunmadık. Elhamdülillah aile olarak hiçbir şeye muhtaç değiliz. Biz Türkiye’yi hep ikinci vatanımız, hatta anavatanımız gibi gördük. Tarihimiz, kültürümüz ve medeniyetimiz bakımından coğrafyamızı bölünmez bir bütün saydık. Benim hem baba hem anne tarafından dedelerim Türk’tü, Osmanlı vatandaşıydı. Eşimin de ninelerinden biri Erzurumlu Türk. Hala bazı uzak akrabaları Erzurum’da yaşıyor. 2011’in çok öncesinden beri Türkiye’yi çok iyi tanıyor, seviyor ve sık sık gelip gidiyorduk. Bu yüzden Türkiye’de yatırım yapmak istedik.
Dahası, o kadar çok işadamı ve tüccar arkadaşımı Türkiye’de yatırım yapmaları için teşvik ettim ki… Çinli fabrikaları satın alacağınıza Türk fabrikaları ve işletmeleri satın alıp kardeş ülkede bu sektörlerin gelişmesini sağlayın dedim. Gayrimenkul sektörüne, teknoloji alanına, gıda maddeleri ve ticareti alanına girdiler. Buraya gelmeyenleri de Türklerle ticaret yapmaya teşvik ettim. Birçok Türk fabrika ve işletme sahibiyle irtibat kurmalarını ve ticaret yapmalarını sağladım. Bütün bunları Türkiye’ye ve Türk halkına olan muhabbetimden yaptım. Çünkü Türk ve Arap halkları olarak biz tek bir ümmetiz.
Türkiye’deki işlerinizin bir bölümünü kapattığınızı öğrendim. Neden? Ne değişti de Türkiye’yi bu kadar severken ve başkalarını da yatırıma teşvik ederken çekilme kararı aldınız?
Son bir senede yaşananlar bizi ne kadar üzdü anlatamam. Irkçı söylemler akıl almaz derecede arttı. Sadece sosyal medyada değil, sokakta da, günlük hayatta da ırkçı söylemleri sürekli duyar olduk. Dahası, ırkçılığa karşı olan Türk kardeşlerimizden de bize destek çıkanları, ırkçılara ağzının payını verenleri göremedik. Hükümeti de bütün bunlar olup biterken ırkçılara karşı güçlü ve kararlı bir mücadele yürütmediği ve hak ettikleri cezalara çarptırmak suretiyle seslerini kesmediği için sorumlu görüyorum.
Emin olun, bu yaşananlar Araplardan çok daha fazla Türk halkının canını yakacak. Çünkü ırkçı söylemlerle murat edilen Türkiye’yi sindirmek, çevresinden tecrit etmek ve komşu ülkelerden, Arap halklarından koparmak. Şunu bilin ki Türk halkının tek gerçek dostu, kendisini karşılıksız seven Arap halklarıdır. Ne Rus ne Avrupalı ne Amerikalı ne de diğerleri… sizi bizim kadar seven ve değer veren bir halk daha bulamazsınız. Tam da bu yüzden bu ilişkileri kopartmak ve muhabbeti bitirmek istiyorlar. Irkçılığı güçlendirenlerin ana hedefinin Suriye halkı veya Arap halkları değil, Türk halkının bizzat kendisi olduğu gün gibi ortada. Türk ekonomisine ne kadar büyük zarar verdiklerinin farkında değilsiniz.
Hangi alanlara yatırım yapmıştınız? Yatırımlarınız sırasında ırkçılık dışında herhangi bir zorluk yaşadınız mı?
Aslına bakarsanız 2017’de Türkiye’ye geldiğimiz ilk günden beri sıkıntılarla yüzleşiyoruz. Maalesef ki kanunlarınız hem muğlak hem de olması gerektiği gibi uygulanmıyor. Resmî işlemler, özellikle ticari alanda çok meşakkatli. Aldatıldığımızda veya yalan söylendiğinde şikâyet edebileceğimiz bir merci yok. Bazı Türk tüccarlar maalesef ki Arap yatırımcıları birer av olarak görüyor. Arap yatırımcıya fiyatı istediği gibi artırabileceğini, onları kandırabileceğini, dolandırabileceğini düşünüyor. Şikâyetlerimizi iletebileceğimiz ve hızla sonuç alabileceğimiz resmî mercileriniz yok. Evet, yargı kurumunuz var; ama o kadar yavaş işliyor ki yatırımcılar ürküp kaçıyor.
