Programın tamamını izlemek için:
20 yıl uzun bir süre. Üstelik bu, sadece bir siyasi partinin değil, aynı zamanda bu siyasi iktidarın, iktidardaki bir varoluşun hikâyesine ait bir süre. Dolayısıyla Türkiye’nin ana politikaları ve Türkiye’deki ana dinamiklerin seyriyle de son derece yakından ilgili. Bu 20 yıl boyunca 2015 hariç tüm seçimleri kazanan, iktidarını koruyan bir siyasi parti bu. Bu iktidar süresinin de gösterdiği gibi, AK Parti gerek Türkiye’de, gerek bölgede, gerek de dünyada farklı konjonktürlerin, farklı geçişlerin hemen hepsinde farklı resimler çizerek, farklı siyasetleri ifade ederek var oldu.
Bu da demektir ki, bu siyasi partiye ilişkin okumayı ne sadece dünden hareketle yapabiliriz ne de bu parti hakkında sadece bugüne bakarak hüküm verebiliriz. AK Parti’nin hikâyesini bir bütün olarak değerlendirmek gerekir.
Bu çerçevede üç büyük evreden bahsetmek mümkün.
Bunlardan birincisi değişim evresidir. 2002 Kasım’ında başlayan ve 2007’deki kapatma davası, e-muhtıra ve Ergenekon davasına kadar olan süreçte değişim politikalarını yürütmüş, demokratik bir hattı temsil etmişti AK Parti. Bunun birçok unsuru var. Sosyolojik eşitlenme bu unsurların en önemlilerindendi. Bu çerçevede farklı kültürel ve sosyal gruplar (özellikle İslami kesim ve laik çevreler) arasındaki sistemden ve haklardan faydalanma bakımından eşitsizlikleri gideren politikalar izledi AK Parti. Başörtüsü meselesi buna bir örnektir. Değişim evresinde özgürlük alanlarının genişlemesi bir başka unsurdur. Bu da temel olarak Avrupa Birliği’ne uyum politikaları etrafında, bu politikaları benimseyen bir hükümet ve arkasındaki kısmi toplumsal destekle mümkün oldu. Üçüncü olarak hukuk reformlarını zikretmek lazım, yine AB’ye uyum çerçevesinde. Askeri vesayetin geriletilmesi, medeni hukuk alanında birey ve kadın lehine yaşanan olumlu gelişmeler bunun parçaları. Bu değişim dönemiyle ilgili başka bir unsur, yerel değerlerin evrensel değerlerle kesişmesi, bunlarla etkileşim kurmasıydı. Dindar kökenden gelen bir siyasi partinin Türkiye’yi AB’ye taşıması ve bunu yine demokratik bir iddia ile yapmaya çalışması en önemli göstergelerden bir tanesiydi. Bu zeminde dini ve dindar alanda bir tür çoğullaşmanın, bireyleşmenin, modernleşmenin etkisi yaşandı. Bu unsur, esasen, 2003-2008 arası Türkiye’deki atmosferi ve dolayısıyla AK Parti politikalarını, AK Parti’nin temel hedefini tanımlıyordu. Bu husus 2003-2008’le kalmamış, etki bugünlere kadar uzanmış ve dindar yapıları, muhafazakârlık tanımını yeniden yapılandırmıştır.
