Hakları gasp edilmiş toplumları ya da toplulukları ‘kardeşimsin’ avutmasıyla teskin etmenin beyhudeliği apaçık olsa da, gaspçı bu dilden asla vaz geçmez, çünkü elinde başka ikna aracı yoktur. Aslında çözümü bilir; çözüm, kendisinin yararlandığı hukuktan ‘kardeşinin’ de yararlanmasıdır. Fakat bunu yapmaz, çünkü o zaman ‘kardeş’le kurduğu egemenlik ilişkisi sona erer, ‘abi’ olamaz.
Egemenin taktiği temel olarak iki ayak üzerine oturur: ‘Onlar’ı ‘bizim’ kullandığımız hukuktan uzak tutmak ve ‘bizimkiler’i elden geldiğince bilgisiz kılmak — ki, duyarlılık triplerine girip ‘onlar’a uyguladığımız adaletsizliğe karşı homurdanmaya kalkmasınlar. Duyarsızlığı sağlamanın en garantili, en kestirme yolu, ‘bizimkiler’i ‘onlar’ın hakikatinden mahrum bırakmak, daha iyisi ‘onlar’ hakkında başka bir hakikate inanmalarını sağlamaktır.
Yani aslında hakları gasp edilmişler sorununun bir veçhesini de, gaspı ‘normal’ görüp içselleştiren hâkim kanat taraftarları oluşturur.
Bilgisizliğe bağlı bu duyarsızlığı, yıllar önce bir yazımda Türkiye’nin ‘kardeşlik’le çözülemeyecek iki büyük sorunundan biri olan Kürt sorunu bağlamında şöyle tanımlamıştım: “Kürt sorunundaki Türk sorunu bilgisizliğe bağlı bir duyarsızlık, duyarsızlığa bağlı bir kibir sorunudur.”
Aynısını, ‘kardeşlik’le çözülemeyecek öbür sorun için de, Alevi sorunu için de söyleyebiliriz: “Alevi sorunundaki Sünni sorunu bilgisizliğe dayalı bir duyarsızlık, duyarsızlığa bağlı bir kibir sorunudur.”
Bilgisizliğin boyutları…
Devlet, tıpkı Kürt sorununu olduğu gibi Alevi sorununu da sanki onlar yokmuş gibi davranarak ve insanları bilgisiz kılarak çözebileceğini sandı, sanıyor. Bu bilgisizliğin boyutlarını, görevi toplumu bilgilendirmek olan iki gazeteci-patron üzerinden örneklemek isterim.
Türk basınının modernleştirici patronları olarak da bilinen bu iki isimden biri Ercan Arıklı, öbürü Dinç Bilgin…
Ercan Arıklı, Aleviler ve kamyon şoförleri
Ercan Arıklı’nın Aleviler ve Alevilik algısını bir kişisel hatıra üzerinden anlatacağım.
1986, iki nedenle hafızama kazınan bir yıl oldu. Birincisi: O yıl Eylül ayında Nokta dergisinde çalışmaya başladım… İkincisi: Gördüğüm en uzun ve en sert kışı o yıl yaşadım.
Onlar kadar olmasa da 1986’nın bende iz bırakan bir başka hatırası da, hepimizin sadece patronumuz olarak değil iyi bir gazeteci olarak gördüğü Ercan beyle (Arıklı) bir pazartesi toplantısında Alevilik üzerine yaptığım tartışma oldu.
Biz Noktacılar her Pazartesi sabahı olduğu gibi o sabah da gergindik yine: Çünkü biraz sonra gündem toplantısına girecek, her haber önerisini “peki başka” diye karşılayıp doymak bilmez bir iştahla yeni öneri talep edecek olan Ercan Bey’in karşısında terleyecektik.