Son ırkçı dalgadan evvel de yaşadığımız sıkıntılar hep vardı. Türkiye’ye gelip yatırım yapmamız, bürokrasinizdeki küçük bir kesim tarafından istenmiyordu. Bunu açıkça hissediyorduk. Bunlar işlerimizi hep yokuşa sürmeye, mesela belediyeler işlerimizi engellemeye çalışıyordu. Bu benim de, arkadaşlarımın da başına geldi. Ama dünya güllük gülistanlık değildir deyip bunlara hep sabrettik. Durumları düzeltmek için arkadaşlarımızla el ele verip uğraştık. Ama son bir yıldır işlerin daha da kötüleşmesiyle tam bir şoka uğradık.
Girdiğim işlerde Türkiye’nin ekonomisine fayda sağlamak hep önceliğim oldu. Mesela sağlık turizmi alanında bir şirket kurdum. Hükümet de bu alana odaklanmıştı. Çünkü ülkeye döviz çekmek için sağlık turizmi çok önemliydi. Hastaları yurtdışından getirtip Türkiye’nin tanınmış özel hastanelerinde tedavi ettiriyorduk. Ne acı ki şok içinde doktorların çoğunun hastalarına karşı dürüst olmadığını gördük. Her hastaya birbirinden farklı ve hayali faturalar kesiyorlardı. Doktorlar bazen sırf para için olmayacak tedaviler öneriyorlardı. Sabit fiyatlar ve tedaviler söz konusu değildi. Bu problemleri iletebileceğimiz ve çözebileceğimiz yetkili merciler bulamıyorduk.
Yine robotik ve endüstriyel otomasyon alanında bir şirket kurdum. Almanya ve Avrupa’yla daimi bağlantılarım olduğundan orada birçok şirketi ziyaret edip bu işe giriştim. Hedefim, Türkiye’nin sanayisini robotik alanında ileri teknolojiyle geliştirmekti. Kanada’dan inovasyon idaresi ve mekatronik alanında uzman bir arkadaşımla ortaklık kurdum. Endüstriyel otomasyon alanında yaklaşık 20 yıllık tecrübesi vardı. Bu alanda Türk sanayisini geliştirmesi için onu Türkiye’ye getirdim. Önemli bazı Türk şirketleri ve fabrikalarla çalıştık. Ama bu alanda bile yeterli destek göremedik. Yine de önemli değil, çalışıp didineceğiz, elimizden geleni yapacağız dedik. Çünkü biz Türkiye’ye bir mülteci olarak veya çaresizlikten değil, bir misyonla, bir hedefle gelmiştik. Türk toplumunun bir parçası olacak, buradaki iyi insanlarla el ele verip bilgi, sevgi, sadakat bağlarını yeniden kuracak ve başkalarını da Türkiye’nin kalkınması için çalışmaya teşvik edecektik. O yüzden başımıza gelen her zorluğa sabrettik ve hatta bunları normal karşıladık.