Gelelim ikinci evreye…
Bu evre aslında 2007 ortalarında başlar. Başörtüsüne karşı Cumhuriyet Mitingleri, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına itirazlar, askeri muhtıra, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı, arkasından gelen seçim, onu takip eden kapatma davası, buna karşılık 2008’de başlayan, bir tasfiye operasyonu, bir iktidar kavgası ve bir tasfiye girişimi boyutu taşıyan Ergenekon davası ve buna benzer dava süreçleri, bu evrenin bir iktidar mücadelesi dönemi olduğunu resmeder. Bu dönem iktidar mücadelelerinin çok aktörlü bir nitelik kazanmasına da tanıklık etti. İktidarı hedefleyen gruplar arttı ve siyasi savaş koşullarında ağır bir siyasi kirlenme yaşandı. Bir yandan Kemalist gruplarla AK Parti arasında bir iktidar kavgası yaşandı. Diğer yandan, ayrı bir hatta, orduyu kontrol etmek için Gülen cemaati ile mevcut ordu dokusuna karşı, orduyu kontrol amacıyla savaş açtı, bunu tasfiye ve kumpaslarla yürüttü. En nihayetinde iktidar ile Gülen cemaati arasında ortaya çıkan, türlü darbe girişimleriyle devam eden ağır çatışma yaşandı. Her üç düzeyde de bu çatışmalar, temel olarak yargı gücü üzerinden yaşandı. Sonuçta yargı kirlendi, çatışan aktörler kirlendi, sistem kirlendi. Diğer bir ifadeyle doğruyla eğri, temizle kirli iç içe geçti ve sonuç olarak tüm aktörler kirlendi. Demokratik ilkeler ve hukuk kuralları devreden çıktı. Bu evre, 2016 askeri darbe girişimine kadar devam etmiştir. 2016 sonrası ise, malum, AK Parti’nin otoriterlikle özdeşleşmeye başladığı, yeni anayasayla “taçlandırılmış” son dönemi ifade eder. 2016 darbe girişimi, 2017 Anayasa referandumu bir kopuş noktasını ifade etmekle birlikte, bu son evrenin ilk sinyalleri 2013 sonlarından itibaren görülmeye başlamıştır. 2013-2015/16 arası kritik bir geçiş evresidir. Bu iki yıl hem açılım süreci hem rejimde şahsileşme, kimlikleşme gibi çelişkili unsurları aynı anda barındırmıştır. Bu dönemde AK Parti hem İmralı’yla görüşme gibi bir hamle yapabiliyor, hem de Gezi olaylarındaki gibi aşırı otoriter reaksiyonlar verebiliyordu. Ancak, sonuç itibariyle bu geçiş evresi Erdoğan’ın AK Parti ve ülke yönetimine fiilen el koyması hikâyesini barındırır. Bu el koyuş, 2016’dan sonra kanunen tamamlanacaktır.
Bu kritik 2-3 yıl boyunca AK Parti’nin öyküsü iki istikamette ilerlemiştir. AK Parti içerisindeki çokluk ve çoğulculuk imha edilmeye başlamış ve Erdoğan çevresini şu veya bu sebeple ve yolla tasfiye etmiştir. Sonunda parti içinde de siyasette de fiili bir tek adam hükümranlığı belirmiştir. Diğer taraftan, bir tür Arap Baharı üzerinden kimlik söyleminin Türkiye’ye geri gelişine tanıklık edilmiştir. Her ne kadar yasaklar içermese de içki meselesi, öğrenci evleri tartışması, Batı değerlerine bir tür söylemsel savaş açılması, ahlak meselesinde mikro siyasi alanların hangi değerlerle tanzim edileceği konusunda AK Parti’nin çok aktif pozisyonlar alması bir yeni dalgayı ifade etti. Bu kimlik söylemi, sert otoriter politikaların zeminini oluşturdu.
Üçüncü evre şahsileşme ve otoriterleşme evresidir. Bundan sonrasında yeni bir paradigmanın ortaya çıktığını, tek adam etrafında kapalı ve kontrollü toplum mantığı etrafında bir AK Parti hükümranlığını görmeye başladık. Bu da bizi malum bugünlere getirdi.
AK Parti’nin 20 yılını değerlendirirken, bu parçaların hepsini ayrı ayrı dikkate almak lazım. Bu parçaların bir büyük gerçekliğin değişik veçheleri olduğunu görmek lazım.
21. yıl itibariyle AK Parti, hikâyesinin sonuna gelmiştir. Gerek temsil bakımından, gerek siyasi iddiaları bakımından büyük sağ metaforlara geri dönen, hatta İslami dilden bile kopup sağcı devletçi bir muhafazakârlaşma yaşayan siyasi parti konumundadır. Bu çerçevede her gün küçülmektedir.
AK Parti hikâyesini bu çerçevede okumak gerekir diye düşünüyorum.