Ben haberime çok güveniyordum, tereddütsüz önerdim, hem de kapak haberi olarak: “Aleviler…”
Çocukluğum ve gençliğim Alevi komşularımız ve Alevi arkadaşlarım arasında geçmişti, fakat tıpkı Kürtler gibi onların da dertli bir topluluk olduğunun farkında değildim. Bunu bana ilk fark ettiren, rahmetli arkadaşım Cemal Şener’in yazdığı “Alevilik Olayı” adlı kitap olmuştu. Kitabın hem içeriği hem de ulaştığı dudak uçurtucu satış rakamı bende Alevilik hususunda ciddi bir merak ve gazetecilik iştiyakı uyandırmıştı.
Cemal’in beni davet ettiği “Alevilik” konulu bir konferans (konuşmacı İlhan Selçuk’tu), Alevilerin kendileri hakkındaki her söze ne kadar aç olduklarını gösterdi bana. Konuşmacıyı can kulağıyla dinliyorlar fakat konuşmuyorlardı. Yıldız Tilbe’nin şarkısındaki gibi: Susuyorlardı ama nasıl? “Çığlık çığlığa…”
Toplantıda bütün bunları coşkuyla anlattım Ercan beye… Tabii onu hangi noktadan ‘tavlayacağımı’ bildiğim için sunumumu bir vaatle tamamladım: “Kabul ederseniz, bu, Alevilerin yaygın medyada yer aldığı ilk haber olacak. Bu ülkede 10-15 milyon Alevi yaşıyor fakat haklarında hiçbir haber çıkmıyor. Kapak yaparsak satışımızı en azından ikiye katlarız.”
Ercan beyin suratında müstehzi bir gülümseme belirdi, “Yavrucuğum” dedi, “Türkiye’de yüz binlerce kamyon şoförü var ama kamyon şoförleriyle ilgili bir haberi okuyacak kamyon şoförü bulamazsın… Peki başka?”
Konu kapanmıştı. Ben da zaten Ercan beyin anlattıklarımdan hiçbir şey anlamadığını anlamıştım, üstelemedim.
Fakat, tesadüfe bakın, bizim dörtte birimiz kadar satan rakip dergi Özgür Gündem o hafta “Aleviler” kapağıyla çıktı ve satışını dörde katladı!
Bu durumda ertesi Pazartesi bana da izin çıktı. Özgür Gündem’den bir hafta sonra Nokta “Aleviler: Artık konuşacağız” kapağıyla çıktı. Satış ikiye katlanmamıştı, yüzde 50 artmıştı ama bu benim kabahatim değildi!
Alevilerin varlığını bilmeden büyük gazete sahibi olmak
Dinç Bilgin, İzmir’in etkili gazetesi Yeni Asır’ın sahibiydi. 1985’te İstanbul’a geldi ve Sabah gazetesini çıkarmaya başladı. Ülkede kendine ‘Alevi’ diyen birilerinin olduğunu bu sayede öğrendi:
“Yeni Asır’ın sahibiydim. Bir arkadaşımla yürüyoruz. Büyük Efes Oteli’nin önünde ayakkabısını boyattı ve çocukla Kürtçe konuştu. Gazete sahibiyim ve hayatımda ilk defa Kürtçeyi o zaman orada duydum. Mesela İstanbul’a gelinceye kadar Alevinin kim olduğunu bilmiyordum. Bunu bilmeyen bir adam, toplumu yönlendirecek gazetelerin sahibi…” (2010’da Neşe Düzel’e verdiği söyleşiden).
‘Olmayan’ Aleviden ‘kardeşimiz’ Aleviye
Sonra tabii ülke değişti, dünya değişti ve toplum içinde bir gölge gibi yaşayan Alevilerin varlığı sonunda kabul edildi. Artık Aleviler de Kürtler gibi kardeşimizdi, ‘etle tırnak’ gibiydik; o derece.