Ama son bir senede yaşananlar ve özellikle Türk hükümetinin ırkçı saldırılara müdahale etmediği gibi, kendisinin de özellikle seçimlerden sonra emniyet birimlerini ve Göç İdaresini sahaya sürüp yabancılara karşı çok sert ve kaba muameleye başlamasıyla kendi çocuklarımın geleceğinden bile korkar hale geldim. Ki ben ve çocuklarım Alman vatandaşlığına sahibiz. Sadece eşimin Suriye vatandaşlığı var; ama o da Suudi Arabistan’da doğup büyümüş, okumuş biri. Eşim eczacı olup işletme alanında yüksek lisans yaptı ve Riyad’ın en iyi hastanesinde kalite yönetiminden sorumlu müdürdü. Biz Suudi Arabistan’da işlerimiz çok iyi olduğu halde her şeyi bırakıp Türkiye’ye gelmiştik ve şu an Türk polisinden korkuyoruz. Üniversite, lise ve ilkokul çağında üç çocuğum var. Çocuklarım kendi başlarına toplu taşıma aracına binmeye bile korkuyorlar. Sadece kendi çocuklarım da değil, herkes aynı durumda. Cüzdanlarını ya da ikamet belgelerini evde unutanları polis durdurduğunda ya gözaltına alıyor ya da sınır dışı ediyor. Alman vatandaşı olduğumuz halde korkuyorum. Bu, normal bir durum değil. Düşünün diğer Suriyelilerin ve yabancıların halini… Bu, bizim bildiğimiz Türkiye değil…
Yeni İçişleri Bakanı’nın yabancılara daha iyi bir şekilde, daha insanca muamele etmesini beklerdik. Sayın Bakan geçtiğimiz günlerde El-Cezire kanalına çıktı ve mülakatta bu konu sorulduğunda işlerin gayet iyi gittiğini söyledi. Hayır, işler hiç iyi gitmiyor. O kadar çok zulüm yaşanıyor ki… Bu durum Arap halkları arasında ciddi bir hayal kırıklığına ve dargınlığa yol açmış durumda. Türkiye’yi ve Türk halkını çok sevenler bile şu an çok büyük bir üzüntü ve kırgınlık, hatta kızgınlık hissediyor. Herkes gerek hükümet gerek halk bazında gördükleri kötü muameleden etkilenmiş durumda. Tabii ki halkın tamamı değil, gayet iyi muamele edenler de var. Ama şu an hem sokakta yaşadığımız hem de sosyal medyada şahit olduğumuz şeyler ürkütücü.
Yabancı düşmanlığının iyice arttığı böylesi bir ırkçı ortamda bizden ne yapmamızı beklerdiniz? Sağlık turizmi şirketimi kapattım, bu işi Dubai’ye taşımaya çalışıyorum. Robotik teknoloji alanındaki şirketimde çalışan mühendis sayısını da azalttım ve şirketi Suudi Arabistan’a taşıma niyetindeyim. Çocuklarım okullarını bitirince onları belki Almanya’ya, belki de Körfez’e yollayacağım. Çünkü ben Batı’da yaşamak istemiyorum.
Arap olmayan yabancı yatırımcılar da benzer olumsuzluklarla karşılaşıyor mu? Batılı, Çinli veya başka ülkelerden yatırımcı arkadaşlarınız var mı?
Maalesef Batılı veya Doğulu yatırımcıların durumunu bilmiyorum.
Kaç kişi çalıştırıyordunuz? Çalışanlarınızın tamamı Suriyeli miydi, Türkler de var mıydı? İşlerinizi azalttığınız için şimdiye kadar kaç kişi işsiz kaldı?
Türkiye’de kurduğum işlerde çalışan sayısı 50-60 kadardı. Çalışanlarımın yarıdan fazlası Türk’tü, Suriyelilerin bir kısmının Türk vatandaşlığı vardı, bir kısmı da geçici koruma kimlikliydi. Çalışma ortamımız hakikaten çok güzeldi. Hep birlikte yer içer, birbirimizi ziyaret ederdik. Hava güzel olduğunda birlikte seyahate çıkar, ormana gidip mangal yapardık. Arap personelimizin hepsi Türkçe biliyordu. Arap ve Türk personelimiz gayet iyi anlaşıyordu, kardeşçe bir çalışma ortamı vardı… Küçülmeye gittiğimiz için şu an yaklaşık 20 çalışanımız kaldı. İşlerimizi tamamen tasfiye edersek hepsi işsiz kalacak. En büyük zarar da bu. Nerelerde olabilecekken şu an ne haldeyiz… Hayallerimizi gerçekleştirebilseydik daha fazla insana iş verip ülkenizdeki işsizliğin azalmasına katkıda bulunabilirdik.
Suriyeliler hangi alanlarda ülkemize yatırım yapmıştı?
