Cihat Arpacık’ın Perspektif sitesindeki yazısını aktarıyoruz.
İstanbul’un dar sokaklarında, duvarlara sinmiş barut kokusunda, gece yarısı yankılanan motor seslerinde büyüyen yeni bir masal var: Daltonlar.
Çizgi filmdeki aptal haydutların adı, artık çocukluğun masumiyetinden koparıldı ve şehrin üzerine bir kara bulut gibi çöktü. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu örgüt hakkında hazırladığı iddianame, 1.676 sayfalık soğuk, gri bir anlatı gibi duruyor ilk bakışta. Fakat satır aralarına baktığınızda, orada sadece suç isnatları değil sokakların el değiştirme hikâyesi, gençlerin kayboluşu, şehrin çürümesi de var.
Örgütün lideri dosyaya göre bir zamanlar Bahçelievler’in sıradan bir hırsızıydı. Küçükçekmece’nin kuytuluklarında uyuşturucu ticaretine bulaştı. Sokaklarda “kardeşim” diye çağırdığı gençleri kanlı bir hesaplaşmada azmettirici olarak kullandı. 2022’nin ilk aylarında ardı ardına gelen cinayetler onun adını yeraltında duyurdu. Bir noktadan sonra, “büyük abi”sinin gölgesinden sıyrıldı ve grubuna yeni bir isim buldu: Daltonlar.
Artık herkesin dilinde, bu kara masalın adı buydu.
İddianamede, Daltonların hücre evlerinden söz ediliyor. Oralarda yalnızca silah yoktu, uyuşturucu, eskort kadınlar, çalınmış lüks arabalar da vardı. Küçük yaşta çocuklara kar maskesi taktırıp ellerine silahlar veriyorlar, bu fotoğrafları sosyal medyaya servis ediyorlardı. Bir tür “sokak Disneyland’ı” kurmuşlardı: Karanlığın roller coaster’ı.
Aidiyetin kimyası, “Bağ kur, hızlan, kendini kanıtla” üçlemesi üzerine inşa edilmişti. İmaj ile kimya arasında kurulan bu bağ, genç failin eline telefonu, sırtına yeleği, beline silahı aynı hızda verdi. Kısacası, sokakların çetelere geçişi “bir gecede” olmadı. “Sokak hakkı” diyen anlatı, enflasyonun, geleceksizliğin ve dijital şovun üst üste bindiği bir zeminde güç kazandı. Savcı, bu zeminin “nasıl”ını gösteriyor, “neden”ini ise satır aralarında ima ediyor: Genç birinin, 600 bin lira ve bir yurt dışı vaadiyle ikna edilebildiği bir gerçeklikte, suç ekonomisi bir “çıkış kapısı” gibi parlıyor. Çocuklar bir kez bu evlerin kapısından girdiklerinde, uyuşturucuya, silaha, şiddete bulaşmadan çıkmaları mümkün değil.
Örgüt lideri için açılan Instagram hesaplarında şu slogan yankılanıyordu: “İstanbul’un sefiri, sokakların hâkimi.” Artık suç, sadece sokak köşelerinde değil TikTok’ta, Instagram’da, Snapchat filtrelerinde dolaşıyordu. Gençler, mafya dizilerinin jargonunu alıp kendi hayatlarına geçiriyor, örgüt liderlerine şarkılar adıyordu. Dosyada, Daltonların 15-20 yaş arasındaki gençleri özellikle hedef aldığı yazılı. Çünkü bu kuşak bilgisayar oyunları ve suç dizileriyle yetişmişti. Silahı eline aldığında, ekranda izlediği kahramanın sahnesine çıkmış gibi hissediyordu.
Bir zamanlar esnafın dükkânını kapatıp “Allah bereket versin” dediği sokaklarda, artık şu kelimeler dolaşıyordu: “Haraç, sokak hakkı, koruma parası.” İddianameye göre Daltonlar’ın üç stratejisi vardı: Esnaftan ve iş adamlarından zorla para almak, “hasım” gördükleri örgütlere karşı silahlı ve bombalı saldırılar düzenlemek, lüks yaşamı gençlere cazip kılmak için çalıntı araçlar, şatafat ve uyuşturucu ile örgüte yeni üyeler kazandırmak.” Her şey bir döngüydü. Çalınan paralarla yeni silahlar alınıyor, silahlarla yeni eylemler yapılıyor, korkutulan sokaklardan yeni “aidatlar” toplanıyordu. Böylece örgüt kendi sürekliliğini sağlıyordu.
Daltonların elindeki silahların listesi, bir şehrin nasıl savaş alanına dönüştüğünü gösteriyor: Uzi, AK-47, el bombaları… Bir iş yerine el bombası atılması, bir meyhaneye patlayıcı bırakılması, artık filmlerden çıkıp İstanbul’un sokaklarına inmişti. İddianameyi okurken şunu fark ediyorsunuz: Bu sadece bir örgüt hikâyesi değil, aynı zamanda bir toplum hikâyesi. Çocukların peşinden gittiği mafya liderleri, aslında toplumun gözleri önünde büyüdü. Gençler için “lüks araçlara binmek, yurt dışına kaçabilmek” örgüte katılmak için yeterli motivasyondu. İstanbul’un varoşlarında boş bırakılan alanı, Daltonlar doldurdu.
