PKK’nın silah bırakmasına ilişkin süreç, planlandığı gibi ilerledikçe, süreci enfekte etmeye yönelik faaliyetler de deşifre olmaya başladı. Bir yandan, “devlet ne verdi de örgüt silahı bırakıyor” tartışması, öte yandan sürecin tarafı olan Cumhurbaşkanı ve Bahçeli arasında “sorun var” algısı oluşturmaya yönelik ‘öngörüler’ yapılıyor. Bu tür girişimlerin sonuç üzerinde belirleyici olma imkânı yok. Ancak toplumsal algıyı bozmaya yönelik sonuçlar üretebilirler. Yeni girişimi yöneten ve 2009-2015 yılları arasındaki süreçte görev almış kadrolar için bu tür ‘faaliyetler’ işlevsizdir. Bununla birlikte, bu tür faaliyetlerin üretilmiş ‘korkuları’ tetikleme olasılığını akılda tutmak gerekir.
Ülkenin yakın tarihi dikkate alınırsa hem bahsettiğimiz türden bozucu faaliyetler hem de ülkeyi yönetenlerin konuya ilişkin çözüm arayışları yeni değil. Çözüm arayışı, son 40 yılın temel bir meselesi. Özal, Demirel, Yılmaz, Çiller, Erbakan ve Ecevit’in başbakan oldukları dönemlerde, çözüm konusu hep gündemdeydi. ‘Korkular’ ve çözüm arayışlarını bozucu faaliyetler de benzer şekilde yürütülüyordu. Bunun en yoğun yaşandığı dönem, 2009-2015 tarihleri arası dönemdir. Oslo Görüşmeleri, Açılım ve Çözüm Süreci bağlamında sahici adımlar atıldığı için silahın bırakılmasına karşı çıkan unsurlar, farklı korkular üreterek siyasetin, hükümetin adım atmasını engellemeye çalıştılar. İçeride ve dışarıda yürütülen faaliyetler sonucunda süreç akamete uğradı. PKK’nın şiddeti kentlere indirme girişimi, FETÖ’nün mevcut tabloyu kullanarak iktidarı elde etme arzusu, bölgemizdeki ve Avrupa’daki kimi ülkeler ile ABD içindeki bir kanadı saymak mümkün. Bu tür engelleme çabalarına ve süreci etkilemeye yönelik bozma girişimlerine karşı yapılacak şey, gidişatı açıkça ortaya koymaktır.
Neden Gizlilik?
Örgütlerin silah bırakmasına ilişkin faaliyetlerin çoğu benzer süreçleri içeriyor. Farklı deneyimlerden yararlanmak ile kopyalamak arasında büyük fark olduğu açık. Bununla birlikte, benzer örneklerin ortak özelliği, sürecin belli bir aşamaya kadar gizli yürütülmesi ve bunun ise ağırlıklı olarak istihbarat kurumu aracılığıyla yapılması. Çünkü bu noktadaki temel faaliyet, örgütün silah bırakmasına ilişkin süreci konuşmak, tartışmak ve yönetmek. Bu konuda en güzel tanımlamayı, dönemin İrlanda Başbakanı Patrick Bartholomew Ahern (Bertie Ahern) yapmıştı. Görüşmelerin gizliliğine ilişkin olarak Ahern, “Görüşmeleri yıllarca gizli yürüttük, aksi takdirde ben o koltukta bir gün oturamazdım” ifadesini kullanmıştı. Diğer bir değerlendirme ise Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos Calderón’un, “Bizde görüşmeler ‘sır görüşmeler’, ‘gizli görüşmeler’ ve ‘meclis görüşmeleri’ şeklinde yürütüldü” ifadesidir. Sır görüşmeleri, hiçbir kaydın olmadığı ve yıllarca süren temaslar olarak tanımlamıştı. Buradaki gizlilik, toplumdan bir şeyler gizleme değil, sürecin temel dinamiklerini oturtmaya ilişkin bir gerekliliktir. Hem alınıp verilen bir şey yok hem de tüm süreç siyasal iktidarın bilgisi, izni ve kontrolünde devam ediyor.
Sürecin Aşamaları
Yapılanlar ve yapılacak olanlar açısından süreci, üç temel aşamada ele almak mümkün. İlk aşama istihbaratın ve ilgili aktörlerin sürece ilişkin pozisyon alması. Bu aşamayı, gizli görüşmeler ve istihbarat diplomasisi olarak adlandırmak mümkün. Türkiye’de bu süreç, Devlet Bahçeli’nin açıklamasıyla kamuoyunun gündemine geldi. Bununla birlikte, devletin işleyişi gereği, istihbaratın gerekli adımları atması ve görüşmeleri başlatması, hükümetin, yani Cumhurbaşkanı’nın talimatı ve izniyle başladı. Bu aşamadaki temel faaliyet, silah bırakmanın altyapısı için gerekli görüşmeleri yapma ve silah bırakma sürecini yönetmedir. Şu an yapılan bu. İkinci aşama, örgüt silah bıraktıktan sonraki süreci kapsamaktadır. Bu aşama ise “silah bırakma sonrası hukuki süreci işletmek” olarak adlandırılabilir. Yani, silah bırakan örgüt mensuplarına ilişkin mevcut yasaların uygulanması. Var olan geniş mevzuat, bu konudaki bir çok ihtiyacı karşılamaya elverişli. Ancak ihtiyaç duyulabilecek düzenlemeler olduğunda meclis/parlamento devreye girebilir, girmelidir.