Yatırımlar çok çeşitlenmişti. Neredeyse her alanda var. Sanayi, yatırımların ana omurgalarından. Halepliler zaten geçmişten beri sanayicidir. Ama bu sanayi kuruluşları daha çok Gaziantep, Kilis gibi sınır şehirlerinde. Benim de o şehirlerde büyük sanayi tesisleri olan akrabalarım var. İstanbul gibi Türkiye’nin içlerine dağılmış Suriyeliler daha ziyade hizmet sektöründe iş kurdular. Özellikle inşaat sektöründe gayrimenkul geliştirilmesi ve pazarlanması alanında çalışıyorlar. Türk ekonomisine bu yolla çok fazla para girişi sağladılar. Yurtdışındakilere, özellikle Körfez’dekilere gayrimenkullerin ve sanayi kuruluşlarının pazarlanmasında Suriyeliler aracı rol oynuyorlar. Gayrimenkul pazarlamada çalışan Türkler geçmişte ne İngilizce ne de Arapça biliyorlardı. Müşterilerle anlaşmakta zorluk çekiyorlardı. Suriyelilerin hem bu alana hem de ticarete girmesi Türkiye’nin yurtdışıyla iktisadi ilişkilerini kolaylaştırdı. Suriyelilerin çoğu zaten İngilizce biliyordu, Türkçeyi de iyi öğrendiler. Dolayısıyla aracı halka oldular. Yine dijital alanda, özellikle yazılımda çalışanlar çok. Mesela yatırımcı bir arkadaşım ABD’den iki kardeş gelip burada bir yazılım şirketi kurdu. Hem Türk hem de Arap gençleri çalıştırıyor, yazılımları pazarlıyordu.
Peki, sizin gibi Türkiye’deki işlerini kapatma kararı alan başka Suriyeli veya Arap yatırımcılar ve işadamları var mı?
Benzer durumda şu an o kadar çok işadamı ve yatırımcı arkadaşım var ki… O kadar çok yatırımcı evini, iş yerini satıp başka ülkelere gidiyor ki… Yüzlerce insanın çalıştığı Türkiye’deki fabrikalarını ciddi ciddi kapatıp yurtdışına taşımayı düşünüyorlar. Ben de Türkiye’deki işlerimi azaltmak zorunda kaldığım için hakikaten çok üzgünüm. Şunu da bilmenizi isterim: Türkiye’ye yatırım için gelmiş Arap işadamı ve yatırımcı arkadaşlarımın tamamının Kanada, ABD, İngiltere vs. vatandaşlıkları var. Kimse Türkiye’ye muhtaç olduğu için gelmedi. Aksine Türkiye’yi ve halkını hakikaten sevdikleri için size yatırımcı olarak geldiler.
Bu arada sanıyorsunuz ki Türkiye’deki Suriyelilerin tamamı mülteci. Bu koskoca bir yanılgı. Birçok doktor, mühendis, tüccar ve akademisyen geldi. Ama karşılaştıkları kötü muamele yüzünden doktorlar ve mühendisler başta Almanya olmak üzere Avrupa’ya, tüccarlar Körfez’e ve ABD’ye gidiyorlar. Korkarım ki en sonunda ülkenizde hiçbir yere gitme imkânı olmayan çaresiz mülteciler, fakirler ve zayıflar kalacak. Hâlbuki diplomalıların ve sermayedarların kalmasına izin vermeniz ve bunun için kolaylıklar sağlamanız sizin için ne kadar önemliydi…
İstanbul’da kaçak Suriyeli, Iraklı ve Arap sayısı sınırlı. Güvenlik güçlerinizin yürüttüğü çok sert ve aşırı politikalar sonucunda İstanbul’da belki 50 bin kadar yabancıdan kurtulmuş olacaksınız. Ama astarı yüzünden pahalı bu hamleler, unutulmayacak ve gelecek on yıllar boyunca Türkiye’ye zarar vermeye devam edecek. Devlet olarak ırkçılıkla mücadele etmeniz gerekiyor. Tekrar tekrar söylüyorum, bu ırkçılık en büyük zararı bize değil, size verecek. Hem Türk ekonomisini hem de bölge halklarının Türklerle ilişkisini kasıtlı olarak yıkmaya, sizi tecrit etmeye çalışıyorlar.