Hattâ gün oldu, ülkenin başbakanı kendini ‘en bi Alevi’ bile ilan etti:
“Kendilerini Alevi olarak tanıtan ancak Hz. Ali’nin yaşam şeklinden uzak yaşayanların olduğunu ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu: ‘Onlar etnik kökenler arasında, inanç grupları arasında özellikle de Alevi ve Sünni kardeşlerimin arasında sorunları derinleştirmenin gayreti içinde olacak. Biz sorunları çözmenin derdinde olacağız. Alevilik, Sünnilik ne demek ya. Alevilik Hz. Ali’yi sevmek değil mi? Alevi Müslüman değil mi? Sünni de Müslüman. Eğer Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük bir Aleviyim.” (Milliyet, 17 Temmuz 2013).
“Hukuk kalmadı, kardeşlik verelim…”
Bütün ‘abi’ler aynı şeyi söyler: Hak talep eden küçük kardeş mutlaka ‘koyma akıl’la hareket ediyordur. Mutlaka ‘abi’nin düşmanlarının oyununa geliyordur. Küçük kardeş şayet hak talebinde ısrar ederse, bu durumda ‘abi’nin ona karşı beslediği şefkat azalacak, ısrarda devam ederse de hak ettiği cezayı mutlaka bulacaktır.
Uygur Türkleri üzerindeki Çin zulmüne televizyon kanallarından alkış tutan malum şahıs ve onun gazetesi, birkaç gün önce de yaşadıkları ülkenin kamu hukukunun bir parçası olmak ve bu sayede orada yaşayanların faydalandığı haklardan faydalanmak isteyen Alevileri emperyalizmin oyununa gelmekle, bölücülük yapmakla suçladı.
Bu gazeteye göre, 30 yıllık mücadelenin günümüzdeki yürütücüsü Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu bir terör örgütüydü ve Almanya’nın Aleviler üzerinden yürüttüğü bölücülük planının bir parçasıydı.
Federasyonun Eşit Başkanı Hüseyin Mat, bu türden yaklaşımlara şöyle cevap verdi:
“Tanımaktan korkmayın, Alevilik Türkiye’nin gerçeğidir… Yüzyıllardır kendi ülkelerinde inkâr edilen, hakarete uğrayan, katledilen Aleviler, Türkiye ve Avrupa’da bir araya geldiler, örgütlendiler ve hak temelli mücadeleleri sonucunda Almanya’da kimliklerini özgürleştirdiler. Bu kazanımlar Kopenhag Siyasi Kriterleri kapsamında, diğer Avrupa ülkelerinde de giderek emsal hukuksal hak olarak karşılık buluyor. Bu kazanımlar karşısında şaşkına dönen Türk İslam Sentezciler, Alevi gerçeğini kabullenmek ve yüzleşmek yerine, art arda komplo teorileri üretiyorlar. Bunu hazmedemeyen ve kabullenemeyenler bilsinler ki, er ya da geç Türkiye’de de Aleviler kimlikleri ile birlikte özgürleşecekler.”
35 yıl önceki dergi kapağından bugüne…
Almanya’nın -şimdilik- bir eyaletinde sağlanan bu başarının dalga dalga öbür eyaletlere de sıçrayacağı muhakkak.
Hüseyin Mat, 30 yıl içinde adım adım elde edilen kazanımları ve bu son başarıyı şöyle özetliyor:
“Alevilik dersleri devletin resmi okullarında okutuluyor. Eyaletlerde hak eşitliği anlaşmaları imzalandı. Üniversitelerde Alevilik kürsüleri kuruldu. Alevilerin kutsal sembolleri, Almanya Federal Parlamentosu inançlar odasında hak ettiği yeri aldı. (Konfederasyonumuz) Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar düzeyinde temsil ediliyor. Almanya’nın en önemli sivil toplum kuruluşları arasında kabul görüyor. Nihayet 10 Aralık 2020 tarihinde meclisin oy birliğiyle aldığı kararla, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Kamu Tüzel Kişiliği statüsünü elde etti.”
Bu tarihi gelişme üzerinde düşünürken, zihnimin 35 yıl önceki o dergi toplantısına gitmemesi mümkün değil. Ve tabii, çığlık çığlığa susan o heyecanlı insan topluluğuna…
Kervan, her şeye rağmen yürüyor; birileri ürüyor diye tarih durmuyor.