Meclisin Sorumluluğu
Üçüncü aşama ise ihtiyaç duyulan yasal düzenlemelerin hazırlanması ve mecliste görüşülmesi. Bu aşamayı, toplumsal meşruiyet içinde yasal düzenleme hazırlığı olarak tanımlamak mümkün. Mevcut meclis yapısı dikkate alındığında, oldukça yüksek bir toplumsal temsil meşruiyetinin olduğu görülür. Seçim barajı ve ittifak sistemi gibi konuların varlığına rağmen mevcut meclis yapısının geniş temsil kapasitesi kıymetli. Bu ise yapılacak yasal düzenlemelerin toplum tarafından anlaşılması ve kabul edilmesi için önemli. Aslında, silah bırakma ve terör örgütlerine ilişkin geniş bir yasal mevzuat var. Bu süreçte yapılacak ilk şey, yasal mevzuatı uygulamaktır. Uygulamada ortaya çıkan ve mevcut yasalarda yer bulamayan sorunların çözümü için ise yeni düzenlemeler yapılabilir. Sorunların çözümü için yasal düzenleme yapmak meclisin görevi olduğu için konuyu “ne verildi”, “ne alındı” şeklinde değerlendirmek de doğru değil. Çünkü yapılanın amacı toplumsal barışı sağlamak ve cumhuriyeti kalıcı kılmaktır.
Hedef, Güçlü Vatandaş
Baştan ifade edeyim, verilen veya alınan bir şey yok. Yapılan işin temel hedefi, ülkenin en önemli sorununu çözmek, özellikle de vatandaşların can ve mal emniyetini doğrudan ilgilendiren bir konuyu sonuçlandırmaktır. Devleti yönetenlerin temel sorumluluğu, ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin eşit haklara sahip olduğu bir siyasal iklimi oluşturmaktır. Siyasal iklimi oluşturmak yetmez, vatandaşın böyle hissetmesini de sağlamaktır. Çünkü bu ülkenin kuruluş sürecinden sonra ve farklı dönemlerde ortaya çıkan kimi uygulamalar, vatandaşlar arasında ayrımcılık yapıldığının göstergesi olarak okunmaktadır. Bu konuda gerekli adımları atmak ise hükümetin sorumluluğunda.
PKK’nın silah bırakması konusunda gündeme getirilen “ne verildi” veya “ne verilecek” türü, özünde üretilmiş korkuların yansıması olan değerlendirmeler, herkesin eşit haklara sahip olmasını istememe, hazmedememenin dışa vurumudur. Bunu, hegemonik pozisyonun sarsılması korkusu olarak ifade etmek daha doğru olur. Açık ifade etmek gerekirse, söylenmek isteneni, “aslında bu ülkenin sahibi ve kurucusu biziz, şimdi bunları bize ortak edecekler, eşitleyecekler” ifadesiyle özetlemek mümkün. Eşit koşullarda yaşam mücadelesi vermekten kaçınmak ve bu mücadelenin ortaya çıkaracağı olası sonucu şimdiden öngörmenin oluşturduğu kaygı. Yani temelinde ayrıcalıklı konumu kaybetmek ve ‘üstünlüğü’ yitirmenin olduğu bir ‘korkudan’ bahsediyoruz. Bu korkuların oluşmasında devlet merkezli güvenlik paradigmasının etkili olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Şunu açıkça ifade edeyim, cumhuriyet kimsenin kimseye bir şey verdiği, ulufe dağıttığı bir rejim değildir. Bu süreçte de kimse kimseye bir şey vermiyor. Hükümet, silahın ve şiddetin araçsallaşmasından doğan anormal yönetim perspektifinden, silahın ve şiddetin araç olarak kullanılmasına son verildiği bir atmosferi oluşturmak istiyor. Yasa dışı unsurların aradan çıkmasıyla birlikte, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir siyasal iklim, politik mücadele atmosferi oluşturmak derdinde. Olan bu. Yani silahların bırakılması bir amaç değil, demokratik bir rejim inşası, devletin demokratik dönüşümü ve eşit vatandaşlık ilkesinin tam olarak uygulanması için araçtır. Devlet merkezli güvenlik paradigması yerine, insanı ve insanın güvenliğini önceleyen anlayışa geçişin ilk adımıdır.
Bu arada, geçmişte ne siyasal süreçlere dair projeksiyonları doğrulanmış ne de kritik gelişmeler karşısında aldıkları pozisyonla hayra vesile olabilmiş zihinlerin bugün yaşanan sürece yönelik fütürist yaklaşımları ve kerameti kendinden menkul akıl okumalarını ciddiye alınmaz. Yaşadığımız, Türkiye’yi kendisine vatan bilen her bir insanımızın doğrudan ve dolaylı bir şekilde bedel ödediği bir hayati meselede ciddiyetle ve dürüstçe hayra vesile olacak adımlar atılmaktadır. Karmaşık bir durum yoktur. Ülkemizin, insanımızın ve bölgemizin kimseye hiçbir şey kazandırmamış olan 40 yılın ardından bir yarası kapatılmaya çalışılmaktadır. Unutmayın, bu yara kapanırken, kimin hayır kimin de şer üzere olduğu hemen fark ediliyor.