İş alanı dışında Türkiye’de ne gibi sıkıntılar yaşadınız?
Her sene Göç İdaresine oturma iznimizi yeniletmek için gidiyoruz. İstanbul’da çok büyük bir mülk satın almak suretiyle oturma izni alanlardanım. İkametimizin yenilenmesi yaz mevsimine denk geliyor. Her sene yazın en sıcak günlerinde eşim ve çocuklarımla sıraya giriyorum. Adeta ekmek ve su dağıtım kuyruğu gibi bir sıra. İkamet işlerimizi halletmesi için bir başkasına vekâlet verme hakkımız yok. Sıra gelip de memurun karşısına vardığımızda son derce üstenci ve çirkin bir tonla konuşuyor. Gayet kibirli bir şekilde Türkiye’ye neden geldin gibi sözler söylüyor, sorular soruyor. Memurun karşısında hakikaten zelil bir hale düşürüyoruz. Allah için her sene bu çirkin muamelelere sabrettim ve sustum. Ama bu nasıl bir düzen? Elektronik sistem neden yok? Neden bir avukatı yerime vekil tayin edip işlerimi halledebileceğim bir sistem yok? İkametimi yenileyebilmek için her sene iki haftadan fazla hiçbir yere gidemiyorum. Ben bir işadamıyım ve çok sık seyahat etmek zorundayım. Altı yılın sonunda artık hata yaptığımı düşünmeye başladım. İnanın dünyanın başka yerlerinde ikametimi yenilerken bunların hiçbirini yaşamadım. Almanya, BAE ve Suudi Arabistan’da bu işler otomatik yürüyor, online sistemler üzerinden. Memurların üstenci muamelesi hakikaten çok onur kırıcı. Sadece üstenci değil, bir de kötü muamelede bulunuyorlar. Bu yüzden ben muhalefetten evvel hükümeti suçlu görüyorum. Muhalefet muhalefetliğini yapıyor. Hükümetin bunca yıldır bu işleri yoluna ve düzene sokması gerekmez miydi? Şu an durumun ne kadar kötü olduğunu tahmin dahi edemezsiniz. O kadar üzgünüm ki… Tıpkı eloğlundan değil, kendi kardeşinden yaşadığı darbeyle üzüntüye gark olanlar gibiyim.
Daha evvel Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Federasyonu genel müdürü Muhammed Akta ile röportaj yapmıştım. Önümüzdeki aylarda çıkacak kitabımda yayınlanacak röportajında, Suriyeli işadamlarının hem Türkiye’deki mülteciler hem de Suriye’nin kuzeybatısındaki yerinden edilmişler için türlü türlü projeler ve yardım faaliyetleri yürüttüğünü anlatmıştı. Siz de bir işadamı olarak muhtemelen bu çalışmaların içindesinizdir. Suriyeliler için şimdiye kadar neler yaptınız?
Allah’a hamdolsun ki evet. Geçmişte bir müddet Kilis’te ev tutup Allah rahmet eylesin babamla orada kaldım. Bölgede birçok derneğin kurulmasına katkıda bulundum. Bunlardan biri Himmet Gençlik Derneği olup gençlere dinin temellerini ve ahlakı öğretmeye, böylelikle topluma iyi/erdemli insanlar olarak katılmalarını sağlamaya odaklanıyor. Sadece iyi/erdemli olmaları da değil, aynı zamanda iyiliğe/erdeme sevk edici insanlar olmaları…
Yine Ataa Derneği üyesiyim. Bu da Halid İsa’nın başkanlığını yaptığı bir hayır derneği. Suriye’nin içinde mikrofinans projeleri yürütüyoruz. Küçük işletmeler kurmak isteyenlere maddi destek sağlıyoruz. İnsanların doğru düzgün işleri olması lazım ki alın teriyle kazanıp ailelerini geçindirebilsinler. İşsizlik ve fakirlik yüzünden dilenmeye veya kötü işlere bulaşmaya mahkûm kalmasınlar. Gelecekte Suriyeli mafyalar ve uyuşturucu çeteleri oluşmasını asla istemeyiz. Ben bunun aynısını Türkiye’de de kurmaya, projesi olanlara destek sağlamaya niyetlenmiştim. Maalesef ki bu ırkçı saldırılar yüzünden Türkiye içindeki girişimimizi durdurmak zorunda kaldık.