Onların adalet anlayışı şuydu: “Sokağın hakkı.”
Onların ekonomisi şuydu: “Koruma parası.”
Onların sosyal yardımı şuydu: “Cezaevindeki üyelerine düzenli para göndermek.”
Kentin Hızla Atan Nabzı
Savcılığın anlatısı net: Daltonlar yapılanması klasik yeraltı örgütlerinden farklılaşıyor. İlk aşama hayranlık, ikinci aşama irtibat, üçüncü aşama “eyleme gönderme”. Savcı, bu döngüyü adım adım tarif ediliyor. Bütün bunlar ritüel de üretiyor: Meydan okuma videoları, sloganlar, “biat” fotoğrafları… Kısacası, dijital hafızada “örgüt aidiyeti” bir albüm gibi tutuluyor.
Yani İstanbul’un bazı gecelerinde, aynı anda hem bir siren hem de bir telefon ekranı parlıyor. Bir tarafta devriye ışıkları, diğer tarafta “canlı yayın başladı” bildirimi. Şehrin nabzı hızlanırken, birileri “sokakların hakkı”nı toplamak için kapı önlerinde bitiyor. O kapılar bir gövde gösterisine de açılıyor. Lüks araçlar, marka logolar, kar maskeleri ve kısa cümlelerle kurulan bir hükümranlık dili… Dosyanın satır araları, bu dilin nasıl öğrenildiğini, nasıl yayıldığını ve nasıl eyleme döküldüğünü gösteriyor.
“Hücre Evi” Coğrafyası
İddianame, örgüt evlerinin ağırlıkla Esenyurt ve Bahçelievler gibi ilçelerde, “Airbnb” gibi mobil uygulamalar üzerinden, sabıkasız görünen adlar kullanılarak kiralandığını kayda geçiriyor. Bu evlerde birkaç günlük “konaklama”nın ardından, doğrudan yönetici talimatıyla silah, mühimmat, kar maskesi, yelek, patlayıcı ve motosiklet temin edilip eyleme çıkılıyor. Somut bir sahne “Future Park” adlı sitede. Burada, birden fazla daire hücre evi olarak kullanılıyor, çalıntı motosikletler sitede muhafaza ediliyor, kayıt tutulmuyor. İfadelerde “site yönetimi içinde” konumlanan bir ismin silah ve GPS cihazlarını risk anında başka eve taşıdığı, çok sayıda “kayıt dışı hücre” temin ettiği anlatılıyor. Bu tablo, kentin güvenlikli sitelerinin nasıl geçirgenleştiğini gösteriyor.
Daltonlar dosyası yalnız suç isnadı değil; bir “sosyolojik envanter” de sunuyor: Gençler, lüks görüntülerle kurulan bir arzu ekonomisine davet ediliyor, “tribünlerde atkı açtırma” gibi gündelik kültür kanallarına sızılarak meşruiyet devşiriliyor, “küçük grupların taşeronlukla büyüdüğü” ve büyüklerle çatışabilecek ölçeğe eriştiği vurgulanıyor. Bu, kent kıyılarında kurulan bir “yeraltı altyapısı.”
Örgütün iç dil kalın: “Joker”, “motorcu”, “atıcı”… Dış dile gelince slogan kısa, keskin: “İstanbul’un sefiri, sokakların hâkimi.” Sosyal medya canlı yayınları, emojiler… Hepsi, “biz” duygusunu büyüten işaretler. Bu işaretler, eylemle mühürleniyor: Yöneticiden doğrudan talimat, FaceTime’dan emir; sonrasında tetik. Sokakların çetelere “adım adım” geçişi, burada bir gösteri ekonomisi olarak beliriyor: Kamera açılıyor, yayın başlıyor, “sokak hakkı” tahsil ediliyor. Hücre evinin salonunda bekleyen genç, telefonundaki mesajı okuyor: “Motor hazır, hedef belli.” O genç, şehrin en kalabalık caddesinde bile görünmez, çünkü asıl görünür olan, onun arkasındaki imaj: Lüks bir otomobilin kaportasındaki parlaklık, kar maskesinin sabit bakışı ve “hâkimiyet” sözcüğünün kısa hecesi.
İddianamenin satır aralarında daha derin bir hikâye gizli: Bir kent, kendi çocuklarını kaybediyor. Bir toplum, suç örgütlerinin cazibesine teslim oluyor. Ve bütün bunlar olurken “Dalton”, sokakların yeni efendilerinin adı olarak kalıyor.
Dosya aslında hepimize, şehrin şiddetle kurduğu yeni bağı gösteriyor.
Not: Bu dosya, yalnızca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2024/89025 sayılı iddianamesinde yer alan bilgilere dayanılarak hazırlanmıştır.