Bir de İstanbul’da mekatronik, elektrik ve makine mühendisliği okuyan üniversite öğrencileri için ileri teknoloji alanında kurslar ve staj programı başlattık. 100 küsur Türk ve Suriyeli öğrenci bizden robotik programlama alanında eğitim aldı. Verdiğimiz sertifika sayesinde çok iyi işlere girdiler. Bu programımız tamamen ücretsizdi ve bir eşdeğeri Türkiye’de yoktu. Benzer bir eğitimi, yurtdışında ancak yüzlerce değil, binlerce avro ödeyerek alabilirsiniz. Biz bu işi şirketimizin bir sosyal sorumluluk projesi olarak yaptık. Bu gençlerin kaç tanesi işe girdikten sonra bize gelip teşekkür etti, sizin eğitiminiz olmasaydı bu şirketlere giremezdik diye… Bu projeyi daha da geliştirip büyütmeye çalışıyorduk ki mevcut ortamda işlerimizi küçülmek zorunda kaldık. Proje için eğitmenlerimiz hala var, ama az. Geçmişte ortalama 30 eğitmenimiz vardı, şimdi 5-10 tane. Kısaca hem Suriyeli hem de Türk öğrenciler için tamamı ücretsiz böyle önemli projelerimiz vardı.
Son olarak, Türk halkı Suriye’yi ve Suriyelileri fazla tanımıyor. Şam ve Halep’in dünyanın en eski yerleşimlerinden ve birer medeniyet merkezi olduğunu bilmiyor. Buraların ticari, kültürel ve ilmi bakımından öneminin farkında değil. Genel olarak Suriyelileri geri kalmış ve hatta bedevi bir halk olarak görme eğilimi var. Yatırımlarınız sırasında bu algıyı siz de hissettiniz mi?
Hissettik tabii ki. Öte yandan bilgili insanlarınız da var. Ama onların bile birçoğu, Arap coğrafyasının tarihiyle ve Osmanlı’yla ilişkileriyle ilgili hatalı bilgilere sahipler. Araplar Osmanlı’ya ihanet etti diyorlar. Bu, 100 yıldan fazladır iki halkın arasını açmak için kasten üretilen çarpıtılmış bir tarih. Dediğiniz gibi Suriye’nin Halep ve Şam gibi şehirlerinin kültürel birikimi ve kadim geçmişi bilinmiyor. Suriyelilerin hepsi aç, dilenci, medeniyetsiz, kültürsüz zannediliyor. Medya, özellikle de sosyal medya bunu pazarlıyor. Öte yandan daha evvel de dediğim gibi, devlet de entelektüel kesimimizi, diplomalıları misafir edemedi. Bu kesim ikamet ve kimlik sorunu, mesleki alanlarında iş bulamama, büyük bir sorun olan dil bariyeri, ırkçılık gibi sıkıntılar yüzünden burada tutunamayıp Avrupa veya Körfez ülkelerine gitti. Maalesef ki Türkiye’de ilmi, iktisadi ve kültürel bakımından daha az şanslı olanlar kaldı. Bu, stratejik bir hataydı. Aksi olabilirdi. Entelektüellere, yatırımcılara, diplomalılara yaşayabilmeleri için bazı kolaylıklar sağlansaydı burada seve seve kalacaklardı. İnanın bundan siz de kazanacaktınız. Burası kültürlü insanların, entelektüellerin, eğitimlilerin bir merkezi olacaktı. Velhasıl gerçekten Şam’ı, Halep’i ve Suriye’nin birikimi Türkiye’de yeterince bilinmiyor.